A Yusufcuk

Transcrição

A Yusufcuk
Yusufcuk
MAYIS 2012
1
Resim: Söbütay Özer
MERSİN YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU DERGİSİ
SAYI
hayat hep oyun bahçesi kalsa ya da düşlediğimiz gibi çıksa Dünya
Okulu Yayını
Yusuf Bayık İlköğretim
Yıl: 1 Sayı: 1
SAHİBİ
dürü )
Aydanur Altun ( Okul Mü
ENİ
GENEL YAYIN YÖNETM
tmeni)
Hasan Can (Türkçe Öğre
EDİTÖR
retmeni)
Püren Gürsoy( Türkçe Öğ
YAYIN KURULU
(
Hacı Yusuf Yağmurkaya
)
Hasan Can (Türkçe Öğrt.
rt.)
Öğ
Püren Gürsoy(Türkçe
ematik Öğrt.)
Süleyman Dündar(Mat
Yüsra Aydın (8-A)
Turan Arslan (7-B)
Mehmet Meşe(7-A)
GRAFİK-TASARIM
Hakan Çelikarslan
BASKI
cılık
Mersin Reprotek Matbaa
çindeiçindekileriçind
Dergimiz, Şubat 2005 tarih ve 2569 sayılı Tebliğler Dergisisinde yayınlanan ‘İlköğretim ve Ortaöğretim Sosyal Etkinliler Yönetmeliğine ( Madde 24) uygun hazırlanmıştır.
(13.01.25699 sayılı Resmi Gazete)
Yusufcuk
ADRES
85 Sokak No:15
Mevlana Mahallesi 1010
Toroslar/Mersin
İletişim: 0 324 323 19 04
.k12.tr
www.yusufbayikioo.meb
3- Merhaba / Ayda
nur Altun
4-Zoru Başarırım
/ Püren Gürsoy
5-Giyotin / Mehm
et Kesen
6- Deprem Şiirler
i / İpek Güçlü
Sedat Çiçek
7- 2035 Yılındayım
/Rohani Kaval
8- Okul Öncesi Eğ
itim / Filiz Yıldız
9- Tarihten / Meh
met Can
10-Çevre Şiirleri /
Umut İltaş
Kübra İltaş
11-Şiirler /Kübra Tu
rhan
Derya Yorga
İpek Güçlü
12-Sessizliğin Yank
ısı / Dilber Koç
13-Unuttuğumuz
Güzellikler / Hasan
Can
14-Atatürk’e Mek
tuplar / Melek Sim
a Saçın
Ümmügülsüm To
15-Nevruz / Evren
prak
Avçil
Kader İlhan
16-Ektiğimiz Tohu
mlar / Nurcan Po
lat
18-Çanakkale Şiirl
eri / Püren Gürso
y
Turan Aslan
19-Sokak Çucuğu
yum / Mizgin Kaya
Hatırlıyorum / Gam
ze Ekrek
20-Engel Yok / Ca
nsu Biçici
Mizgin Kaya
21-Satrancın Tarih
i / Melahat Gülmez
22-Matematik / Sü
leyman Dündar
Ekrem Oruç
23-Küresel Isınm
a / Ferhat Aydın
24-SBS İçin Öğren
ci Düşünceleri / H
asan Can
26-Şiirler / Mehm
et Meşe
Semanur Tekin
27-Kitap / Yüsra
Aydın
Cansu Biçici
28-Hayvanlarla Em
pati
30-Bahar / Hamit
İnalak
Zehra Kaçar
32-Eleştiri- Yusuf
Uzel
33-Bilmece-Gülba
har Aslan,
Yeter Karadağ,Em
ine Ceylan
34-Boş Bilgiler-M
erve Göz
Hilal Şahin
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
Yusufcuk
AYDANUR ALTUN Okul Müdürü
Merhaba
Sanatsal ve kültürel etkinlikler insanların eğitimi, gelişimi ve genelde
toplumların dönüşümü için en etkili, en doğru, en estetik yol olmalı.
İletişim kurmak ve paylaşmak bu yollarla daha mümkün gibi. Resim yapan,
şiir yazan, müzik üreten , okuyan, düşünen insan ne kadar kötü biri olabilir ki?
Dünyayı ve ülkemizi saran şiddet , kabalık, özensizlik, sıradanlık, ancak estetik
bir bilinçlenmeyle yok olacaktır.
Sevgili okurlar, elinizdeki bu anlamlı çaba; okulumuzda birlikte başlattığımız
değişim ve yenileşme koşusunun duraklarından biri sadece.
Okulun sokağa benzemesinden rahatsız olanların, okulu özel, özgün, etkili bir
konuma taşıma ve dönüştürme projelerinden biri.
Okul öğretir, okul eğitir.. Bu değilse yaşanan; o yer, yalnızca düzenli toplanan
kalabalıktan başka şey değildir.
Sağlıklı ortamlarda sağlıklı nesiller yetişir mutlak. Bizler bulunduğumuz yeri
biliyor ve hedefler koyuyoruz.. İddialıyız, arkasokaklardaki okulların da kendi
hikayelerini yazabileceğini göstereceğiz. Sorun üreten değil, proje üreten,
huzursuz, iddiasız değil, mutlu ve çalışkan bir okul yaratacağız.
Öğretmenlerimizin hevesi çocuklarımızın gözlerindeki umuda değdiği
zaman, değişim başlayacak. Başka bir dünya, daha çağdaş bir yaşam olduğu
görülecektir. Okul fiziki ortamlarının iyileştirilmesi, eğitim ve öğretimdeki
farklı denemelerle özgün bir yer tutacağız. Farklı ve yoğun kültür, sanat ve
spor etkinlikleriyle kısa sürede iyi bir yere varacağız.
Yusuf Bayık İlköğretim Okulunda marka olma ve en iyi olma süreci
planlı, programlı ve hevesli bir şekilde sürecektir.. Okul ailesi, tüm paydaşlar
yenilenme taleplerini, üreterek, katılarak karşılayacaklar.
‘Yenilme yenilen’ sloganıyla başladığımız değişim süreci yeni yaklaşımlarla
devam edecektir.
Görevimize, sevgiyi, hevesi, umudu, ideali eklemeyi unutmadan bu
yürüyüş sürecektir. Emek verenleri tebrik eder, başarılar dilerim.
3
Yusufcuk
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
zoru başarırım
imkansız zaman alır
!
Hayat: Karmaşık ve bir o kadar da basit bir bulmaca. Nedendir bilinmez insanlar hiç anlaşamazlar hayatla ya da
hayat insanlarla… Hep bir kaçma kovalama ile geçer zaman. Sanki saklambaç oynuyoruz hayatla. Bazen eğleniyoruz ama
ebe olduğumuzda mızıkçılık yapıyoruz. Bazen hiç ummadığın, hiç beklemediğin anda ebe oluverirsin. Ve başlarsın
dertlenmeye. Yakınır durursun hayatın acımasızlığından, zorluğundan, fırsatçılığından… Evet, hayat acımasızdır; senin
yollarına belediye çukurları koyar. Zordur; hiç bilmediğin konuda seni sınav yapar. Ve fırsatçıdır; en mutlu olduğun anda,
belki de oyunun en güzel yerinde ders zili çalar.
Keşke bir su olsam diyar diyar gezen. Ya da denizin dibinde bir kum tanesi olsam; bir midyenin içinde inci olmaya hazır.
Bir yağmur damlası olsam; çiftçiyi sevindiren. Bir lokma ekmek, aç bir yetimi gülümseten. Bir kuş olamam belki ama hiç
olmazsa bir uçurtma olsam göklerde gezinen, rüzgâra göğsünü geren…
Olmaz değil mi bunların hiçbiri? Olmaz biliyorum ama bir küçük hayal sadece benimkisi. Küçük ve kimseye zararı olmayacak bir hayal. Hayat buna da karışamaz ya. Sizin de var mı böyle hayalleriniz? Vardır elbette.
Şimdi hayal dünyasından çıkıp gerçek hayata dönelim. Hayatla baş edebilmek için güçlü olmak, sabırlı olmak,
zorluklara göğüs germek gerek. Dedim ya: Hayat fırsatçı, sizin en yorgun olduğunuz anda bir yük daha verir sırtınıza,
boyunuzdan büyük. Peki, pes edip kaçmalı mı yoksa kalıp savaşmalı mı? Eğer bir kez kaçarsan hep kaçmaya mahkum
olacaksın. Ama; “Kaçmayıp savaşacağım!” diyorsan sabırlı olmalısın ve sonunda, başardığında, bağırmalısın avazın çıktığı
kadar : “HAYAT! YENİLMEDİM SANA, SEN KAYBETTİN!” diye.
Sözün özü canım öğrencilerim: Pes etmeyecek, sabredecek, hayatla savaşacağız ve sonunda başaracağız. Sizi
yolunuzdan döndürmesin hiçbir zorluk ve yıldırmasın sizi yolunuza çıkan engeller, sınavlar. Bakın Ulu Önder gençliğe
hitabede ne demiş:
“…İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır…….
Ey Türk istikbalinin evladı!..... Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
Mustafa Kemal
ATATÜRK
İşte, bizim de her türlü soruna göğüs gerebilmek, hayatın çeşitli zorluklarını aşabilmek için yapacağımız bu:
Kendimize ve içimizdeki güce güvenmek. Biz bunu başarabiliriz. Çünkü; biz, “ ZORU BAŞARIRIZ İMKANSIZ ZAMAN ALIR ! ”
püren gürsoy
Türkçe Öğretmeni
4
içinde oluşları ve ölüşleri
yanışları ve yenişleri
karları ve korları
nârları ve nûrları barındıran
evrensel bir dize bırakıyor avuçlarıma
ve dize geliyor dizeler
başlıyor kırık macera
hiçliğimin başkentinde
erguvanlara tutunmuşum
mor bir düşün gölgesinde
düşlerden düşmüşüm
masallar dinlemiş
şiirler yazmışım
zamana ve zemine
adını kazımışım
adına Leyla
adına Aslı
adına adımlarımı asmışım
ah yangınım
sancım, sanrılı utancım
saçları rüzgâr gözleri pınar
ruhu nevakâr sultanım
bırakma hiçimdeki seni
dışımdaki bene
ve çok çağrışımlı geceye inat
kahır kader ve kedere
desen renk ve ahenge inat
akma içimdeki sene
giyo(tin)
zümrüd-ü anka’nın kanatlarında saklıdır
öykümün gizemli öznesi
bir kundak ve bir kefen
hüznün güncesidir ince çizgi
ah mor öyküm
kanatma kanatlarımı
mehmet kesen
GİYO(TİN)
gecenin saçlarındaki çıplaklık
ayağı yalın bir yalnızlık şimdi
işte (b) akıyor çocukluğum
ateş ışkınları ve ateş gülleri saçma
küllerinden kalbime doğma
atma beni küf ve nem kokan baharlara
ah bilincim bilinçhiçsizliğim
nihavend kokuşlu çiçeğim
kırık kanatlı kırgın kelebeğim
yakma beni yedi boğumlu akrepler ikliminde
şu gül kurusu an tünelinde
Nesimi’den arta kalan ne kadar mısra varsa
toplanır senin teninde
dile gelir haz ve söz
Nef’î’nin nefesi kesilir
aşk damıtır Nedim imgenin dudağına
kirpiklerinin vadisinden süzülen
yaşı yakar yakalar hüzzam bakışlar
Hüsn’ü aşk der gök kubbe aşk
bir Mesnevi tutturur yıldızlar
sus der gözlerin sus
dinle dinle ki an ve kan aksın akşamdan
saçlarını okşasın hatıralar
dur der gözlerin dur
ah rüyam dünyam
eksik ve esrik bir cümlede kaybolan sevdam
aslında asil değildir aslolan ya da kaybolan
baldıran kadar (s)ağır değildir akıtılan can
şimdi gül endam
şimdi ayrılık ferman
bize kalan bir (can)an
bize kalan ken(an)
aslında Yusuf değildir haşrolan
Züleyha’nın kirpiğindedir zaman
yalan kadar
sodom ve gomore kadar
gam kadar
kaçınılmaz kuyular
ah mabedim
mahzenim
yitik kentim kendim
giyotin hazır hızırın koynunda
vur dur süveydanın boynunu .. vur dur
5
Yusufcuk
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
DEPREM GÖZYAŞI
7,4 DEPREMİ
Gözyaşın silinir mi bu acıdan sonra.
Bana göz yaşını sil deme!
Geleceğim yıkıldı,
Umutlarım yıkıldı.
Bana gözyaşını sil deme!
Afet, insanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal
kayıplara neden olan, normal yaşamı ve insan
faaliyetlerini durdurarak veya kesintiye uğratarak, toplulukları olumsuz etkileyen doğal, teknolojik veya insan kökenli olaylar olarak tanımlanmaktadır. Deprem bunların başında gelmektedir.
Ülkemizde de yakın zamanlarda meydana gelmiş
depremlere örnekler, 1992 Erzincan,1995
Dinar,1999 Gölcük ve 2011 Van depremleri… Ben
Vanlıyım. Ben bu depremi bizzat yaşadım ve
sizlere anlatmak istiyorum. Önce bir gürültüyle
sarsıldı her yer. Yerle bir oldu bir anda evler.
Enkaz altından geliyordu sesler, her yerden
çığlıklar feryatlar yükseliyordu. Gece mahşer
yerine dönmüştü. Umutlu bekleyişin yerini acı ve
hüzün aldı. Beklemeden bir anda geldi, anneleri
kuzularından ayırdı. Gün ışımaya başladığında
depremin etkisi katlanmıştı. Sanki taş üstünde
taş kalmamıştı. Mezarlar sıra sıra kazılmaya,
gidenlerin arkasından ağıtlar söylenmeye başladı. Nasıl dayanılırdı bu acıya? Dayanamıyordum.
