romancı yönüyle herta müller - Ankara Üniversitesi Açık Erişim Sistemi

Transcrição

romancı yönüyle herta müller - Ankara Üniversitesi Açık Erişim Sistemi
T.C.
ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
ALMAN DĠLĠ VE EDEBĠYATI
ANABĠLĠM DALI
ROMANCI YÖNÜYLE
HERTA MÜLLER
Doktora Tezi
Yüksel Gürsoy
Ankara- 2013
1
T.C.
ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
ALMAN DĠLĠ VE EDEBĠYATI
ANABĠLĠM DALI
ROMANCI YÖNÜYLE
HERTA MÜLLER
Doktora Tezi
Yüksel Gürsoy
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Battal Arvasi
Ankara- 2013
2
T.C.
ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
ALMAN DĠLĠ VE EDEBĠYATI
ANABĠLĠM DALI
ROMANCI YÖNÜYLE
HERTA MÜLLER
Doktora Tezi
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Battal Arvasi
Tez Jürisi Üyeleri
Adı Soyadı
Ġmzası
Prof. Dr. Battal Arvasi
…………………………..
Prof. Dr. Osman Toklu
…………………………..
Prof. Dr. Dursun Zengin
…………………………..
Doç. Dr. Ünal Kaya
…………………………..
Yrd. Doç Dr. Nihat Ülner
…………………………..
Tez Sınav Tarihi
…. / … / 2013
3
TÜRKĠYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜGÜNE
Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranıs
ilkelerine uygun olarak toplanıp sunuldugunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin
geregi olarak, çalısmada bana ait olmayan tüm veri, düsünce ve sonuçları andıgımı
ve kaynagını gösterdigimi ayrıca beyan ederim.
(…/…/2013)
Tezi Hazırlayan Ögrencinin
Adı ve Soyadı
Yüksel Gürsoy
İmzası
……………………….
4
0. GĠRĠġ
Bu çalışma, Alman edebiyatının önemli adlarından Herta Müller (1953-….)
ve romanları üzerinedir. Yazarın şimdiye kadar yayınladığı Der Fuchs war damals
schon der Jäger, Herztier, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet ve Atemschaukel
adlı romanları mevcuttur.
Edebiyat veya herhangi bir sanatsal alanla uğraşan bir sanatçının sanatını,
dolayısıyla imgesel yapıtlarını etkileyen, yön veren ve oluşumuna sebep olan birçok
etken vardır. Bu etkenlere genel olarak onun hayatı boyunca yaşadığı deneyimler
diyebiliriz. Bir sanatçının yaşantısı kuşkusuz onun yapıtlarıyla çok yakın bir ilişki
içersindedir. Bu yüzden sırasıyla ilk önce Herta Müller‟in biyografisine, edebiyat
uğraşıyla bağlantılı olarak detaylı bir şekilde romanların ana sorunlarına, figürlerine,
motiflerine, konularına, üslup ve yapı özelliklerine yer verilecektir.
Müller, 21. yüzyıl Alman edebiyatının önemli yazarlardan biridir. Türkiye‟de
Alman Edebiyatı‟ndaki diğer Nobel ödülü alan yazarlar kadar tanınmamaktadır.
Herta Müller‟i araştırarak, Türk akademik çevrelere tanıtarak, batı filolojilerinin asıl
amacının Türk edebiyat bilimine katkıda bulunmak düşüncesine de hizmet etmiş
olacağımı ümit ediyorum.
5
1. METOT
Bu çalışmada metne bağlı inceleme yöntemi ve metin dışı inceleme yöntemi
kullanılacaktır.
Romanlardaki sorunları, motifleri, konuları, yapı ve üslup özelliklerini tespit
etmek için metne bağlı inceleme yöntemini kullanacak ve bunları tespit ettikten sonra
çalışmayı daha derin anlayabilmek ve açıklayabilmek için, metin dışı inceleme
yönteminden de faydalanılacaktır. Çünkü bir edebi yapıttaki özelliklerin arkasındaki
anlamı
yakalayabilmek
için
metnin
kendisi
her
zaman
yeterli
verileri
barındırmayabilir. Bunun için metne bağlı inceleme yönteminin tamamen dışladığı
unsurlardan da yararlanmanın doğru olacağını düşünüyorum. Böylece romanlardaki
gizli anlamların daha belirgin biçimde ortaya çıkarılması mümkün olacaktır.