Dayanır mı bu acıya gönlüm.
Bir deprem olmuş 7,4 şiddetinde,
Kalbimi sarstı, gönlümü sarstı.
Bana gözyaşını sil deme!
Çantamı alıp okul yolunu tutardım
Arkadaşlarıma kavuşurdum.
Güler oynardım.
Bana gözyaşını sil deme!
Şimdi okulumuzu göremiyoruz.
Sıralarımızı göremiyoruz,
Hazineler değerindeki kitapları göremiyoruz.
Bana gözyaşlarını sil deme!
İPEK GÜÇLÜ (6-D)
6
Sedat ÇİÇEK (6-D)
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
Yusufcuk
2035 YILINDAYIM Rohani KAVAL (6-C)
Teknolojinin gelişmesinin hem yaralı hem de zararlı
yönleri vardır. Şimdi biz 2012 yılındayız. 23 yıl sonraki
halimi anlatacağım. Belki o zaman bu giysiler, bu dil, bu
hayat, bu döngü kısacası bildiğimiz her ne varsa değişecek.
Ben açıkçası hiç sevmem böylesini. Şimdi bu kadar
rahatsak geleceği bir düşünün bakalım. Neler değişecek?
Neler ortadan kalkacak? Neler unutulacak? Daha şimdiden
inanamayacağımız şeyler yapılıyor. Bazen düşünüyorum
acaba teknoloji gelişmek zorunda mı? Hiç gelişmezse
olmaz mı? Ama geçmişi düşünürsek bazı insanlar hasta
yakalandıkları hastalığın ilacı olmadığından ölüyorlardı.
Ama şimdi teknolojinin gelişmesiyle insanlar eskisi gibi
hafif bir şey yüzünden yaşamını yitirmiyorlar. İşte, buna
teknolojinin bir yararı diyebiliriz.
Bir de madalyonun diğer tarafına bakalım; insanlar
teknolojinin ana gövdelerinden biri olan interneti araştırma
ve geliştirme dışı birçok saçmalık uğraşlarla en değerli
zamanlarını ömürlerinden çıkarıyorlar.
Teknoloji gelişir değişir de, insanlar ve doğa değişmez mi? Teknoloji gelişti, doğayı kirleten fabrikalar, avcılar,
kaçakçılık, katiller, hırsızlar, suçlular, yalanlar ve bunlar
gibi birçok şey çoğalıp devam etmekte. Bence teknolojinin
yararı kadar zararı da var.
Bir insanın uçması imkansızdır. Kim bilir belki o
dönemde insanlar uçabilir. Şimdi biz eskilerin elbiselerine,
evlerine ve eşyalarına bakıp gülüyoruz. Gelecek yıllarda da
yaşayacak insanların şimdiki halimize güleceği gibi.
Şimdi her evde en fazla 2 bilgisayar bulunmaktadır.
Belki o yıllarda her saatte bir bilgisayar mümkün olacak.
Yani evde yaşayan her insanın bir bilgisayarı olacak anlamına geliyor bu.
O dönemde yeni hastalıklarda ortaya çıkacak ve
çoğalacak. Çünkü nüfus ne kadar çoğalırsa hastalıklar da o
kadar yaygınlaşır. Ama bu hastalıkların başında obezite
gelebilir. Obezite kilo alma hastalığıdır. Eee, teknoloji gelişti, insanlar vücutlarındaki fazla yağları dışarı atmak için
yapacakları bir hareket kalmayacak.
Açıkçası ben o dönemde hiç olmak istemem. Teknoloji gelişti. Avcılar çoğaldı. Birçok hayvan türü yok olup
gidecek. Bitkiler için de aynı şey söz konusu. O dönemde
bir parça bile toprak kalmayacak. Tüm ağaçlar kesilecek,
yerlerine bina ev yapılacak. Her yer bina olacak. Piknik
yapacak alanları çok özleyeceğiz. Denizler, nehirler yok
olacak. Yerlerine köprü veya yol yapılacak.
Ozon delinecek belki, dolaylı olarak artık gün ışığı
göremeyecek ortamlarda yaşamak zorunda kalacağız.
Neden buzullar eriyor, neden küresel ısınma yüzünü gösteriyor. Neden oksijen kaynakları yok oluyor. Bunları hepsi
teknolojinin gelişmesine paralel olarak ortaya çıktı.
Televizyonlar onlar zararlıdır, aile içi sorunlara
neden oluyor. Ne bir sohbet ne bir muhabbet kalıyor
ortada. Yetişkinler dizi izler, futbol izler; çocuğunun hiçbir
sorunuyla ilgilenmezler. İşte, bütün bunlar gelecekte de
olabilecek zararlı şeyler.
Hiç bunun bir çözümü yok mu? Her şeyin bir sorunu
var olduğu gibi bir çözümü de var. Tüm insanlar eğer oksijen
kaynağı olan ve memleketi süsleyen ağaçları koruyup
severse, her insan bir tane ağaç dikerse, bütün fabrika
bacalarına filtre takarlarsa, çöpleri doğaya saçacaklarına,
çöp arıtma ve yakma tesislerinin sayısı arttırılsa birçok
sorun çözülmüş olur. Sorunlar var ama çözümleri de var.
Teknolojiye boyun eğmeyecek duyarlı insanlar olmalıyız.
Tek bir gezegenimiz var, onu ve her parçasını koruyalım.
Aksine bu durumda zarar görecek olan yine bizleriz.
Bu dünya bizim için yaratılmış. Ne kadar teknoloji
gelişse de biz her konuda tasarrufu sağlayalım.
Boş yanan lambaları, boş akan suları kapatalım.
Bunu yaparsanız inanın çok şey yapmış olursunuz.
7
Yusufcuk
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
OKULÖNCESİ EĞİTİM
“Erken Çocukluk Eğitimi” olarak adlandırılan “Okul
öncesi Eğitimi”,doğumdan ilköğretimin başlangıcına kadar
olan çocukluk yıllarını içine alan; çocukların bireysel özelliklerine ve gelişim düzeylerine uygun, zengin uyarıcı çevre
olanaklarını sağlayan, onların tüm gelişimlerini toplumun
kültürel değerleri ve özellikleri doğrultusunda, en iyi biçimde yönlendiren bir eğitim sürecidir.
İnsanın gelişimini kalıtım ve çevre etkileri belirler ve
yönlendirir. Bugün için kalıtım yolu ile doğuştan getirilen
özellikleri kontrol altına almak ya da değiştirmek mümkün
değildir. Ancak çocuğun doğuştan getirmiş olduğu özelliklerini, gelişim düzeyine ve ihtiyaçlarına uygun çevre düzenlemeleri ile ulaşabileceği en üst sınırına ulaşmasını sağlamak
mümkündür. Bu sınırlara ulaşmanın büyük ölçüde gerçekleştiği ve kişiliğin temelinin atılıp, önemli bir bölümünün
şekillendiği erken çocukluk dönemi bu bakımdan oldukça
önemlidir.
Sonuç olarak, çocuğun kalıtımla getirdiği potansiyelin ne
kadar gelişeceği ona ilk yıllarda sunulan eğitsel ortama
bağlıdır. Bu nedenle gelişim ve öğrenmenin en hızlı olduğu,
pek çok davranış ve alışkanlıkların kazanıldığı, kişiliğin
temelinin atıldığı erken çocukluk yıllarında eğitime gereken
önem verilmelidir.
Okul Öncesi Ortamın Çocuklara Kazandırdıkları
Okul öncesi eğitim kurumları çocuğun kendi yaşıtları
ile bir araya getirerek grup içi etkileşimine fırsat yaratır.
Gurup etkinlikleri aracılığı ile çocuk kendini tanır, kendini
gruba kabul ettirecek güç ve becerilerini geliştirir, birlikte
yaşamanın kurallarını öğrenir. Gurup oyunları haklarını
savunurken, başkalarının hak ve özgürlüklerini kabul eder.
Etkin bir grup üyeliği ve liderlik becerilerini geliştirir. Çocuk
iş birliği yaparak oynamayı, rekabete girişmeyi, sempati
göstermeyi okul öncesi eğitim kurumlarındaki yaşıtlarıyla
olan alışveriş sonucunda kazanır. Böylece çocuk öz yönelimli bir dünyadan sosyal yönelimli bir duyarlılığa geçer.
Okul öncesi eğitim kurumlarının, çocukların oyun ve
8
IZi Öğretmeni
LD
FİLİZ YI
ces
Okul Ön
arkadaş ihtiyacını karşılayan, toplumsal bir kurum olduğu
söylenir. Oyun çocuğun yardımlaşma, paylaşma, işbirliği,
başkalarıyla iyi ilişkiler kurma gibi sosyal davranışları
kazanması açısından önemli olduğu gibi oyun içinde yapılan gözlemler çocuğun daha iyi tanınmasına da yardımcı
olur.
Oyun içinde yapılan gözlemler, çocuğun liderlik
özelliklerine sahip olup olmadığı, oyunlarda girişimci mi,
yoksa çekingen mi davrandığı, arkadaşları ile iyi ilişkiler
kurup kurmadığı, işbirlikçi ve paylaşımcı olup olmadığı,
sorumluluklarını yerine getirip getirmediği, haklarını korumasını bilmediği, kolayca arkadaş edinip edinmediği,
yalnızca kendi çıkarlarını düşündüğü vb. özellikleri yönünden tanınmasını sağlar. Oyun sırasında yapılan gözlemlerden elde edilen bu bilgiler, çocuğun başkaları ile sosyal
ilişkilerini ilişkin davranışlarını ne ölçüde geliştiğini ve
gelişmediğini ortaya koyar. Böylece çocuğun geliştirilmesi
ya da düzeltilmesi gereken davranışlarını saptama ve gerekli önlemleri zamanında alma imkanı elde edilmiş olur.
Okul öncesi eğitim kurumlarında çocuğun kendi ihtiyaçlarını
kendisinin karşılamasına ve karşılaştığı sorunları kendisinin çözmesine fırsat verilir. Böylece çocuğun, sorunlarına
çözümler üretebilen, bağımsız ve kendine güvenli bir kişilik
yapısı geliştirmesine olanak verilir.
Okul öncesi eğitim kurumları çekingen, sıkılgan
çocukların daha girişken ve güvenli olmalarına ortam hazırlar. Ayrıca anne-babaları tarafından çok şımartılmış çocukların bencil davranışları da eğitim ve etkileşim sonucunda
azalır. Okul öncesi eğitim kurumlarına devam eden çocuklar
hem yetişkinlerle, hem yaşıtları, hem de değişik yaş grubundaki çocuklarla etkileşimde bulunma olanağı elde ederler.
Sonuç olarak; okulöncesi eğitim önemli ve her
çocuk için gereklidir…
TARİHTEN İLGİNÇ GERÇEKLER
Mehmet CAN Sosyal Bilgiler Öğretmeni
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
Yusufcuk
Aşağıdaki olaylarda tarihin satır aralarında kalan, bazen hazin bazen komik, bazen
de zekice gerçekleşen ilginçlikler anlatılmıştır. İnsanların geçmişinde yaşadıkları bu olaylar, eğer geleceğin insanları tarafından bilinirse bir tecrübe değeri taşıyacaktır. Devletleri
ve toplulukları zihnimizde yer ettirecek olan olaylara ait ilginç ayrıntılardan bazıları şunlardır:
OSMANLI’DA SALTANAT
Osmanlı İmparatorluğu’nun 36 padişahı olmuştur Bazı padişahlar ikişer defa tahta çıktığı
için saltanat değişikliği 39'u bulmuştur İkişer defa saltanatta bulunanlar 2. Murat,
2.Mehmet ve 1 Mustafa'dır .
En çok yaşayan hükümdar 78 yaşında ölmüş olan Orhan Gazi'dir En genç ölen padişah ise
18 yaşında şehit edilmiş 2. Osman'dır(Genç Osman)
Tahtta en uzun kalan padişah Kanuni'dir Saltanatı 45 yıl, 11 ay, 7 gün sürmüştür En kısa
saltanat da 5 Murat'ın 93 günden ibaret saltanatıdır
ONDÖRT
Bazı insanların hayatında bazı rakamların yeri çok anlamlıdır. Mesela, Osmanlı padişahlarının on dördüncüsü olan 1.Ahmet on dört yaşında padişah olmuş ve on dört sene padişahlık
yapmıştır.
SAVAŞLAR
Geçtiğimiz son 3500 yılın, sadece 230 yılı savaşsız, barış içinde yaşanmıştır.
MISIRLILAR
Eski Mısırlıların kullandıkları yastıklar taştandı.
VİYANA’DAKİ MEMURİYET
1534 yılında Viyana'daki St. Stephen Katedrali'nde Osmanlı akıncılarını gözlemesi ve akıncıları görünce çan çalarak haber vermesi için bir memuriyet kuruldu. Bu memuriyet Viyana
Belediye Meclisi'nce: ''Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından böyle bir memuriyete
gerek yoktur.'' denilerek ancak 1956 yılında (tam 422 yıl sonra) iptal edilmişti.
HAZIRCEVAP
1.Napolyon zamanında Fransız orduları Moskova’dan dönüyordu. Albay Klaski komutasındaki bir alay yanlışlıkla Rus askerlerinin hattına girmişti. Birdenbire Ruslarla karşılaşan
Fransız albayı soğukkanlılığını korudu. “ Kimdir o?” sorusuna karşı, Rusça olarak “ Sus be
şaşkın, görmüyor musun biz Rus askeriyiz! Gizli bir göreve gidiyoruz.” diyerek birliğini
Ruslardan kurtarmayı başarmıştı. Albayın zekası ve bildiği yabancı dil onu askerlerini
kurtarmıştı.
GÜZERGAH
Sultan Abdulaziz’den Rumeli Demiryolu’nun Topkapı Sarayı’nın bahçesinden geçmesi için
istenmeye gidildiğinde “ Demir yolu yapılsın da isterse sırtımdan geçsin razıyım.”demişti.
9
(7-A)
Yusufcuk
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
kübra nur iltaş
çevre sevgisi
Doğaya, temizliğe saygın var ise,
Düzenli bir ülkeyi bırak yarına.
Çiçeklendir bahçeleri, bağları
Düzenli bir ülkeyi bırak yarına.
Düzenli bir çevre kur!
Yeşillensin bağlar, bahçeler
r
Kirletme parlasın kentler, sokakla
Düzenli bir ülkeyi bırak yarına.
umut iltaş
(3-A)
Yaşıyorsan çevrene ver bir düzen.
Atma çöplerini rastgele yere,
Kendin için çalış,
Düzenli bir ülkeyi bırak yarına!
10
yeşillikler
Toprak ana nerdeydin?
Bu yeşillikleri bir görsen!
Çiçekler açıyor,
Kuşlar uçuyor.
Güller açıldı sevgiler için.
Otlar büyüyor.
İnsanlar neşeyle doluyor,
Kuşlar cıvıl cıvıl ötüyor.
Türkiye’m yeşilleniyor,
Türkiye’m seviniyor.
Yemyeşil tarlalarında,
Çocukluğum geçiyor.
Seviyorum yeşilliği,
Seviyorum seni Türkiye’m…
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
BEKLE ANNE
ANNECİĞİM
Yusufcuk
MERSİN’İM
Portakal, limon bahçeleriyle
Köpük köpük sahiliyle,
Sanki cennet her bir yerin
Canım Mersin’im.
Hasretin kül etti beni,
Bekle anne geliyorum.
Perişan kül etti beni,
Bekle beni anne geliyorum.
Yine bu yaz gelemedim,
Hata ettim bilemedim.
Hep ağladım gülemedim,
Bekle beni anne geliyorum.
Beni sevip okşardın.
Kollarında uyurdum
Şarkılar söylerdin.
Sevgili anneciğim.
Yazı sıcak, kışı serin iklimiyle,
Tarihi Kız Kalesi’yle,
Akdeniz’de önemli bir liman
Canım Mersin’im.
Telefonda ağlamışsın,
Hüngür hüngür çağlamışsın.
Anne beni dağlamışsın,
Bekle beni anne geliyorum .
Bütün geçmiş günlerimiz,
Daha dün gibiydi.
Güller solmuyor,
Sevgili anneciğim.
Cezeryesi ve şalgamıyla,
Bereketli toprağı, bol mahsulüyle,
Sebze, meyve deposudur
Canım Mersin’im.
Sahildeki kuşların cıvıltısıyla,
Elli iki katı ve dağlarıyla,
Umut ışığıdır insanların
Canım Mersin’im.
Şimdi elvermez sıhhatim.
İnan ki yoktur rahatım,
Anne ben kızın Kübra’yım,
Bekle beni anne geliyorum .
Kübra TURHAN
6-C
Derya YORGA
6-D
İpek GÜÇLÜ
6-D
11
sessizliğin yankısı DİLBER KOÇ
Sınıf Öğretmeni
Yusufcuk
12
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
sessizliğin yankısı
Sokağa çıkmayalı yirmi gün olmamıştır herhalde.
Ne günleri saydım, ne geceleri bildim. Bir uçurumun
kenarında tek kalmış karanfil çiçeği gibiyim sanki.
Her şey tekdüze bana. Onu bile hatırlamıyorum.
Ne aşkı bildi bu yürek ne sevmeyi. Öğretmediler ki.
Nasıl sever insan? Bilmedik. Şimdiyse, belki bildik
ama çok geç artık. Eğri büğrü kapısız penceresiz
duvarlara hapsolmuşum. Bu aynadaki yüz kime ait?
Yaşamak zorunda olduğum hüzünlerim sevinçlerimdin. Hep gülümseyerek seslenirdin. Ta ki o saniyeye kadar. Kulaklarımı tıkadığım bir andı. İnanmak
istemediğim. Her taraf sislere bürünmüştü.
Ruhi Bey’in kapıda belirip, üzülmeyin Rüstem Bey
deyişi. Sadece üzülmeyin… O kadar… Yaşanan günü
her gün yaşamaktayım. Üzerinden 5 yıl geçmesine
rağmen… Sensizlikten hiçbir zaman kaçamadım. Ya
da kaçtığımı zannettim.
Gün ağarmak üzere günışığım. Fesleğenlere su
verdim, merak etme. Ortalığı toparladım, her zaman
istediğin gibi. Sana ıhlamur, kendime her zaman ki
gibi demli bir çay.
Ve şu demli çayın kekremsi kıvamına rağmen sana
‘gel’ diyen eteklerimdeki kör kırlangıçlar. Nerdesin
şimdi? Neredeyiz?
Bak şarkımız çalıyor. Her tınıda içinden ateş akan
ırmakların çağıltısını duyuyor musun? Yoksa sağırlık ve susmak ikliminden mi kanatlanıyor son
sözcüklerin? Ey kederimi kadere çeviren can sevgilim, susuşun yalnızlığın diğer adı oldu bedenimde.
Meğer ne çok sevmişim, ne çok biz olmuşuz…
Hani yağmurlar yağardı kalbine de ‘ah şu koca
oğlan yine derde koydu beni’ derdin de, sarılırdın
ya göz bebeklerime…
Hani bir dem kozasından henüz çıkmış, ışık kanatlı
bir kelebek gibi süzülürdün ya kirpiklerimin vadisinde…
Bak işte yine öyle bir gece. Şuradasın işte. Ellerin
sıcak ve taze… Ama dur, yoksa bu ellerle mi sapladın ayrılık hançerini kalbime? Beni sensizliğin
cehennemine bu ellerle mi uğurladın? Yoksa nem
kokan koridorlara yalnızlığımın tarihini bu ellerle mi
yazdın?
Ah düşüm, ölümüm… Ölümsüz kelebeğim…
Aylardan nisan, gecenin sessizliğini dinlemekteyim… Masada ki papatyalar solmak üzere aşk masalım. Ama sen merak etme. Vazodaki çiçekleri her
hafta değiştiriyorum, söylediğin gibi. Kulaklarımda
rüzgârın uğultusu gibi sesin. Bir an olsun kapanmıyor bu yara. Terk etmekle soluksuz bıraktın. Nefesimin bana ait olmadığını, her saniyemin senin varlığınla hayat bulduğunu bilmeni isterim günışığım.
Sen gittikten sonra düşünceler aldı bedenimi. Ne
çok şeyi dile getirmemişim… Getirememişim…
Kalbimin kuytu köşelerine saklamışım, pervasızca.
Canımı acıtan yokluğunun gölgesinde var olmaya
çalışıyorum. Var olmaya çalıştıkça dibe vuruyorum
bir tanem,
Gün ağarmak üzere. Bir çiçek dürbününden insanları seyretmekteyim. İşten ayrıldım, daha doğrusu
istifa ettim güneş yüzlüm. Bilirsin sana üzüntülerimi, sevinçlerimi anlatamaz hep içimde yaşardım.
Gerçi anlatmama gerek kalmaz… Sen gözlerime
bakıp anlardın. Gözlerimi kaçırmaya çalışsam da…
Günler günleri kovalıyordu, yaramaz çocuklar gibi.
Hâlbuki zaman durmuştu yüreğimde… Sensizliğin
sokaklarında hep ilerliyordu adımlarım… Yolunu
kaybetmiş bir yolcu misali.
Güneş yüzünü nihayet gösterdi ay yüzlüm. Günaydın. Tüm insanlığa tüm evrene…
Sert duvarları aşıp aydınlığa adım atamıyorum
günışığım… Ayaklarım geri geri gidiyor. Sana kavuşacağım anı bekliyorum, bir an önce… Bedenlerimizin birleşip, nefesinin içinde tutsak olduğum anı…
CAN
Şehirde yaşayıp da toprağın dilinden anlayan kaç insan vardır? Tohumun filizlendiğine, başakların sarardığına, meyvelerin olgunlaştığına ve
sebzelerin büyüdüğüne kaç şehirli tanık olmuştur?
İçindeki sıkıntıyı, yorgunluğu yalın ayakla toprağa
boşaltan var mı? Şehir insanımız topraktan geldiğini, topraktan beslendiğini unutuyor adeta. İç sıkıntılarını toprağa veremediği için zehir oluyor bunlar
damarlarında. Köylerimiz bu yönleriyle de şehirlerimizden bir adım önde Köyde insan toprakla haşır
neşir zaten. Köy insanı, toprağı kendinden bir parça
sayıyor. Toprakla konuşuyor, dertleşiyor. İçi daraldığında, mutsuz olduğunda toprağa koşuyor hemen. O
an da unutuyor bütün derdini, kederini.
Bütün bunların dışında şehir hayatı yaşam
alanı sınırlı bir hayattır. Bazen insanlar günlerce evin
içinde hapis hayatı yaşıyor şehirde. Bu da özellikle
çocukların özgürlük duygusundan yoksun büyümelerine neden oluyor. Köylerimizde insanların yaşam
alanları alabildiğine geniş özgürlüğün tadını doyasıya çıkarıyor orada.
Şehir hayatı, özellikle günümüzde sosyal
sorunları da beraberinde getirmiştir. Kapkaç olayları, cinayetler, hırsızlıklar her geçen gün artış göstermekte, insanlar artık dışarıya çıkamamakta ve rahat
edememektedir. İnsanların birbirlerine olan inançlarını, güvenlerini yok etmiştir şehir. Herkes birbirine
şüphe ile bakar olmuş ve insan ilişkileri şehirlerde
yok olma yolunda hızla ilerlemiştir. Herkes selam
alıp vermekten çekinir hale gelmiş, birbirlerine
kuşku dolu gözlerle bakar olmuştur. Bu sebeple de
köy insanının sıcaklığını, samimiyetini şehir insanında göremeyiz.
Görüldüğü gibi şehir hayatı ve beraberinde
getirdiği sorunlar, şehir insanının hayatını hem
zorlaştırmakta hem de sıkıcı hale getirmektedir.
Buna karşın köy hayatı sadeliği, saflığı ve ferahlığı
ile köy insanına, hem umut vermekte hem de onu
mutlu etmektedir. Bu nedenle şehirde yaşayan
insanlar, unuttukları bu güzellikleri zaman zaman da
hatırlamalı aslında.
unuttuğumuz güzellikler Hasan
Köy denince birçok şehirli insanımızın aklına
cahillik, rezillik, sıkıntı geliyor nedense. Köylülerimizi de farklı bir yaratık, köylerimizi de ayrı bir dünya
olarak görüyorlar. Bu nedenle de köy yaşamının
sıkıcı, iç bunaltıcı olduğunu düşünüyorlar.
Köylerimiz, belki onların sahip olduğu
imkanlardan yoksun olabilir; ama farklı bir pencereden baktığımızda köy yaşamının bize çok büyük
imkanlar sunduğunu görebiliriz.
Şehirde yaşayan kaç ailenin kahvaltı sofrasında kimyasal madde içermeyen bir ürün var?
Hangisi taze yumurtanın, taze sütün, yoğurdun,
tereyağın, peynirin ve balın asıl tadını damaklarında
hissetmiş ki? Yumurtayı tavaya kırarken kaçı, yumurtanın çürük olma ihtimalini düşünmüyor? Hangi
anne, çocuğuna süt içirmek için mikropları ve
vitaminleri kırılıncaya kadar sütü kaynatmıyor? Tüm
bunların dışında kaç aile sofrasında bunları bulabiliyor?
İşte köylerimizin sağladığı en önemli imkanlardan birisi bu. İnsan orada yediklerinden asla
şüphe etmiyor. Çünkü onların nereden ve ne şekilde
elde edildiğini biliyor. Yumurtanın, yoğurdun, peynirin, sebzenin, meyvenin asıl tadını orada alıyor.
Yıllar boyu buz gibi ruhsuz taş duvarlara
bakmaktan kendi duygularını kaybediyor şehir
insanı. Bu da iç sıkıntıları, ruhsal sorunları, dengesizlikleri ve duygusuzlukları getiriyor haliyle. Köylerimiz öyle mi? Her nereye baksa insanın içi açılıyor.
Gözünü nereye çevirse farklı renklerin, farklı duyguların peşine takılıyor insan. Ferahlıyor, rahatlıyor,
ruhunu doyasıya dolduruyor. İşte, o zaman her şeyi
başarabilecek gücü hissediyor.
Havası bile çok farklı şehirlerin. Gelişen
sanayi, insanı temiz havaya hasret bırakmıştır.
İnsanlar, şehirde sabah uyandıklarında bu boğucu
havanın sersemliğiyle uyanırken, köyde insanlar her
sabah büyük bir enerjiyle güne merhaba diyor.
Köyün o tozsuz, dumansız havasını ciğerlerine çekerek yaşadığının, nefes aldığının farkına varıyor
insan.
Yusufcuk
Türkçe Öğretmeni
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
13
Yusufcuk
I
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
Atatürk’e Mektup
Gözlerimi kapadım şimdi,
Atatürk’ ü hayal ediyorum.