Şimdiye kadar yapılmış olan yüksek lisans ve doktora tezlerini incelediğimde,
Herta Müller ve romanlarını konu eden her hangi bir çalışma yapılmadığını tespit
ettim. Bu çalışmanın Herta Müller‟in Türkiye‟de daha iyi anlaşılmasına katkı
olacağını umuyorum.
6
ĠÇĠNDEKĠLER
0.
GİRİŞ ................................................................................................................................. 5
1.
METOT.............................................................................................................................. 6
2.
KONUYLA İLGİLİ ARAŞTIRMALAR ..................................................................................... 9
3.
HERTA MÜLLER .............................................................................................................. 18
3.1
HAYATI, GİZLİ POLİS TEŞKİLATININ VE ROMANYA’DAKİ BANAT BÖLGESİNİN
HAYATINDAKİ ÖNEMİ......................................................................................................... 18
3.2.
4.
5.
EDEBİYAT DÜNYASINDAKİ YERİ VE SANATININ GÜNÜMÜZ İÇİN ANLAMI ............. 28
ROMANLARIN ANA SORUNLARI ..................................................................................... 36
4.1
SAVAŞ SONRASI VE SÜRGÜN ................................................................................. 38
4.2.
ÇAVUŞESKU REJİMİ ................................................................................................ 45
4.2.1.
KOMÜNİST ROMANYA’SI ............................................................................... 45
4.2.2.
AHLAKSIZLIK VE DOSTLUK .............................................................................. 60
4.2.3.
GİZLİ POLİS TEŞKİLATI (SECURİTATE).............................................................. 72
ANA FİGÜRLER................................................................................................................ 79
5.1. ÇOCUKLAR ................................................................................................................... 79
5.2.
5.2.1.
KADIN FİGÜRLER ............................................................................................ 85
5.2.2.
ERKEK FİGÜRLER............................................................................................. 91
5.3.
6.
7.
8.
GENÇLER................................................................................................................. 85
YAŞLILAR............................................................................................................... 103
ANA MOTİFLER ............................................................................................................. 105
6.1.
AİLE....................................................................................................................... 105
6.2.
AHLAK................................................................................................................... 110
6.3.
ALKOL ................................................................................................................... 113
6.4.
AÇLIK .................................................................................................................... 117
6.5.
TAKİP EDİLME ....................................................................................................... 123
6.6.
İNTİHAR ................................................................................................................ 124
ROMANLARIN KONUSU................................................................................................ 128
7.1.
DEVLET TERÖRÜ / DİKTATÖRLÜK ......................................................................... 128
7.2.
II. DÜNYA SAVAŞI SONRASI ALMAN AZINLIĞIN KADERİ....................................... 133
ÜSLUP ÖZELLLİKLERİNE ETKİ EDEN FAKTÖRLER ........................................................... 140
8.1.
ÜSLUP ÖZELLİKLERİ .............................................................................................. 144
8.1.1.
DİL ÖZELLİKLERİ ............................................................................................ 144
7
9.
8.1.2.
SEMBOLLER .................................................................................................. 148
8.1.3.
SÖZCÜK SEÇİMİ ............................................................................................ 154
8.1.4.
LEİTMOTİF TARZI TEKRARLAR ...................................................................... 156
8.1.5.
NEOLOGİSM ................................................................................................. 159
8.1.6.
YABANCI DİL ÖGELERİ .................................................................................. 162
8.1.7.
BETİMLEMELER ............................................................................................ 165
8.1.8.
KİŞİLEŞTİRME ................................................................................................ 168
8.1.9.
KELİME TEKRARI ........................................................................................... 170
8.1.10.
ŞARKI MONTAJI ............................................................................................ 172
8.1.11.
GROTESK ...................................................................................................... 174
8.1.12.
HİCİV ............................................................................................................. 176
8.1.13.
METAFOR ..................................................................................................... 177
8.1.14.
BATIL İNANÇLAR ........................................................................................... 181
ROMANLARIN YAPI ÖZELLİĞİ ....................................................................................... 185
9.1.
YİRMİDÖRT SAAT ROMANI .................................................................................. 185
9.2.