Mektup yazsam ne olur;
Diye düşünüyorum.
Başladım yazmaya:
Atam lidersin,
Şafaktan şafağa.
Emeğin boldur,
Şu garip analara
“Türk’üm doğruyum”u
Sen aşıladın Türk ulusuna.
Korumak için topraklarımızı,
El ele verdin toplumla.
30 Ağustos’ta aldın zaferi,
Şenlikler başladı o an.
Mutlu ettin herkesi,
O gün bizdik coşkuyla,
Bayram yerine koşan
Cumhuriyet’le geldi yenilikler.
Başta verdin topluma özgürlüğü,
Türkiye Büyük Millet Meclisini açtın,
Bu güzel günü çocuklarla kutladın
Teşekkürler sana Ata’m!
Bu emeklerin karşılığında;
Bizler de koruyacağız vatanı,
Anlı şanlı bayrağınla.
Melek Sima Saçın
5/H
II
Yüzünü görsem diyorum,
Görebilir miyim sence?
O güzel hayalini,
Kurabilir miyim kendimce?
Gittin bir daha gelmedin,
Her gün yolunu gözledim,
Yurdum için akan kanı,
Herkese helal ettin.
Yoldaşınım hep senin,
Yurttaşıyım memleketimin,
Ve bu güzel yoldan
Ömrümce vazgeçmeyeceğim.
Ulusun, korkma demişsin!,
Senin yolundayken korkmam Ata’m!
Bu güzel memleketimi,
Pis düşmana harcatmam.
Ben senin yolundayım,
Dilimin arkasındayım,
Seni her hatırladığımda,
Güzel sözler yazarım.
Ben doktor olacağım,
Yurttaşını koruyacağım.
Senin o güzel yurduna,
Layık vatandaş olacağım.
Ata’m mektubumu bitiriyorum,
Sana rüzgarla yolluyorum.
Vatanımı kurtaran ellerinden
Hasretle, sevgiyle öpüyorum.
Ümmü Gülsüm TOPRAK
5/H
14
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
evren avçil
Nasıl hissedilmez geldiğin?
Sen gelince mutluluk gelir.
Halaylar senin için çekilir,
Hoş geldin Nevruz.
Seninle gelir doğaya bereket.
Seninle gelir bahar.
Üzüntüleri azaltarak,
Hoş geldin Nevruz.
Binlerce türkü kaynağısın.
Kaynar aşın ocağın,
Kimsesiz sıcak kucaksın.
Hoş geldin Nevruz.
Hüzün gider gelince sen,
Hayran kalır bütün beden.
Sevgi ekip bütün beden,
Hoş geldin Nevruz.
6-D
Yusufcuk
kader ilkhan
7-D
İnsanlar baharda temiz bir sayfa açarlar. Bu mevsimde hayata
farklı bir bakışla bakarlar. İnsanlar, ilkbaharın geldiğini duydukları an
da içleri ısınır, sevinirler. İşte, bunun için ilkbahar mevsimine büyük bir
önem verirler.
Yurdumuzda coşkuyla kutlanan bayramlar vardır. Bunlardan
birisi de Nevruz Bayramıdır. Peki, yurdumuzda Nevruz Bayramı nasıl
kutlanmaktadır? Hayatımızdaki yeri nedir? Niçin önem veriyoruz?
Nevruz Bayramı, ilkbaharın gelişi, yeni bir yıla girmek olarak
bilinmektedir. İlk olarak da İran’da kutlanmıştır. Sonra bu diğer ülkelere
de yayılmaya başlamıştır. Bu aynı zamanda bizleri de etkilemiştir. Böylelikle zaman ilerledikçe Nevruz Bayramı yaygınlaşmıştır. Yurdumuzda
ilkbaharın gelişi Nevruz olarak adlandırılır. Ama bu her ülkeye göre
değişmektedir. Bizim yurdumuzda genellikle tongal denilen ateş yakılarak insanlar bu ateşin üzerinden atlarlar, halaylar çekilip oyunlar oynanır. Nevruzun hayatımızdaki yeri bambaşkadır. Nevruz hazırlıkları on
gün önceden başlar. Evler temizlenir, silinir süpürülür. Sonra da uygun
bir yerde ateş yakılır. Ateşten atladıkları an da da dilek tutarlar. Ayrıca
Türklerde Nevruz Bayramına Ergenekon Bayramı da denir.
Nevruz gelenek ve görenekleri de göz önünde bulundurarak
ülkeden ülkeye değişiklik göstermektedir. Bazı ülkelerdeki kutlamalar
çok ilginç veya ilgi çekicidir. Bu bazen olumlu, bazen de olumsuzdur.
Bununla birlikte Nevruzun ismi de değişmektedir. Nevruz Bayramı barış
ve beraberlik içinde kutlanır.
15
Yusufcuk
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
FOTOĞRAF: Nuri Bilge Ceylan
EKTİĞİMİZ TOHUMLAR
“Dram yüklüdür bazı hayatlar…
Nasır yüklüdür bazı eller…
Acı yüklüdür bazı yürekler…
Mutsuzluk tüter dışarıdan sıcak görünen bazı bacalardan
Gözleri değil, yürekleridir yaşlı olan”
Hayat çarkı öyle sert ve acımasızca yontar ki bazı
küçücük yürekleri, yaşanmış değil yaşatılmış bir hayatın
ağırlığını taşır. “Belki” kelimesine olan inançlarını yitirdiklerinde “Keşke” nin çığlıklarını duymamak için setler çekerler yüreklerinin etrafına. Söyledikleri, söylemek istedikleri
değil söylenmesi gerekenlerdir. Yüreklerinin süzgecinden
geçmeden dökülür dudaklarından. Bu yüzden acımasızdır
sözleri, yavandır duyguları, öfkelidir bakışları. Boş döner
uzattığınız eller, okşadığınız başlar geri çekilir. Anlayamazsınız bu hırçınlığın, kızgınlığın sebebini, belki de düşünmezsiniz bile…
Çocuklar dünyaya geldiklerinde zihni, ruhu boş bir
levha, ekilmemiş bir tarla gibidir. Hangi tohumu ekerseniz
ilerde onu biçersiniz. Sevgi ekerseniz sevgi, öfke ekerseniz
şiddet biçersiniz.
Günümüzün en önemli problemlerinden, artık
alıştığımız alıştıkça duyarsızlaşmaya başladığımız konu
Şiddet. Evde, sokakta, televizyonda şiddeti gören izleyen,
yaşayan için şiddet normal bir olgu hatta bazıları için kendini ifade yoludur. Peki, ya çocukla rda?
Çocuklar “Dünya güvenli bir yer, ailem hep yanımda olacak
ve beni koruyacak.” temel inancıyla doğarlar. Dünyasında
16
Nurcan POLAT
Psikolojik Danışman
iyi-kötü, doğru-yanlış veya günahın net bir tanımı yoktur.
Yaşayarak öğrenir. Aile içinde sürekli şiddetle karşılaşan
çocuk durumu kavrayamamanın şaşkınlığındadır. Kafa
yorup zihninde bir yere oturtmak için çaba harcamaz. Hatta
öyle doğal, sevecen, sıcak ve neşeli davranırlar ki yüzlerindeki tokat izlerini, vücutlarındaki morlukları görmeseydiniz
inanmazdınız bütün bunları yaşayanın o çocuk olduğuna.
Işıl ışıl bakan gözleri, heyecanlı konuşmalarıyla gelecek
hayallerini anlatırlar size. Kendi çocuğunuzu düşünür yüreğinizden bir sızı yayılır bedeninize.
Bunu yapan evin erkeği (!) dir kimi zaman çocuk
televizyonun önünden geçtiği veya masadaki telefonuna
dokunduğu için. Telefonun çaldı demeye kalmadan tokadın
acısını hisseder yüzünde.
Kimi zaman da kendi babasından kocasından
gördüğü şiddetin acısını çocuklarından çıkaran annelerdir
bunu yapan. “O bunu çoktan hak etti, defalarca uyardım
her yöntemi denedim olmadı, sadece dayaktan anlıyor,
anne baba döver de sever de, dayak cennetten çıkmıştır (iyi
bir şey olsaydı oradan çıkarılmazdı sanırım)…” bunlar da
yaptıklarına uydurdukları kılıflar.
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
Yusufcuk
FOTOĞRAF: Nuri Bilge Ceylan
“Sevilmediklerini hissettikleri için kimseye güvenememişler,
Güvensiz bir ortamda toplumsallaşamamışlar,
Bekledikleri ilgiyi göremedikleri için kendilerini sevememişler,
Kendilerini sevemedikleri için kimseyi sevememişlerdir!”
(Tolstoy)
Siz hiç kendi yavrusunu tekme tokat döven hayvan gördünüz mü?
Kısacık boyları, ufacık yürekleriyle bu şiddete tepki
vermezler veremezler. Daha kötü olacağını bildiklerinden
seslerini bile çıkaramazlar gözlerden yaş akar sadece.
Bedenleri değil moraran, çürüyen, yara alan, küçücük
yürekleri… Sevginin yumuşaklığıyla dolu olan kalpleri
nefretin öfkenin sertliğiyle nasırlaşmaya başlıyor. Sevginin
yerini öfke aldıkça, hayata olan inançlarını yitirdikçe değişmeye başlıyor o minicik yürekleri. O sevecen, neşeli çocuk
değiller onlar. Gözlerinin içi gülmüyor ve heyecanla hayallerini anlatmıyorlar artık. İstedikleri yapılmayınca bağırıp
çağırıyor, kırıp döküyorlar. Onlar için kabul görmenin yolu
artık şiddet, öfke. Öfke ,ikincil bir duygudur aslında. Dışavurumudur üzüntünün, hayal kırıklığının, mutsuzluğun.
“Ben de artık bir bireyim” mesajından aileler de nasibini
almaya başlıyor. Eskiden donup kalan korkudan titreyen
çocuk karşı çıkmaya, baş kaldırmaya başlıyor. Artık onlar
da onu durduramıyor. Vücutlarındaki morlukların, kollarındaki izlerin nasıl olduğunu hiçbir duygu ifadesi olmadan
anlatıyorlar. Nasıl bu kadar duygusuz olduklarına şaşırıyorsunuz. Öfkedir artık tek duyguları öfkeliler annelerine,
babalarına, insanlara, hayata, kendilerine…
Romanlara konu olabilecek bir öyküleri var her
birinin. O romanın kahramanı biz olsaydık hikaye nasıl
olurdu bilinmez ama bilinen bir şey varsa her çocuğun
dünyaya masum doğduğu. Kişiliğini şekillendiren, davranışlarını etkileyen çevresi ve yaşadıkları. Şiddet, yüreğindeki duyguları dile getiremeyenlerin sözsüz çığlığıdır aslında.
Onları dinlemek, başlarını okşamak iyileştirmiyor
artık yaralarını, sönmüş umutlarını geri getirmiyor. Her gün
söylenerek beyinlerine kazınmış değersizlik hissinin izlerini silmiyor. Gözümüz aydın ekilmiş olan sevgisizlik, değersizlik tohumları toprağa kök salıp büyümeye başlıyor.
17
Yusufcuk
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
Karanlığın her yere yayıldığı,
Sessiz mi sessiz bir gece,
O gece boğaz üstünde,
Donanma var yüzlerce.
Yollarında ölümüne koşan canlarla,
Toprağın yoğrulmuştu; et ile kanla.
Silah yoktu koruduk seni dua ve imanla,
Sen hiç bitmeyen bir sevdasın Çanakkale.
Atalarım yatar senin koynunda,
Conkbayırı’nda, Arıburnu’nda;
Kim bilir nice yiğitler vardı çiçeği burnunda,
Onbeşlinin kara sevdasıdır Çanakkale.
Doğu’dan ve Batı’dan koştuk savaşa,
Savaştık yıllarca omuz omuza,
Düşmanın yarasını, saran atama;
Mezar oldu toprakların Çanakkale.
Püren GÜRSOY
Türkçe Öğretmeni
18
18 MART
BİR SEVDADIR ÇANAKKALE
Karanlık bulutlar gibi çöktü, topraklarıma düşman.
Her şey yapılmalıydı, tehlikedeydi vatan.
Can verdi hem benim, hem senin atan;
Türk’ün gönlünde bir sevdadır Çanakkale.
Bazıları uyuyor.
Kalkın kalkın, dediler!
Düşman deniz üstünde,
Boğazı geçmemeliler.
Karanlık aydın oldu,
Aydınlık kanla doldu.
Zafer kimin olacak?
Onlar bin, biz bir ordu.
Bu orduyu yöneten,
Büyük bir komutan var elbette.
Düşmanlar ne yapabilir?
Bu komutanın emri ölümse.
Dağları yerinden oynatan,
Top seslerine rağmen,
Korkmadı biri bile,
Ölümün soğukluğundan.
Ordular kararlı ve istikrarlı,
Düşünmediler ne kesiği ne yarayı.
Tarihe geçirildi bugün,
18 Mart 1915.
Turan ASLAN
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
MİZGİN KAYA
UYUM
BEN BİR SOKAK ÇOCUĞ
8-C
Ben bir sokak çocuğuyum. Sizin gibi okula gitmiyorum. Sizin gibi temiz elbiseler giymiyorum. Sizin gibi
şanslı değilim. Sizin hayatınız çok güzel, ya benim?
Ben küçükken babamı kaybettim, sonra da
annemi kaybettim Çok üzüldüm ve yetim kaldım. Yani
annesiz, babasız olarak sokak çocuğu olarak yaşamaya
başladım. Sizin anneniz sizin üşümenizi ve hastalanmanızı istemez. Küçük bir yara bile annenizin içini ağlatır.