GERİYE DÖNÜŞ TEKNİĞİ ....................................................................................... 187
9.3.
BİLİNÇ AKIMI ........................................................................................................ 190
10. SONUÇ .......................................................................................................................... 192
11. KAYNAKÇA .................................................................................................................... 196
11.1.
BİRİNCİL KAYNAKLAR ....................................................................................... 196
11.2.
İKİNCİL KAYNAKLAR .......................................................................................... 197
11.3.
İNTERNET KAYNAKLAR ..................................................................................... 205
ÖZET ..................................................................................................................................... 208
ABSTRACT............................................................................................................................. 210
8
2. KONUYLA ĠLGĠLĠ ARAġTIRMALAR
Herta Müller hakkında yapılmış olan çalışmaları incelediğimde, gerek
Türkiye‟de gerekse yurtdışında yazarı veya romanlarını ayrıntılı olarak ele alan,
romancı yönünü değerlendiren hiçbir araştırmanın yapılmadığını tespit ettim. Bu
yüzden yazarın romanlarını bir analize tabi tutmakla çalışmamın orijinal yönünü
oluşturmaktayım. Tezimin şimdiye kadar Herta Müller hakkında yapılmış olan
araştırmalar arasındaki yerini belirlemek için mevcut çalışmaları kısaca gözden
geçirmek istiyorum:
2000 yılında Almanya Philipps-Universität Marburg Germanistik bölümünde
Nina Brodbeck tarafından yapılmış olan “Schreckensbilder zum Angstbegriff im
Werk Herta Müllers” başlıklı doktora tezi 3 ana bölümden oluşmaktadır.
Çalışmanın birinci bölümünde yazarın Almanya hakkında olan Meine Finger,
Das Fenster, Die Grabrede ve Der deutsche Scheitel und der deutsche Schnurbart
adlı hikayeleri incelenmiştir. Doktora tezinin ikinci bölümünde Diktatörlük üzerine
yazılmış olan Schwarzer Park ve Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet adlı
eserler incelenmiştir. Bu bölümde roman incelemesi yapıldığından dolayı çok
ayrıntılı bir figür tahlili de yapılmıştır. Tezin üçüncü bölümünde ise özgürlük konusu
üzerine yazılmış olan Reisende auf einem Bein adlı eserin incelemesi yapılmıştır.
Herta Müller üzerine Grazziella Predoiu tarafından 2000 yılında “Faszination
und Provokation bei Herta
Müller: Eine thematische und motivische
Auseinandersetzung“ başlıklı doktora tezi Lucian-Blaga-Universität Hermannstadt
Romanya‟da yazılmıştır. 2001 yılında Almanya‟da Peter Lang Verlag tarafından
kitap olarak yayımlanmıştır. Herta Müller‟in 1999 kadar yazdığı eserlerin tema ve
9
motif analizi yapılmıştır. Yazar Herta Müller‟i 1945 sonrası Romanya-Alman azınlık
edebiyatı sınıfına dahil etmektedir. Grazziella Predoiu, Müller‟i olumsuz memleket
roman yazarı olarak da görmektetir. Yazar, Müller‟in uslüp özelliğini Romen diline
borçlu olduğunu ve bunu en çok resim, semboller ve metafor kullanarak yaptığını
söylüyor.
Bogdan Mihai Dascalu tarafından yazılan “Aspekte der Fremdheit in Herta
Müllers Erzählungen” adlı makale Temeswarer Beiträge zur Germanistik, Cilt 3,
Mirton Verlag tarafından 2001 yılında yayınlanmıştır.
Dascula, Müller‟in Romanya‟da yayınlanan Niderungen (1982) ve Drückender
Tango (1984) adlı 2 hikâyesini dikkate almıştır. Her iki hikâyede Romanya‟daki
Alman azınlık anlatılmaktadır. Araştırmacı, Müller‟in bu iki eserinde anlatıcının
masum bir çocuk olduğunu ve olayların üç farklı mekânda; aile, köy ve köy dışında
gerçekleştiğini vurgulamaktadır. Bu üç mekân bir çocuğun bakış açısı tarafından
anlatılmaktadır, köy de yaşayanlar farklı yerlere ve bilhassa şehre gittiklerinde
yabancılık çekmekte ve bu yabancılık bilhassa çocuklar için korku verici boyuttadır.
Köy ve şehirde konuşulan dil farklıdır. Köy‟de daha çok argo ve dialekt
konuşulmaktadır. Sonuç olarak köy dışına çıkan köylüler sanki yabancı bir dünyaya
yolculuk yapmış gibi hissederler kendilerini.
Herta Müller hakkında yazılan bir diğer kitap “Sprache und Identität :
literaturwissenschaftliche und fachdidaktische Aspekte der Prosa von Herta
Müller“ adlı doktora tezidir. 2002 yılında Ludwig-Maximilian-Üniversitesi
Münih‟de
Carmen Wagner tarafından tamamlanmış ve aynı yıl Igel Verlag
Wissenschaft tarafından yayınlanmıştır.
10
Çalışma 5 bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm eserin giriş bölümü olup
Romanya‟daki Alman azınlıklar ile ilgili bilgiler içermektedir. İkinci bölüm Herta
Müller‟in hayatını ve eserlerini kapsamaktadır. Üçüncü bölümde ise gençlerin ve
çocukların edebi sosyalleşmesi ile ilgili teorik bilgiler verilmektetir. Dördüncü
bölümde Herta Müller‟in eserlerinin edebiyat dersleri için ne kadar uygun olduğu,
anket ve deneyler yapılarak test edilmiştir. Son bölümde teori ve uygulama
karşılaştırılarak bir sonuca varılmaya çalışılmıştır.
Wagner, Müller‟in eserlerinde sık sık geri dönüşler, hatıralar ve tekrarlamalar
şeklinde montaj tekniğini kullandığını ve öğrencilerin bundan rahatsız olduğunu ve
metni anlamada zorluk çektiklerini belirtmektedir. Ayrıca Wagner artgönderim,
metafor, parataxis, chiasmus ve paralellik gibi retorik figürlerin Müller tarafından
kullanılmasının öğrencilerde ilk önce metne karşı bir yabancılık, güvensizlik ve daha
sonra bir ilgi uyandığını vurgulamaktadır.
Bogdan Mihai Dascula‟nın “Held und Welt in Herta Müllers Erzählungen”
adlı kitabı 2004 yılında Verlag Dr. Kovac tarafından yayınlanmştır.
Dascula kitabın dört bölümünde Banat bölgesindeki Alman Edebiyatının
özelliklerini, Müller‟in eserlerindeki yabancılık konusunu, otobiyografik izlerini ve
yapılarını incelemiştir.
2006 yılında Ali Osman Öztürk ve Umut Balcı‟nın yazdığı “Herta Müller ve
Emine Sevgi Özdamar’da Dilsel Yapıların Kullanımı” konulu makale 2 bölümden
oluşmaktadır. Çalışmanın birinci bölümü Emine Sevgi Özdamar ve çalışmanın ikinci
bölümü Herta Müller ile ilgilidir.
Çalışmanın amacını kısaca özetlersek şunu görürüz: Doğdukları ülkede yetişip
daha sonra farklı sebeplerden dolayı Almanya‟ya göç eden iki yazarı buluşturan
11
özellik, sonradan göç ettikleri Almanya'da Alman dilinde yazmalarıdır. İki yazar da,
doğdukları ülke dillerinde var olan deyim, atasözü gibi kalıp ifadeleri
Almancalaştırarak sıkça kullanmayı bir anlatım tarzı olarak benimsemişlerdir.
Çalışmada, yazarların “çok kültürlülüğü” roman kapsamında bu “özgün dil” ile
yaratıp yaşattıklarını, içinde yetiştikleri kültürü, Almanlara çok yabancı bir dünyayı,
kullandıkları bu dilde yansıttıklarını, bu dilin ancak bu haliyle “çoğulcu” ya da “çok
kültürlü” diye tanımlanabileceğini ve bu haliyle Alman okura daha geniş bir
özgürlük alanı sağlarken, özellikle çevirildiklerinde, kaçınılmaz olarak Türk ya da
Romen / Banatlı okura daha kısıtlı bir özgürlük alanı tanıyor olduklarını
unutmamamız gerektiği belirtilmiştir.