Her gün size güzel yemekler yapar. Sizin sağlığınıza
önem verir. Ya ben? Ben sizin gibi şanslı değilim.
Şimdi gelelim baba konusuna. Babanız okumanızı ister.
Sizin istediğiniz her şeyi alabilir. Gezmek istediğiniz
yerlere götürür, size önlük, çanta, defter, kalem ve silgi
alır. Sizi okula gönderir, okuyup meslek sahibi olmanız
için. Siz de lütfen annenizin ve babanızın yüzünü güldürün, verdikleri emekleri boşa harcamayın. Okulunuza
devam edin ve bir mesleğe kavuşun. Ben sizin yerinizde
olsaydım, annemin ve babamın verdiği emeklere saygı
duyarak okuyup bir meslek sahibi olurdum. Ne yazık ki
ben bir sokak çocuğuyum! Sanki sokak çocuğu olmak
güzel bir şeymiş gibi… Sen benim yerimde olsan ne
olurdu: Üşürdün, temiz elbiselerin olmazdı; yırtık pırtık
elbiselerin olurdu. Ayakkabı yerine çıplak bir ayağın
olurdu. Okula gidemezdin, hep hastalanırdın; güzel
yemekler yiyemezdin, beğendiğin her şeyi elde edemezdin. Kısacası, annen baban olmasaydı sen de benim gibi
bir sokak çocuğu olurdun. Şu an çocuk olan herkese
sesleniyorum. Sana verilen emeklere saygı duy, sahip
olduğun her şeyin değerini bil! Ne şanslı olduğunu da
unutma!
Ben sokakta büyüdüm ve sokakta da çalışıyorum. Ayakkabı boyayarak yaşıyorum. Yatacak yerim de
yok. Eski bir evde yaşıyorum. Her akşam tenekenin
içinde yaktığım birkaç odunla ısınıyorum. Biriktirdiğim
paralarla kendime yiyecek alıyorum. Hayat hikayem
budur. Umarım söylediklerimden bir ders çıkarmışsınızdır. Sözlerimi unutmayın ve hoşçakalın!
Yusufcuk
GAMZE EKREK
HATIRLIYORUM
7-A
Gözlerim neden aşina bu manzaralara?
Neden birçok tatlı anıyı canlandıramayan belleğim
unutmuyor bir türlü bu bildik bu görüntüleri. Bedenimin canlı kameraları gözlerim, nasıl da hafızaya
yüklüyor hemen, hala barut kokan yanık cesetleri.
Hatırlıyorum, bir türlü unutamıyorum; sevgileri
yüreklerinde, gülüşleri dudaklarında asılı kalan
insanları.
Hatırlıyorum! O zamanlar yedi yaşında bir
çocuktum. Kapıları çalarak teyze ve amcalarımdan
imza istiyordum;”Çocuklar Öldürülmesin” diye.
Hatırlıyorum; Bağdat’ı, Musul’u annesi ve babası
öldürülen bir Irak çocuğuydum ben.
Hatırlıyorum; Gecenin yavaş yavaş güne
kavuştuğu bir andı. Akşam annemin süt kokan
göğsüne başımı koyarak dalmıştım uykuya. Kulaklarımda yankılanan korkunç gürültüyle uyandığımda
annem yoktu yanımda. Tenimde süt, havada barut
kokusu vardı. Ama annem yoktu, babam yoktu,
kardeşlerim vardı. Hepsi… Tüm Bağdat, Musul
yoktu. Kan vardı, duman vardı. Hala yanan otlar,
ağaçlar, hala yanan insan bedenleri vardı. Çığlık
çığlığa haykıran Bağdat, Musul vardı. Ama annem
yoktu, ailem yoktu, ben yoktum. Dünya yoktu.
Dünya kördü. Hiç kimseler işitmedi yüreğimin haykırışlarını. Dünya yumdu gözlerini, uyudu. Ben, tüm
kent, tüm yürekleri karartan bombaların sisleri
arasında kayboldum. İnsanlık kayboldu.
Kanayan yaraları sarmıyor hiç kimse. Ben tek
başıma sarmaya korkuyorum; ya yeniden
kanatılırsa…İnsanlık ilerliyor, teknoloji gelişiyor, çağ
atlıyoruz (!)
19
ENGELLİLER
Mizgin KAYA
Topladık kapakları.
Uzattık yardım elimizi.
Yetmezdi bu kadarı,
Başlattık kampanyaları.
Yetmez seviyorum demek,
Empati kurmak gerek.
Anladın mı şimdi ?
Engellilere ilgi gerek.
Cansu BİÇİCİ
8-A
Kurdum empatimi,
Anladım onların dilini.
Kurdum hayalini,
Gördüm hüzünlerini.
TEKERLEKLİ SANDALYEM
Her şey bir kaza sonucu başladı aslında,
Tekerlekli sandalyeye mahkum olmak.
Onunla yatıp, onunla kalkmak;
Bir kabus olsa gerek.
İnsanlar yüzüme bakıyor.
Hepsi bana acıyor.
“Ben de bir zamanlar sizler gibiydim;
Yürürdüm saatlerce, tek başıma gezerdim.
Ben de böyle olsun istemezdim.” der mimiklerim.
Kabullenmek zor olsa da;
Ben sol bacağı olmayan,
Bir engelliyim aslında.
Üzülmesin sevdiklerim, acımasın kimse bana!
20
Benim arkadaşlarım yürür, koşar.
Yalnız ben farklı…
İsyan etmiyorum aslında;
Ama inkar etmiyor da değil!
8-C
Yusufcuk
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
Görünce beni,
Mutlu oldu.
Yeniden doğdu,
Umutları, güneşi.
Kaybolsun içindeki hüzün.
Ağlama güzel çocuk!
Değmez ağlamaya,
Hayat armağandır sana.
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
İlk olarak satrancın ortaya çıkış hikâyesini aktararak satranca bakışınızı değiştirmek istiyorum. Rivayete göre kralın biri emri altındakilerden bir oyun yapmalarını ister ancak bu oyunun sıradan olmamasını ve bir
ders verir nitelikte olmasını istediğini de ekler. Bunun
üzerine vezirlerinden biri satrancı icat ederek kralın
huzuruna çıkar. Niyeti bu oyunla krala adamları olmadan
tek başına bir hiç olduğu ve onlarsız hiçbir iş yapamayacağını anlatmaktır. Kral bu oyunu ve vezirin bu yaklaşımını beğenir ve dile benden ne dilersen diyerek veziri
ödüllendirmek ister. Vezir hâlâ kralın alması gereken
dersi almadığını düşünerek sadece bir miktar buğday
Yusufcuk
istediğini belirtir ancak bunu satranç tahtasındaki 1.
kareye 1 buğday, 2. kareye 2 buğday, 3. kareye 4
buğday… Şeklinde bir sonraki karede bir önceki karenin
içindeki buğday tanesi sayısının iki katı olacak şekilde
istediğini söyler. Kendisi gibi ulu ve zengin bir kraldan
böyle ucuz bir istekte bulunduğu için sinirlenir ve hesaplayın bir tek tane dâhi fazla vermeyin, der. Adamları
hesaplamaya başlarlar ilk karelerde sorun yoktur
1,2,4,8,16,256… derken son kareye ulaştıklarında bu
işin şakasının olmadığını vezirin istediği buğday miktarının günümüz ülkemizin binlerce yıllık buğday üretimine denk geldiğini anlarlar ve kral gereken dersi almıştır.
Melahat GELMEZ
Sınıf Öğretmeni
SATRANCIN EĞİTİME KATKILARI
1. Kötü alışkanlıklar edinilmesine engel olur.
2. Planlı hareket etmenin gerekliliğini kavratır.
3.Süratli, doğru ve çabuk düşünebilmeye yardımcı olur,
olaylara doğru yorumlarla yaklaşabilme yeteneklerini
geliştirir.
4."Kendine güven" duygusu aşılar .
5.Kendi güç ve yeteneklerini daha iyi tanıyarak, bireysel
güç ve yetenekleri açığa çıkarmaya; bireysel ve doğru
kararlar alabilmeye yardımcı olur.
6. Kurallara uymayı, dostça oynamayı, kaybetmeyi
kabullenmeyi, kazananı kutlamayı öğretir.
Satrancın yararlarını gösteren bütün bu maddeler, Milli
Eğitimin de temel amaçlarındandır, Türk Milli Eğitimi’nin
öğrenciler tarafından kazanılmasını istediği temel
davranışlardır. Bu kadar pozitif etkisi olan bir araç kesinlikle bir 'Eğitim Aracı'dır.Yeryüzünde başka hiçbir araç,
bu kadar olumlu davranışların hepsini birden bireylere
kazandıramaz!
Öyleyse, çocuklarımızın olabildiğince küçük yaştan
başlayarak 'Kişilik gelişiminde satrancın pozitif etkilerinden yararlanma’ amaçlanmalı, çocuklarımızın olumlu
davranışlar sergilemelerini sağlamaya çalışmalı bu
amaç bir 'görev' olarak benimsenmelidir
21
Yusufcuk
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
MATEMATİK TARİHİ
Matematik insanlık tarihinin en eski bilimlerinden
biridir. Çok eskiden, Matematik sayıların ve şekillerin ilmi
olarak tanımlanırdı. Matematik de, diğer bilim dalları gibi,
geçen zaman içinde büyük bir gelişme gösterdi; artık onu
birkaç cümle ile tanımlamak mümkün değildir. Şimdi
söyleyeceklerim, matematiği tanımlamaktan çok, onun
çeşitli yönlerini vurgulayan sözler olacaktır. Matematik bir
yönüyle, resim ve müzik gibi bir sanattır. Matematikçilerin
büyük çoğunluğu onu bir sanat olarak icra ederler. Bu
açıdan bakınca, yapılan bir işin, geliştirilen bir teorinin,
matematik dışında şu ya da bu işe yaraması onları pek
ilgilendirmez. Onlar için önemli olan, yapılan işin derinliği, kullanılan yöntemlerin yeniliği, estetik değeri ve matematiğin kendi içinde bir işe yaramasıdır. Matematik,
başka bir yönüyle, bir dildir. Eğer bilimin gayesi evreni;
evrende olan her şeyi anlamak, onlara hükmetmek ve
yönlendirmek ise, bunun için tabiatın kitabını okuyabilmemiz gerekir. Tabiatın kitabı ise, Galile’nin çok atıf alan
sözleriyle, matematik dilinde yazılmıştır; onun harfleri
geometrinin şekilleridir. Bunları anlamak ve yorumlayabilmek için matematik dilini bilmemiz gerekir. Matematik,
başka bir yönüyle de satranç gibi entelektüel bir oyundur.
BAZI MANTIK SORULARI
SORU: 3, 3, 8, 8 sayılarını kullanarak 24 sayısını elde
ediniz.
NOT: Sayılar yan yana yazılmayacak.
ÇÖZÜM: 3 - 8/3 = 1/3
8 / (1/3) = 8 x 3/1 (bölme işlemi çarpmaya çevrilir.)
= 24/1 =24 şeklinde olacaktı...
SORU: Ali Baba’nın bir çiftliği varmış; hayvanlarının ikisi
dışında hepsi tavukmuş, ikisi dışında hepsi inekmiş, ikisi
dışında hepsi koyunmuş. Ali Baba’nın çiftliğinde kaç
hayvan vardır?
22
ÇÖZÜM: Bir tavuk, bir koyun bir de inek vardır.
SORU: 7defa 4 rakamını yazarak 100 sayısını elde ediniz.
ÇÖZÜM: 44+44+4+4+4 =100
ÜNLÜ TÜRK MATEMATİKÇİ
Cahit ARF(1910-1997)
1910 yılında Selanik'te doğdu. Yüksek öğrenimini
Fransa'da Ecole Normale Superieure'de tamamladı (1932).
Bir süre Galatasaray Lisesi'nde matematik öğretmenliği
yaptıktan sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nde
doçent adayı olarak çalıştı. Doktorasını yapmak için
Almanya'ya gitti. 1938 yılında Göttingen Üniversitesi'nde
doktorasını bitirdi. Yurda döndüğünde İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nde profesör ve ordinaryus profesörlüğe
yükseldi. Burada 1962 yılına kadar çalıştı. Daha sonra
Robert Koleji'nde Matematik dersleri vermeye başladı.
1964 yılında Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu
(TÜBİTAK) bilim kolu başkanı oldu.
Daha sonra gittiği Amerika Birleşik Devletleri'nde
araştırma ve incelemelerde bulundu; Kaliforniya
Üniversitesi'nde konuk öğretim üyesi olarak görev yaptı.
1967 yılında yurda dönüşünde Orta Doğu Teknik
Üniversitesi'nde öğretim üyeliğine getirildi. 1980 yılında
emekli oldu. Emekliye ayrıldıktan sonra TÜBİTAK'a bağlı
Gebze Araştırma Merkezi'nde görev aldı. 1985 ve 1989
yılları arasında Türk Matematik Derneği başkanlığını yaptı.
Arf, İnönü Armağanı'nı (1948) ve TÜBİTAK Bilim Ödülü'nü
kazandı (1974). Cebir ve Sayılar Teorisi üzerine uluslararası bir sempozyum ; 1990'da 3 ve 7 Eylül tarihleri arasında,
Arf'in onuruna Silivri'de gerçekleştirilmiştir. Halkalar ve
Geometri üzerine ilk konferanslarda 1984'te İstanbul'da
yapılmıştır. Arf, matematikte geometri kavramı üzerine bir
makale sunmuştur. Cahit Arf ,1997 yılının Aralık ayında bir
kalp rahatsızlığı nedeniyle aramızdan ayrıldı.