Herta Müller romanında kullandığı yabancılaştırma yöntemlerini, yoğun imgeli
dil, söz sanatı ve anlatı tekniği biçiminde iç içe kullanmaktadır. Grotesk, gerçek üstü
öyküler, boş inançlar, Latince / Rumence dil ögeleri, yineleme, şarkı / şiir metni
montajı, öykü içinde öykü, rüya, geriye dönüş, kadın-erkek / öz-öteki ayrımı,
cahillik, önyargılar, ölüm / mezarlık, tarih / yurttaşlık dersi, ahlaki düzey, kader
anlayışı, din eleştirisi, banal cinsellik / pornografi ve göçmenlik sorunsalı.
Lulia Karin Patrut tarafından “Schwarze Schwester-Teufelsjunge; Ethnizität
und Geschlecht bei Paul Celan und Herta Müller” adlı kitap 2006 yılında Böhlau
Verlag tarafından yayınlanmıştır. Çalışma 6 bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm
giriş ve ikinci bölüm Bukovina bölgesi hakkındadır. Bölgedeki sömürge ve
milliyetçilik konularının tarihsel gelişimi dikkate alınmıştır. Üçüncü bölüm tamamen
Paul Celan ile ilgilidir. Dördüncü bölüm Avusturya-Almanya ortak yaşam alanı
Banat ile ilgilidir. Beşinci bölüm Herta Müller‟in Herztier ve Der Mensch ist ein
12
grosser Fasan auf der Welt adlı eserlerindeki şiddet hakkındadır. Çalışma altıncı
bölüm olan sonuçla bitmektedir.
2007 yılında Norveç‟in Bergen Üniversitesi Germanistik bölümünde Siri
K.Stromsnes tarafından Sissel Lagreid denetiminde yapılmış olan ”Ha, Ha, nicht irr
werden, Spielarten der Macht und der Ohnmacht in Herta Müllers Heute wäre ich
mir lieber nicht begegnet” başlıklı yüksek lisans tezi 3 ana başlıktan oluşmaktadır.
Çalışmanın ana bölümünü oluşturan 1. başlıkta yazarın biyografisine, 2.
başlıkta romanın içerik ve biçime ve 3. başlıkta zalim Çavuşesku rejimine yer
verilmiştir.
2007 yılında Norveç Bergen Üniversitesi Germanistik bölümünde Kristin Oye
tarafından yapılmış olan “…Jeder gebührt ein anderer Name. Fremdheit und
Identität in Herta Müllers Reisende auf einem Bein” konulu yüksek lisans tezi 3
ana bölümden oluşmaktadır.
Tezin ilk bölümünde yazarın biyografisine ve eserlerine yer verilmiştir. İkinci
bölümde eserin özeti verilerek biçimsel özellikler araştırılmıştır. Üçüncü ana
bölümde ise figür tahlilleri ve sembol çalışmaları yapılmıştır.
Akademik olarak Erfurt Üniversitesi‟nde 2009 yılında Mathias Seeling
tarafından “Überleben und Schreiben, Herta Müller: In der Falle und das Moment
der Todesangst in der Literatur eines diktatorischen Regimes”
adlı seminer
yapılmıştır.
İlk önce Seeling edebiyat ve rejim ilişkisini açıklar ve ezilenlerin hikâyelerini
anlatır. İkinci bölümde ise edebiyatın nasıl bir araç haline gelebileceğini Herta
Müller‟den örnekler vererek anlatır. Seeling, 2.Dünya Savaşının yakın bir zaman
önce gerçekleşmesine rağmen gençlerin bunu unuttuğunu söylemekte. Ayrıca
13
araştırmacı savaş ve diktatörlük gibi konuların sürekli işlenmesi gerektiğini ve Herta
Müller‟in eserlerinin gençleri aydınlatmak ve bilgilendirmek için çok uygun
olduğunu belirtmektedir.
Sonuç bölümünde Seeling, Herta Müller‟in bir dikta rejiminde vatandaşların
sokaklarda hür söyleyemeyeceklerini yazarak belgelendirdiğini ve ülke insanların bir
diktatörlükten ne kadar acı çekebileceklerini ve korkabileceklerini okuyucularına çok
iyi hissettirdiğini vurgulamaktadır.
2010 yılında Almanya Technische Universität Chemnitz Europäische Studien
Enstitüsünde, Sarah Langer tarafından yapılmış olan “Zwischen Boheme und
Dissidenz, Die Aktionsgruppe Banat und ihre Autoren in der rumänischen
Diktatur” konulu Mezuniyet çalışması 4 ana bölümden oluşmaktadır.
Çalışmanın ilk bölümünde ayrıntılı bir şekilde Aksiyon gurubu Banat
araştırılıyor. İkinci bölümde ise Romanya‟nın politik, kültürel ve toplumsal yapısı
anlatılıyor ve daha çok Alman azınlıklar ile ilgili bilgiler veriliyor. Üçüncü bölümde
Aksiyon gurubu Banat‟a üye ve yakın duran yazarlara yer verilmiştir. Aksiyon
gurubu Banat‟ın kuruluşu, çalışmaları, amaçları ve Çavuşesku rejiminin bu gurubu
niye ve nasıl dağıttığı da anlatılmaktadır. Son bölümde hangi yazarların komünist
rejime karşı radikal ve ılımlı ayrılıkcı oldukları verilmektedir.
Roxane Conpagne tarafından yazılan “Fleischfressendes Leben: Fremdheit
und Aussichlosigkeit in Herta Müllers Barfüssiger Februar” adlı kitap 2010
yılında Igel Verlag tarafından yayınlanmıştır.
Kitap 6 bölümden oluşmakta ve birinci bölümde Herta Müller‟in hayatı
anlatılmaktadır. İkinci bölümde otobiyografik özellikler tespit edilmiş ve üçüncü
bölümde Romanya‟daki Alman Edebiyatı anlatılmakta ve eser hakkındaki eleştiriler
14
yorumlanmaktadır. Dördüncü bölümde Müller‟in Romanya ile bir hesaplaşma
içersinde olduğu anlatılmakdır. Roxane, beşinci bölümde Banat bölgesinin
Almanların memleketi olmasına rağmen burada yabancılık çektiklerini yazmış ve son
bölümde eser içerisindeki ana motifleri tespit ederek örnekleri ile birlikte vermiştir.
2011 yılında Mune Savaş‟ın yazdığı “Karşılaştırmalı yazınbilim çerçevesinde
Herta Müller, Elke Schmitter, Saliha Scheinhardt ve Feridun Zaimoğlu’nun birer
eserinde kadın imgesi eleştirel yaklaşım” konulu doktora tezi 6 bölümden
oluşmaktadır.
Bu çalışmada kadın imgesi temel olarak ele alınmıştır. Almanya‟da yaşayan
ve Alman edebiyatının bir parçası olan Türk, Romen ve Alman yazarların
eserlerinde kadın imgesi incelenmiştir. Ele alınan dört eserden iki tanesi
Scheinhardt‟ın Frauen die sterben ohne dass sie gelebt hätten ve Zaimoğlu‟nun
Leyla adlı eserleri, aynı zamanda şimdiki Alman edebiyatının bir parçası olan Türk
Göçmen Edebiyatındandır. Bu yazarlar Türk kültürünü Almanlara tanıtmaktadırlar.
Bunlar Saliha Scheinhardt ve Feridun Zaimoğlu‟dur. İncelenen bir diğer eser Nobel
Edebiyat Ödülü alan Alman-Romen yazar Herta Müller‟e aittir. Elke Schmitter
çalışmada Alman kültüründen olan tek yazardır.
Çalışmanın amacı, bu yazarların ele aldığı eserlerinde kadını nasıl
yansıttıklarını incelemektir. Bu bağlamda kadının kimliğine etki eden ve yaşam
şeklini belirleyen milli, kültürel veya dini etkenleri ön plana çıkarmaya çalışılmış. Bu
etkenlerin kadın sorunlarındaki rolünü vurgulayarak eserlerde okuyucuya aktarılan
farklı kültürlerin sözü geçen etkenlere etkisi irdelenmiş. Kadının yabancı ve öz
kültüründeki değişimi ve bu değişimin öz çevresine ve yaşadığı topluma nasıl
yansıdığı gözler önüne serilmeye çalışılmış. Bu nedenle seçilen farklı köken
15
kültürlerden gelen yazarları eserlerinde kadının nasıl imgeselleştirildiği ve bu
imgeselleştirmedeki sorunsallığı irdelemeyi amaçlanılmış. Evrensel kadın sorunları
ve hayattaki belli roller kadın imgesinin belirlenmesinde her zaman etken olmuştur.