Süleyman DÜNDAR-Ekrem ORUÇ
Matematik Öğretmenleri
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
küresel ısınma
Küresel ısınma, dünya atmosferi ve okyanusların
ortalama sıcaklarında belirlenen artış için kullanılan bir
terimdir. Daha ayrıntılı açıklamak gerekirse; Dünyanın
yüzeyi güneş ışınları tarafından ısıtılıyor, ünya bu ışınları
tekrar atmosfere yansıtıyor; ama bazı ışınlar su buharı,
karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutuluyor. Bu da yeryüzünün fazla ısınmasına yol açıyor. Atmosferdeki metan
gazı ve karbondioksit oranı 400 bin yılın en yüksek
değerlerine ulaşmıştır.
Son dönemlerde fosil yakıtlarının yakılması,
ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle karbondioksit,
metan ve diazot monoksit gazların atmosferdeki yığılması artış gösterdi. Bilim adamlarına göre işte bu artış küresel ısınmaya neden oluyor.1860’tan günümüze kadar
tutulan kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın 0,5 ila 0,8
derece kadar arttığını gösteriyor.
Bilim adamları, son 50 yıldaki sıcaklık artışının
insan hayatı üzerinde fark edilebilir etkileri olduğu görüşünde. Üstelik geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşılıyor. Hiçbir önlem alınmazsa bu yüzyıl sonunda küresel
sıcaklığın ortalama 2 derece artacağı tahmin ediliyor.
Küresel ısınma; buzların erimesine, kuraklığa,
bazı türlerin yok olmasına; kısacası dünyanın dengesinin değişmesine neden oluyor.
Yusufcuk
BM RAPORUNA GÖRE:
Küresel ısınmanın 2,4 derece yükselmesi durumunda su sıkıntısı başlayacak, deniz seviyesi yükselecek. Gezegendeki canlı türlerinin %30’u yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacak.
Isınmanın 6,4 derece olması durumunda ise
milyonlarca insan uygun iklim koşullarında yaşamak
umuduyla göç edecek. Okyanuslarımız çölleşecek, su
sıkıntısı had safhada yaşanacak. Suda yaşayan bazı
hayvanlar(kutup ayısı, fok balığı vs.)tırmanacak buz
bulamayacak ve yüzmekten yorulup ölecekler. 50 yaşındaki insanlar susuzluktan 85 yaşında gibi gözükecek.
Avrupa’daki kıyı kentleri sular altında kalacak.
Küresel ısınma zamanımızın en önemli problemlerinden biridir. Bunun çözümünde birey olarak bize de
önemli görevler düşüyor. İşte, küresel ısınmayı durdurmak için yapmamız gerekenler:
1.Enerjiden tasarruf etmek.
2.Elektrikli aletleri uzaktan kumanda ile değil de kendi
düğmesinden kapatmak.
3.Bilgilenmek.
4.Ağaç dikmek.
5.Fazla miktarda yakıt tüketen araçlarla seyahat etmemek ve bu araçları kullanmamak.
6.Evler ısı kaybına karşın korunmalı.
7.Güneş enerjisine ağırlık vermek.
8.Organik ve yerel ürünler tüketmek.(Sera gazını azaltmak için)
9.Fabrikalarda filtreleme sistemini kullanmak.
Açıkçası bunlar almamız gereken önlemlerden sadece
bazıları. Daha iyi ve yaşanılır bir dünya için hepimizin
üzerine düşen görevi yerine getirmesi lazım.
Ferhat AYDIN 8-C
23
Yusufcuk
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
SBS
Hasan CAN
Türkçe Öğretmeni
SBS, sınavlarla geçen ömrümüzün önemli bir dönemeci
olsa gerek. Öğrencilerimizin bu sınav hakkındaki görüşlerini aldığımızda, karşımıza stresten başka bir şey çıkmıyor. Biz öğretmenler olarak, sınavların ne demek olduğunu iyi biliriz. Sınana sınana buraya kadar gelmişiz zaten.
Ama sınavı bir de öğrencilere soralım bakalım. Acaba
onlar hayatlarının bu masum çağında girecekleri ilk
önemli sınava nasıl bakıyorlar? Bu sınav kendilerini nasıl
etkiliyor ve onlar ömürlerinin baharını neyle geçiriyorlar?
Yeni olgunlaşmaya başlayan beyinleriyle, duygularıyla neler tasarlıyorlar? Güzel ve mutlu bir yaşam mı
düşlüyor yoksa sadece, iyi bir lise mi? Tüm geleceğimizi
kurtaracak dedikleri bir lise…Ne zor bir dönemde yakalamıştır onları bu sınav. Hayat A,B,C,D şıkları arasına sıkışmıştır artık onlar için. Yapmak isteyip de yapamadıklarını,
oynayamadıkları oyunlarını umarım tekrar elde ederlerTabii eğer yakalayabilirlerse ,bu altın çağlarını bir daha.
Giden çocukluk bir ömürdür aslında onlar için, farkında
olmasalar da...
Yukarıda ki soruların az da olsa bir kısım cevaplarını bulmak için 8. sınıf öğrencilerimizden SBS hakkında
bir şeyler karalamalarını istedik. Önemli gördüklerimizi
aşağıya aktardık. Görüşlerini yayımlayamadığımız arkadaşlarımızdan özür dileriz. İşte SBS hakkındaki yorumları:
24
ve öğrencilerin
düşünceleri
Sultan DEMİR (8-A): Ailem sekiz yıllık emeklerinin karşılığını bu sınavla istiyor benden. Yani beni iki saatle değerlendirecek bir sınav var ve ben buna göre muamele göreceğim. Bunu bir öğrencinin psikolojisi açısından siz
değerlendirin. Peki, sınav benim neyimi ölçüyor? Yeteneklerimi mi, bilgimi mi?.. Matematikçi olmak isteyen
biriyle oyuncu olmak isteyen biri aynı sınava giriyor.
Zeliha ORHAN (8-B): Bu sınav tüm öğrenciler için
bir umuttur. Benim için ise bir ışık. Eğitim, hayatımızı
aydınlatabilir. Sınav bize çabayı, zamanı iyi kullanmayı,
derslere çalışmayı öğretir bence. SBS’yi sadece bir hedef
olarak değil de hedefe ulaşırken kazandıklarımız olarak
görmeliyiz. Çünkü o bizi başka bir hayata bağlayabilir.
Bünyamin GÜNGÖR (8-B): SBS bizim için bir
hayat sınavı olmuş artık. Sanki, sınavı kazanınca bütün
dertler bitecek, dünyadaki tüm güzelliklerle tanışacağız
ve bizi bunalıma sokuyor. Bazen düşünüyorum da sınavı
kazandıktan sonraki kazançlarım sınavı kazanıncaya
kadar kaybettiklerimden daha mı önemlidir?
Ayşe YALÇIN (8-C): SBS bana göre bir amaç değil,
araçtır. Yani, istediğimiz liseyi kazanmamızda önümüze
çıkan bir engeldir. Bu engeli aşmak için tek yapmamız
gereken bol bol test çözüp öğrendiklerimizi tekrar etmektir. Bizim için en iyi kılıç, en iyi yumruk budur.
Ferhat AYDIN (8-C):Bu sınav benim için temeldir.
Eğer evin temelini sağlam atarsam 2 ve 3’üncü katları
rahatlıkla inşa edebilirim. O yüzden SBS önemli ama
gerekli mi bilmiyorum, bir basamaktır. Bugün SBS için
yaptığımız çalışma, geleceğimizi belki de teminat altına
alacaktır. Kendim için böyle önemli gördüğüm bir sınavın
süresi ise 120 dakika.
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
Mizgin KAYA (8-C): S, B ve S harflerini duyunca
birçok öğrenci irkilir. SBS nedeniyle öğrenciler stresli
olurlar. Aslında SBS’den korkmamalıyız. Çünkü SBS’den
yüksek puan çekersek iyi bir liseye gidebiliriz. Bunun için
de planlı bir şekilde kendimize gerçekçi hedefler koyarak
çalışmalıyız.
Rumeysa Nur IRGA (8-D): SBS her öğrenci için
kabustur ve belki de en korkulu rüyasıdır öğrencilerin.
Sanki savaş başlayacak ve biz kılıçlarımızı çekip saldırmaya başlayacağız. Savaştığımız kişilerin bazılarında
kılıç, bazılarında ise silah var. Biz kılıçlarımızı çekmeden
silahı olanlar tetiğe basacak ve başlamadan kaybetmiş
olacağız savaşı ve belki de çoktan kaybetmişiz. Kazanmak için kalemlerimizi iyi kullanmalı, korkulu rüyalardan
uyanmak için de çok çalışmalıyız.
Melek KAYA (8-E): Sınav, sınav, sınav… Bir keresinde arkadaşım şöyle bir olaydan bahsetmişti:”Ben
okuldan çıkınca eve gidip ders çalışırım. Bazen yemek
yemeyi bile unuturum. Yine böyle bir gün masa başında
uyuyakalmışım. Rüyamda, sınavdayım ve soruları çözerken elim ayağım titremeye başlıyor. Salon görevlisi
yanıma gelip beni sınavdan çıkarıyor ve eve ağlayarak
dönüyorum. Ama nasıl üzülmüşüm bir bilsen! Annemin
‘Yemek hazır!’ sesiyle uyandım; uyandığımda kitabım ise
sırılsıklam olmuştu.” Sanırım bu rüya, SBS’nin üzerimizdeki etkisini anlatmak için yeterlidir.
Yusufcuk
Kezban YAMAN (8-A): Bu sınav benim için hırs ve
emek demektir. Çünkü ‘Kazanacağım!’ demekle olmuyor.
Hırslı olmalıyız, emek harcamalıyız. Bu sınav tüm öğrenciler için bir umuttur. Bu yolda atacağımız her adım hedeflerimize biraz daha yaklaştıracaktır.
Yüsra AYDIN (8-A): Ben SBS’yi geleceğimin anahtarı olarak görüyorum. Geleceğimin kapısını açmam
içinse çok çaba sarfetmem gerek. Her nasıl olursa olsun
bu sınavı geçmeliyiz. Çünkü bu sınavı geçtikten sonra
benim için yeni bir hayat başlayacak.
Rahilet TEKİN (8-F): SBS’yi kazananlar biraz da
olsa geleceklerini garanti altına alırlar. SBS, YGS’nin
küçültülmüş bir hali gibidir ve SBS’yi kazanan YGS’de
zorlanmaz. Kazanmanın püf noktası ise yaptığımız yanlışları niçin yaptığımızı bilmektir. Bildiğimizi zaten biliyoruz
ve böylece bilmediğimizi de öğrenmiş oluruz.
Bilimsel araştırmalara göre sınav kaygısı, 15-20’li yaşlarda kronik strese, 50’li yaşlarda ise kalp hastalıklarına yol
açıyor.(Prof.Dr.Ahmet HAMULU-Hizmet Hastanesi)
Pınar ÇELİK (8-F): SBS’den beklentim yüksek bir
puan çekerek iyi bir lisede eğitim-öğretim görmektir.
Onun için elimdeki imkanlar ölçüsünde çok çalışıp çabalıyorum. Sadece diploma almak için okula gelenlerle aynı
okulu paylaşıp okumak gerçekten de zor. Bu yüzden
SBS’yi bizim için bulunmaz bir fırsat olarak görüyorum.
25
Yusufcuk
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
RÜZGARIN MAYASI
Solmaz yüreğimdeki ‘’Çanakkale Çiçeği’’ solmaz
hep kalır kan kırmızısı.
Nasıl solar, razı olur mu gönlüm?
Yüreğinizde bir kor mu vardı durmadan alevlenen vatan
sevgisi külünden? Kimse anlamaz sizi, siz kimse değilsiniz.
Çanakkale şehitleri, siz ölümsüzsünüz.
Çanakkale şehidi Koca Seyit, sana sesleniyorum; Ağır
gelmedi mi? O mermiler bir tüy gibiydi değil mi? Çok mu
seviyordunuz Çanakkale’nin sim ile işlenmiş bir kadife
kumaş misali gecesini? Kan rengi denizini mi severdiniz
Çanakkale’nin? Siz yüreğini severdiniz Çanakkale’nin. Sizi
mi çağırıyordu dalgalar? ‘’Ver kendini, al beni!’’diye. Hırçın
denizden hiç korkmadınız mı? Korkar mı insan yüreğinden,
gözünün nurundan? Geceleri üşüdünüz mü Çanakkale’nin
‘’narin’’ rüzgarından; yoksa o rüzgar, saçlarınızı okşayıp
topların çıkardığı seslere melodi mi yaptı? Bilmiyorum ki…
Rüzgarınızın adı aşk mıydı? O denizin, o akşamın, o melodilerin, o rüzgarın, o kaderin çocukları! ‘’Çanakkale’nin şehit
çocukları .’’ Benim yaşımda mıydınız yoksa daha mı küçük?
Ne fark eder ki ? Hiç korktunuz mu rüzgarın çocukları?
Yüreğinizden ağır değildi ki o mermiler. Yüreğinizde yılların
acımasız yüzü, kederleri, sevinçleri…Yüreğinizden hiç ağır
olur mu Rüzgarın Mayası Çanakkale?
E
Mehmet MEŞ7/A
26
23 NİSAN
Her yıl aynı gününde,
Kutlanır 23 Nisan.
Çocukların önünde,
Kutlanır 23 Nisan.