Saliha Scheinhardt‟ın Frauen, die sterben, ohne dass sie gelebt hätten, Feridun
Zaimoğlu‟nun Leyla, Elke Schmitter‟in Frau Sartoris, Herta Müller‟in Herztier adlı
eserlerinde yansıtılan kadın imgesine özellikle, kültürel, dini, ulusal ve ailevi
zeminlerde eleştirel yaklaşım sunmaya çalışılmıştır.
2011 yılında Çek Cumhuriyeti Masarykova Üniversitesi Filoloji Fakültesinde
Lenka Koppova‟nın yapmış olduğu “Auf den Spuren von Herta Müller und ihrem
Werk” konulu yüksek lisans tezi 4 ana bölümden meydana gelmektedir.
Çalışmanın birinci bölümü Herta Müller başlığı altında yazarın biyografisi ele
alınmaktadır. Politischer und historischer Hintergrund başlığını taşıyan ikinci
bölümde yazarın dâhil olduğu Romanya‟daki Alman azınlıkları ve Romanya tarihi
anlatılmaktadır. Figuren der Erzählung başlığını taşıyan üçüncü bölümde eserdeki
önemli figürler tanıtılmaktadır. Textanalyse - Der Mensch ist ein grosser Fasan auf
der Welt başlığını taşıyan dördüncü bölümde eserin yapısal özellikleri, üslup
özellikleri ve genel konuları işlenilmiştir.
Almanya‟da Herta Müller hakkında yapılan akademik çalışmalardan bir diğeri
de, Simon Trautmann‟ın Hamburg Üniversitesi‟nde 2011 yılında yapmış olduğu
“Herta Müllers Poetik der Dinge” başlıklı yüksek lisans tezidir. Tez 9 bölümden
oluşmaktadır. Tezde daha çok Atemschaukel ve Reisende auf einem Bein adlı iki
eserler üzerine yoğunlaşılmıştır. Terörü, sürgünü, memleket özlemini simgeleyen
cisimler, dini semboller, diktatörün satranç oynaması benzetmesi gibi konular
irdelenmiş ve sonunda mendil hakkında yorumlar ve incelemeler yapılmıştır.
16
Anna-Katrin Warmer tarafından Hamburg Üniversitesi‟nde 1995 yılında
yazılan “Die Stirnlocke sieht: Bilder einer totalitären Gesellschaft im Werk von
Herta Müller” adlı yükseklisans çalışması 2011 yılında AVM Verlag tarafından
yayınlanmıştır.
Warmer, Herta Müller‟in Niderungen, Der Mensch ist ein grosser Fasan auf
der Welt, Der Fuchs war damals schon der Jäger ve Herztier adlı 4 eserini bu
çalışmada dikkate almıştır. Çalışma toplam 5 bölümden meydana gelmektedir. Giriş
bölümünden sonra ikinci bölümde Romanya, Alman azınlıklar ve Herta Müller
hakkında araştırmalar yapılmıştır. İkinci bölümün alt bölümlerde Müller‟in de dâhil
olduğu Aksiyon Edebiyat Grubu, Herta Müller‟in hayatı ve eserleri ayrıntılı bir
şekilde incelenmiştir. Üçüncü bölümde incelenen 4 eserin özeti verilmiştir. Dördüncü
bölümde mekân, konu, şiir ve metafor araştırmaları yapılmıştır. Son bölüm
çalışmanın bir özetidir.
Görüldüğü gibi yurtiçi veya yurtdışında şimdiye kadar yapılmış olan Herta
Müller çalışmaları farklı alanlarda yoğunlaşmıştır. Tezim bu çalışmalardan çok
farklı, orijinal bir nitelik taşımaktadır.
17
3.