En mutlu günümüzdür,
23 Nisan Günü.
Her yeri dolaşmıştır.
Ata’nın şanlı ünü.
Yüzlerimizde gülücük,
Yanımızda Atatürk.
Eder bize öncülük,
23 Nisan Günü.
Şiirler okunur,
Oyunlar oynanır.
En mutlu gündür,
23 Nisan Günü.
Semanur TEKİN
5-C
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
Yusufcuk
KİTABIN
BURUKLUĞU
KİTAP
EN İYİ DOSTTUR
Kitap, içi yazılarla dolu olan bir araçtır. Bizlere bilgiler verir,
eğitir…Kitap; başka insanları anlamayı, tanımayı, sevgiyi ve hoşgörüyü
öğretir. Kitaplar bizi insanlara yakınlaştıran en kısa yoldur. Kitaplar her
zaman başarının ve eğitimin sırrıdır.
Kitaplarla başlar, görmediğimiz, sesini duymadığımız beyinlerle
iletişim. Kitap her harfiyle, her kelimesiyle ve her cümlesiyle bizleri
düşündürür. Kitaplar sessiz öğretmenlerdir. Kitaplar, ruhumuzu ısıtır.
Beynimizin kıvrımlarını harekete geçirir. Bizi kendine kaptırır. Kitabı
yalnızbaşına okumak en güzelidir. Çünkü ; kitaplar yalnız okununca
anlaşılır. Bir insan bir kitap okudu mu, o kitabı sevip sevmediğini kitap
okuyuşundan anlarız. Eğer ki kitabı sürekli okuyorsa, bilin ki o kitabı
sevmiştir bitirmeden de bırakmaz. Herkesin kitap hakkında algısı farklıdır. Kitabı hiç sevmeyen kitabı okumadığı için sevmez. Bu yüzden önce
kitap okumalı, ondan sonra sevip sevmediğimize karar vermeliyiz.
İnsanlar daha çok sevdiği konular üzerine kitap okumalıdır. Kitap
okuyan; illaki kitabın bir, iki cümlesinden bilgiler veya dersler çıkarır,
kazanır. Örneğin, macera kitabı okuduğumuzda oradan çıkaracağımız
konu, dünyada keşfedilmemiş olan konuları anlayıp yaşamaktır.
Kitaplar, her zaman küçük sırlar verir ve biz o küçük sırlarla
büyük sırlara ulaşabiliriz. Genellikle insanlar kitabın sonlarına doğru
konunun ne olduğunu anlamaya başlar. Halbuki bu böyle değildir.
Kitabın her bir cümlesinin arasına sıkıştırılmış sihirli cümleler vardır.
Tıpkı iki dağın arasından doğan güneş gibi… Bu cümleyi görebilmemiz
için kitabı anlamalıyız. Kitabı anlayabilmemiz içinde önce anahtarını
bulmalıyız.
Yüsra Aydın
8-A
Ben bir kitabın sayfası…
İçinde bin bir kelime,
Bin bir türde bilgi barındıran,
Bir bilgi kapısı.
Ben bir kitabın sayfası…
Her çevirişte ayrı bir heyecanın,
Olasılığı olmalı.
Kalplerde kalmanın,
zorluğunu unutmamalı.
Ben bir kitabın sayfası…
Zor da olsa içinde,
Bir hazine saklayan.
Derleyen, toparlayan;
İnsanlardır, beni okuyan.
Ben bir kitabın sayfası…
Ne yazık ki yırtılmış, yıpranmış.
Kelimeleri, heceleri, harfleri dağılmış.
Bir yığın, bir enkaz altında kalmış gibi,
Bodrumda saklanmış.
Ben bir kitabın sayfası…
Hikayemin hazin sonu…
Bir sobada, yanan kömürle birlikte.
Ya da bir çöpte,
Kağıt toplayan çocukları bekler.
Cansu Biçici
8-A
27
Yusufcuk
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
hayvanlarla empati kurmak
SERÇE KUŞU- Sedat Çiçek
6-D
Ben bir serçe kuşuyum. Bahçelerde, havuz başlarında su içerim. Benim yerimde olsaydınız anlardınız üzüntümü.
Ben insanlara hiç kötülük yapmadım. Sadece yavrularımı büyütmeye çalıştım. Birkaç kötü insan öldürdü benim yavrumu.
İnsanlar bana ve yavrularıma zarar vererek ailemin dağılmasına yol açtı. Sizden istediğim tek şey bize zarar vermek yerine
sevgi gösterin.
TAVŞAN- Zehra Yılmaz
7-D
Ben bir tavşanım. İnsanlar beni çok sever. Çok güzel hoplar, zıplarım. Önde iki sivri dişim, arkada top gibi kuyruğum var. Sivri dişlerimle gülücükler saçarım. Uzun uzun kulaklarım var. Çok hızlı koşarım. Havuç ve marul yerim. Ormanlar
yaşam alanımdır. İnsanlardan isteğim beni avlamamalarıdır. Beni seven insanlara da kuyruğumla selam ederim.
KELEBEK- Çiçek Tutuş 5-A
Ben bir kelebeğim. Ağaç kozasından çıkarım.
Ağaç yaprağını çok severim. Rengarenk kanatlara sahibim. Kırların içinde uçup oynamayı isterim. İnsanlar tarafından sevilirim. Bazı insanlar bana zarar verip kanadımı kırıyorlar. Avucunuzda tutarsanız hemen oracıkta ölüveririm. N e olur bana iyi davranın.
SOKAK KÖPEĞİ- Fatma Altın 6-D
Ben bir sokak köpeğiyim. Ama çok mutsuzum. Hep sokakta üşüyorum.
Bu yüzden soğuktan ve açlıktan bir yavrum öldü. Ben de ölmek üzereydim.
Çünkü çocuklar taş attı ayağıma. Ve ben can çekişiyordum. Sonra iyi bir insan beni gördü ve bana acıdı.
Bacağımı sardı, bana sıcak yuvasını açtı. Artık çok mutluyum.
28
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
Yusufcuk
SOKAK KEDİSİ- Gülseren Yıldırım 6-D
Ben bir sokak kedisiyim. Süt içmeyi istiyorum ama insanlar bana süt vermiyor. Sokakta çok üşüyorum. Evlerine almıyorlar. Her canlının bir hayali vardır. Benim de hayallerim var. Öncelikle bana sıcak yuvasını açacak bir sahibimin olmasını
isterdim. Sahibimle kaloriferin karşısında sıcacık bir odada süt içmek isterdim. Ayrıca sahibimin beni çok sevmesini isterdim. Bilirsiniz biz sokak kedileri sokakta çok zarar görürüz. Ne zaman sokakta gezmeye çıksam çocuklar beni taşlar. İnsanlardan isteğim bana sevgi ve ilgi göstersinler.
ASLAN- Mehmet Meşe 7-A
Ben ormanların kralı aslanım. İnsanlar beni cani ve kötü olarak bilirler. Aslında öyle değilim. İnsanların bir sözü var:
“Doğanın kanunu bu.”Evet, bu çok doğru. Ben insanlar gibi sebze, meyve yemem Hayvanları yiyerek beslenirim. Ben
hayvan yiyip beslenince insanlar bana hem iğrenç hem de acımasız der gibi bakarlar. Evet, acımasızım ama insanlar kadar
değil. İnsanlar benim yavrularım, kardeşlerimi alıp bir hiç uğruna satıyorlar. Bazıları gösteriş yapıp beni asıp kesiyor. Bize
et ürünleri getirmiyorlar. Şimdi söyleyin bana ben mi caniyim, yoksa insanlar mı? Bence, bizim doğaya birçok yararımız var.
Ama insanlar bunun bilincinde değil.
Bizim de bir canlı olduğumuzu unutmasınlar.
HOROZ- Evren Avçil 6-D
Ben bir horozum. Sahibim beni her zaman dövüştürüyor. Bir gün biz kaçak dövüş yapılan
bir mekana gittik. Orada ben dayak yiyordum. Bana para yatıranlar ‘’Hadi pis horoz dövsene şunu!‘’
diyorlardı. O anda polisler mekanı bastılar. Benim sahibimi ve bahisçileri tutukladılar. Beni ve
diğer horozu veterinere götürdüler. Çok şükür ki bir şeyimiz yoktu. Bizi dışarı bıraktılar. Benim sahibime ve bahisçilere
hayvanlara işkence etmekten çok ağır ceza verdiler. Siz siz olun hayvanlara zarar vermeyin. Bize ilgi gösterin yeter.
ÖRDEK- Gamze Baran 5-A
Ben bir sarı ördeğim.Vak! Vak! eder derelerde yüzerim,
bacaklarımla gezerim, herkesi çok severim. Gagam küçüktür benim.
tombişim. Vak! Vak! eder, kendimi över, etrafımdakilere neşe veririm.
renk renk çeşitlerimle toplu halde yüzerim. Çarpık
Sarı yumuşak tüylü, hafif kilolu
29
Yusufcuk
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
Mevsilerin
Prensesi
ZEHRA KAÇAR
BaharHAMİT İNALAK
7-D
Bahar çiçeklerin açtığı bir mevsimdir; insanın içini ferahlatmak
ve canlandırmak içindir. Yaşamın güzelliklerini görebilmektir. Bahar
mevsiminde çiçekler açar, böcekler gelir.
Hayata küsen insanları onarma mevsimidir bahar. Hayatla
barışmak, doğayı tanımaktır. Bahar insanların hayata bakış açılarını
değiştirme dönemidir. Bahar güzel kararlar alma mevsimidir; yeni işlere
başlamak ve yaşadıklarından zevk almaktır. Açıkçası bahar, insan
hayatının değerli parçalarından biridir.
Her sabah kuşların cıvıltısıyla uyanıyor, bahçeye çıkıp derin bir
nefes alıyorum. Her taraf yeşil bir örtüye bürünmüş, baharın enerjisiyle
işbaşına geçmiş insanlar. Ben ise oturmuş, kuşların cıvıltısını uzak
kaldığımız insanların seslerine benzetiyorum. Kuşlar daha özgür uçuyor
gibi gökyüzünde. Gökyüzü solmuş elbisesini üzerinden atmış; yepyeni,
masmavi bir elbise giymiş sanki. Bunu gören dağlar durur mu? Onlar da
kıskanmış gibi eski elbiselerini atmış üzerinden, yenisini hazırlıyor
kendine. Ve insanlar… Doğa gibi birbirlerini selamlayıp gülümsüyorlar
mı birbirlerine?
Mavi gök, yeşil dağlar, rengarenk çiçekler… Bütün bunlar, baharın gelişini değil de ömrümüzün baharını müjdeliyor sanki. Ve bize
“Mutlu olmaktan başka çare yok.” der gibi.
30
6-C
Mevsimlerin prensesidir bahar.
Güneş, yeşillik, huzur, sevgi, güzellik…
Bunlar da prensesin sadık dostları.
Bu sadık dostlar olmadan bahar
kuru bir ağaca benzer. Güneş gözlerimizi
kamaştırmadığı ve ılık hava yüzlerimizi
okşamadığı sürece bahardan haz almak
imkansızdır. Ovalardaki yeşilliğe bakınca
insanın içini sonsuz bir huzur kaplar. Ne
kadar güzeldir o temiz havayı solumak,
sağlığı ve mutluluğu içine çekmek; ama
ne yazık ki bunun değerini bilmeyenler de
var. Kötümser ve kalpleri nasırlaşmış bazı
insanları...
Prenses gelir de huzur, sevgi,
güzellik eksik olur mu? Herhalde bu
konukları sevmeyen, onlardan kurtulmak
isteyen insan yoktur bu dünyada. Sevgi ve
huzur bulaşıcı bir hastalık gibidir. Seven,
başkasının da sevmesine; huzurlu olan
da başka birinin huzurlu olmasına vesile
olur. Yani bahar mutluluk mevsimidir.
Biz insanlar ne prensesin ne de
dostlarının kıymetini bildik. Kocaman
binaların arasında yeşilliği; yorgun,
huzursuz insanların ortasında mutlu
olmayı unuttuk. Prenses hiç değişmedi;
lakin biz çok değiştik. Umarım eskiye
döndüğümüzde prensesi yerinde buluruz.
ELEŞTİRİ
Yusufcuk
şeker portakalı
Şeker Portakalı güzel bir romandı. Birinci ve ikinci bölümlerde kahramanımız her şeyi öğrenmek
istiyor. Etrafında ne görürse aklına kazıyor, hiçbir şeyi unutmuyordu. İşte, ben Zeze’nin bu yönünü çok
sevdim. Zeze kim mi? Aaa, siz daha okumadınız mı Şeker Portakalı’nı? Çok yazık. Hemen okumalısınız.
Neyse ben eleştirime geri döneyim. Hayal gücü de çok yüksekti. Ben bu hayal gücüne hayran oldum. Her
olayda konuyla ilgili hayallere dalıyordu. Üçüncü bölümde Zeze kendi kendine okumayı öğreniyordu. Bu
beni çok şaşırttı. Zeze kardeşiyle ilgileniyor, ona bildiklerini öğretiyordu. Bu çok güzel bir davranış.
Çünkü bazı çocuklar bırak kardeşleriyle ilgilenmeyi, annelerinin sözünü bile dinlemiyorlar. Zeze’nin bir
yönünü sevmedim. Çok yaramazlık yapıyor. Herkes küçükken yaramazlık yapıyor, tamam. Tamam, da
aşırı yaramazlık yapan çocukları kimse sevmez.
Zeze ilerleyen bölümlerde birçok arkadaş ediniyor. Arkadaş edinmek güzeldir. Ama arkadaşların iyi
insanlarsa. Zeze duygusal bir çocuk. Zeze son bölümde Portekizli bir adama küfrediyor. İşte, ben
Zeze’nin bu halini hiç sevmedim. Çünkü ben küfürden nefret ederim. Birinin küfür ettiğini duyunca çok
sinirlenir ve hemen oradan uzaklaşırım. Zeze’nin son bölümdeki haline çok üzüldüm. Bunun sebebini
okuyunca anlayacaksınız. Ben söylemeyeyim. Zeze hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve üzüntüsünden haftalarca
yataktan çıkmıyordu.
Zeze’nin ikinci arkadaşı bir şeker portakalıydı. İşte Zeze’nin bu harika hayal gücüne hayran
kaldım. Son cümleleri okurken, ağlıyordum. Zeze’nin sözleri içimde yankılanıyordu. Hala Zeze’nin sözleri aklıma geldiğinde gözlerim doluyor. Bunları bir kenara bırakalım da ben bütün bölümlerde Zeze’nin
hayal gücüne hayran kaldım.
Ben Şeker Portakalı kitabını okudum, çok sevdim. Size de bu kitabı okumanızı tavsiye ederim.
ı
l
a
k
a
t
r
o
p
r
e
k
şe
KİTAP HAYATTIR...
Yusuf Üzel
6-B
31
bunları
biliyor musunuz
Yusufcuk
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
TAVŞANLARIN KULAKLARI NEDEN UZUNDUR..???
Tavşanların kulaklarının büyük olmasını sebebi güçsüz yapılarıdır. Güçsüz oldukları için
her türlü tehlikeyi hemen duyma gereksinimleri vardır. Daha büyük ve açık kulaklar daha çabuk
duyar ,çok şeyi duyar.
Büyük kulaklar tavşanların serinlemesine de yardımcı olur. Çünkü tavşanlar terleyerek serinleyemezler. Kaçarken kulaklarındaki bol miktardaki kan rüzgarla serinler ve bedenine yayılarak tavşanı serinletir. Tavşanlar iki kere gebe kalabilir, yaklaşık 40 gün ara ile ikinci doğumu yaparlar.
Kesinlikle otoburdurlar. Yeşillik ve ot ile beslenirler. Tehlike anında kangurular gibi zıplayarak
kaçar ve her sıçrayışta 2 metre gidebilirler.
GÖZYAŞI NE İŞE YARAR…!!!
Gözde her zaman yaş bulunur kurumayı önler. Gözyaşı ise gözün temizlenmesini
sağlar.Loş ışıkta gözbebekleri büyürken,çok parlak ışıkta gözbebekleri küçülür.Gözlerimizdeki
gözyaşı bezlerinin salgıladığı,tuzlu bir sıvıdır.Gözyaşı,göz küresinin kendi boşluğu içerisinde
hareket etmesine yardımcı olur.Üzerine konan tozları ve yabancı maddeleri siler.Gözün temiz ve
nemli kalmasını sağlar.Gözyaşının fazla sürekli olarak solunum sırasında incecik bir kanalla
burnumuza akar.Ağladığımız zaman çok olan salgı ,gözümüzden akıp,yanaklarımızdan
süzülür.Gözlerimiz hiçbir zaman büyümez.
İCATLAR
Güneş gözlüğü: 1952’de James Ayscough, güneş gözlüğünü icat etti. İlk güneş camları
kullanımı tavsiye edilmektedir. Daha sonra Edwin Hland ilk selofenli polarize edilmiş, camlı
güneş gözlüklerini üreterek güneş gözlüklerinde yeni bir dönem açmıştır.
Çay makinesi: 1923’te Arthur Large, tehlike yaratmadan suyla temas edebilen bir makine geliştirdi. Böylece ilk elektrikli çay makinesi doğdu ve bir çığır açtı. Çaydanlığın tabanında bulunan elektrikli ısıtıcı suyu ısıtıyordu. Bu ısıtıcı bir boru içinden geçen telden oluşuyor ve su çabucak ısınıyordu.
Paraşüt: Leonardo Da Vinci 1452—1515 yılları arası yaşamıştır. 1502 yılında insanın uçmasını
sağlayan bir araç tasarımı yaptı. 1880’lerde ABD’de ipekten katlanabilir paraşüt yaptı.
Teleskop: İlk teleskopu bulan Hollandalı gözlükçü Hans Lippershey’di. 1570-1619 yılları arasında
yaşamıştır. 1668’de İngiliz bilim adamı İsaac Newton uzaktan görünmeyen maddeyi teleskop
sayesinde görmüştür.
Mikroskop: İlk mikroskobun icadı 16.yy sonunda Hollandalı Hans Jansenn tarafından gerçekleştirildi. İngiliz mucit Robert Hooke’la beraber bulmuştur. Hans Janssen 1635-1703 yılları arasında
yaşamıştır.
32
Ayşe YALÇIN 8/C
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
Yusufcuk
BİLMECE
Sürahi bardağa ne demiş?
Cevap: Sen olmasan içimi kime boşaltırım, demiş
Sarımsak aşçıya niçin kızar?
Cevap: Kendisini dövdüğü için.
KOMİK SÖZLER
Yılanın ağzına düşen karınca ne demiş?
Cevap: Uzun ince bir yoldayım.
-Bana karneni söyle, ben de babanın tansiyonunu söyleyeyim.
-Bitkisel hayata girdim, maksat yeşillik olsun.
-Sekiz zayıflı bir karne bulan, insaniyet namına çöpe atsın.
-Sigara içme, torununu gör; sigara iç, dedeni gör.
-Bukalemunun ikiz yavruları olmuş isimleri: şukalemun, okalemun
-Her şey üst üste geliyorsa, ters yola girdin demektir.
-Öğrenci aşık olursa, dersler balayı olur.
-Kopya bir sanattır; ama bizim hocalar sanattan anlamıyor.
Sarı, sıra dişleri var, ince uzun saçları var?
Cevap: Mısır.
Bir kuyum var, iki türlü suyum var?
Cevap: Yumurta.
Minarede ses, Ölümsüz nefes?
Cevap: Ezan.
Kağıt kaleme ne demiş?
Cevap: Üzerimde gezinme gıdıklanıyorum.
Ayağı var yürümez, yemek gelir yiyemez.?
Cevap: Masa.
Yeter KARADAĞ
7/A
Soba buzdolabına ne demiş?
Cevap: İçim yanıyor.
Gülbahar Aslan
7-D
Kız Kalesi
Erdemli Korikos sahil kalesinin 200 m. açığındaki
küçük adacık üzerindeki kaleye Kız Kalesi denir. Büyük
bölümü ayakta olan Kız Kalesinin kuzey ve güney uçları
sekiz kuleyle korunmuştur. Kalenin dış çevre uzunluğu 192
m.dir. Kızkalesi ile sahildeki kale denizden bir yolla
bağlanmış, denizden gelecek saldırılara karşı önlem
alınmıştı. Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından 1448 yılında onarılan Kız Kalesi bugün İçel turizminin sembolü
haline gelmiştir.
Korikos'ta yaşayan Krallardan biri, bir kız çocuğu
olsun diye gece gündüz Tanrıya yakarmaktadır. Sonunda
dileği yerine gelir ve kız büyüdükçe güzelliği ve yardımse-
EMİNE CEYLAN
5-G
verliği ile herkesin sevgisini kazanır. Günlerden bir gün
kente bir falcı gelir. Kral onu saraya çağırtır, kızının geleceğini öğrenmek ister. Falcı prensesin eline bakınca irkilir
ama bir şey söylemez. Kral zorlayınca, Kralım Kızınızı bir
yılan sokacak, bu yazgıyı hiçbir şey bozamayacak, siz dahi
engel olamayacaksınız, deyip oradan ayrılır. Kral, kıza bir
şey söylemez ama düşüncelere dalar. Sonunda kıyıya
yakın küçük bir adacık üzerinde, ak taşlardan bir kale
yaptırmaya karar vererek kaleyi yaptırır ve kızını buraya
kapatır. Olan biteni bilmediğinden kızı üzülmekte, günden
güne eriyip gitmektedir. Günün birinde saraydan kaleye
gönderilen bir üzüm sepetinin içinden çıkan bir yılan kızı
sokar ve öldürür.
33
Yusufcuk
r
e
l
i
bb oo şş bb ii ll gg i l e r
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU YAYINI
.Bir yılan üç yıl uyuyabilir.
.Bal bozulmayan tek gıdadır.
.Ördeğin sesi yankı yapmaz.
.Deniz yıldızının aklı yoktur.
.İnsan yılda en az 1460 rüya görür.
.İçtiğiniz sular en az üç milyar yaşındadır.
.Karıncalar iki hafta su altında yaşayabilirler.
.Dünyada insanlardan çok tavuk var.
.Sineklerin beş tane gözleri vardır.
.Bir sineğin hızı saatte 8 km’dir.
.Kirpiler suda batmaz.
.Kutup ayıları solaktır.
.Zürafanın ses telleri yoktur.
.Yunuslar bir gözü açık uyurlar.
.Develerin üç tane kaşı vardır.
.Istakozların kanı mavi renktedir.
.Fil zıplamayan tek memelidir.
.Sığırların dört tane midesi vardır.
.Sivrisineklerin kırk yedi dişleri vardır.
.Coca-Colanın orijinal rengi yeşildir.
.Sümüklü böceklerin dört tane burnu vardır.
.Atlar bir ay kadar ayakta kalabilirler.
.2600 kadar kurbağa cinsi vardır.
.Timsahlar dilini dışarı çıkarmazlar.
.Yetişkin bir ayı at kadar koşabilir.
.Baykuş mavi rengi görebilen tek hayvandır.
34
Merve Göz
7-A
Çok eski zamanlarda, Çin’de Pin-Man adında bir genç kız yaşarmış. Bu gencin en büyük tutkusu kimsenin yapamayacağı bir iş
yapmakmış.
Günlerce düşünmüş taşınmış. ‘’Acaba ben ne yapabilirim ?‘’
diye. En sonunda ejderha avcısı olmaya karar vermiş. Çünkü çevresinde çeşit çeşit avcı olmasına rağmen ejderha avcısı yokmuş. Ama nasıl
öğrenecekti ejderha öldürmeyi?
Herkese sormuş ‘’Ejderha öldürmesini bilen var mı?’’ diye.
Biri çıkmış, köyün ilerisindeki ormanda Ma-Pen adında bir
ejderha avcısının yaşadığını öğrenmiş. Günlerce aramış ve en sonunda Ma-Peni bulmuş.
-Bana ejderha öldürmesini öğretir misiniz? Ma-Pen:
-‘’Bu çok güç bir iştir, diye yanıtlamış. Ejderha öldürmeyi
öğrenmek için çok ama çok çalışman gerekli. Çok da ağır koşulları var.
Sen buna katlanabilir misin?’’ diye sormuş
-Ne derseniz yapmaya hazırım demiş Pin-Man .
-Öyleyse 5 yıl hiç çıkmamacısına ormanda kalacaksın. Gene 5
yıl okuyacaksın ve bana çok para vereceksin.
Pin-Man adamın dediklerinin tümünü yapmış. 5 yıl ormanda
kalmış. 5 yıl sürekli okumuş ve tüm parasını da Ma-Pen’e vermiş. Ejderha öldürmeyi öğrendikten sonra büyük bir gururla köyüne dönmüş.
Bütün parasını Ma-Pen’e verdiği için iş bulması gerekiyormuş. Gitmiş
bir tüccarın kapısını çalmış.
-Ben çalışmak istiyorum. Bana iş verir misiniz?-Tüccar: Ne iş
yaparsın diye sormuş
-Ejderha öldürürüm, diye yanıtlamış Pin-Man
-Şimdilik gereksinim yok ama gerekirse ben seni çağırırım, diye yollamış tüccar Pin-Man’ı.
Pin-Man günlerce iş aramış köyde ama kimse iş vermemiş bu
‘’ejderha avcısına ‘’Bu arada, Pin-Man gittikten sonra köylülerde kendi
aralarında alay ediyorlarmış. ‘’Yahu ejderha diye bir şey olur mu hiç? Ne
aptal bu adam ‘’diye
Günler geçmiş… Aylar geçmiş… Yıllar geçmiş…
‘’Ejderha Avcısı ‘’ kendine iş bulamamış. Yoksulluk içinde yaşlandığı
zaman gerçeği anlamış. ‘’İnsanlar gerekli bilgileri öğrenmeli ve bu
bilgileri kullanarak çevrelerine yararlı olmalı. Boş bilgilerle hiç bir şey
yapılmaz.
Hilal Şahin
7-D
kitap gelecektir
YUSUF BAYIK İLKÖĞRETİM OKULU
sanata evet
Yusufcuk

Documentos relacionados

Aşk ve Gurur - Vivo-Book

Aşk ve Gurur - Vivo-Book Sekiz çocuklu bir ailenin kızıydı; babası Hampshire'da papazdı. Abbey Okulu'na gönderilen Austen, daha sonra eğitimini evde sürdürdü. Kiliseye girmeden önce bir bilim adamı olan babası kızlarının o...

Leia mais

projenin adı - Malatya İl Milli Eğitim Müdürlüğü

projenin adı - Malatya İl Milli Eğitim Müdürlüğü SBS: Konu anlatımlı kitaplar ile (Türkçe, Matematik, Sosyal, Fen Bilimleri), soru bankası kitabı, yaprak test ve deneme sınavı için öğrenci başına toplam: 200 TL’nin alınması, YGS/LYS: Konu anlatım...

Leia mais