HERTA MÜLLER
3.1
HAYATI, GĠZLĠ POLĠS TEġKĠLATININ VE ROMANYA’DAKĠ
BANAT BÖLGESĠNĠN HAYATINDAKĠ ÖNEMĠ
1953 yılında Almanların yoğun olarak yaşadıkları Romanya‟nın Banat
bölgesinin Nitzkydorf köyünde doğmuştur. Doğum tarihi ve doğum yeri, hayatını ve
sanatı biçimleyen iki dev unsur sayılır. Dedesi büyük ve zengin bir çiftçi ve tüccar
iken komünizmin her şeyi devletleştirmesi ve babasının aşırı alkol alması nedeniyle
ailesi ve kendisi yokluk içersinde bir hayat sürdürmüştür. Çocukluk ve ilk gençlik
yılları herkesin birbirini tanıdığı, yaklaşık 400 hanenin yaşadığı ve Almancanın
(suabya dilinin) konuşulduğu bir köyde geçmiştir. Bu köyde sadece çiftçiler, birkaç
zanaatkâr ve şehir fabrikalarında çalışan işçiler yaşıyordu. Müller çocukluk yıllarını
hiç de iyi hatırlamaz ve onları acı gençlik yılları diye tanımlar.1
Müller„e ailesi genelde köydeki diğer çocuklarla oynamasına izin
vermemiştir. O sürekli inek gütmek, tavuk kesmek ve annesine yardım etmek
zorunda kalmıştır. Hiç bir zaman çocuk olamamış ve bir yetişkin gibi büyümüştür.
Bu onu o kadar etkilemiştir ki, eserlerinde geri dönüşler yaptığı zaman genellikle
çocukluk yıllarından bahseder.
1
http://www.bz-berlin.de/kultur/literatur/mueller-ich-wollte-mich-umbringen-article628855.html
(20.01.2012)
„Mein Vater war Alkoholiker (…). Ich wurde sehr viel geprügelt.“ Vor allem mit dem Kochlöffel. Mit
anderen Kindern spielen durfte Herta nur selten, denn sie musste Kühe hüten oder Hühner
schlachten. Auch in der weit vom ärmlichen Elternhaus entfernten Schule, in der sie auch
untergebracht war, stieß sie auf Ablehnung, vor allem wegen ihrer alten Kleidung: „Ich musste meine
hässlichen Dinger in der Stadt anziehen.“ Darum fühlte sie sich ständig „unterlegen“. Außerdem
plagte die kleine Herta schreckliches Heimweh – doch die Eltern blieben hart: Sie musste dort
bleiben. „Ich hab es fast nicht ausgehalten.“
18
“Dedem öldüğünde sadece bir gece onun yanında evde kaldım. Bir sonraki
gün büyük Ģehre geri döndüm. Bana biraz daha kalabilirsin diyebilirlerdi, iki
gün izin almıĢtım…”2
“Annem masasından kalktı ve kaĢlarını çatarak, tabağının yanında ekmek ve
bıçağın durmasına rağmen ona ve kendisine ekmeğini kesti. Biz, dedem ve
ben ekmeğimizi kendimiz dilimlemek zorundaydık.” 3
Lise, Timeşvar‟da olduğu için orada yatılı okumak zorunda kaldı. Sık sık
köyünü ve ailesini özlemesine rağmen, köye gelmesini ailesi istemedi veya izin
vermedi. Timeşvar‟a geldiğinde 15 yaşındaydı ve şehirde resmi dil Romence
konuşulduğu için Romen dilini de böylece öğrenmek zorunda kaldı. Timeşvar‟daki
Üniversite eğitim yılları soğuk savaş yıllarına rastlar. Komünist Romanya, ardından
gizli polis teşkilatının (Securitate) 4 terörünü bütün benliğiyle yaşamış, bu yaşantı
onu ömrü boyunca meşgul etmiştir. Müller, 2.Dünya Savaş sonrası Avrupa‟daki
2
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Hamburg, Rowohlt Verlag, September
1997,s.89
“Als mein Opa starb, blieb ich nur eine Nacht bei ihr im Haus. Ich fuhr am nächsten Nachmittag in
die Grossstadt zurück. Sie hätte ja sagen können, ich solle noch bleiben, ich hatte mir zwei Tage
freigenommen.”
3
Age, s.88
“…..Mama hob die Augenbraunen, stand sogar von ihrem Stuhl auf und schnitt das Brot für sich und
ihn, wo doch Laib und Messer neben seinen Teller lagen. Wir mussten es uns selber schneiden, mein
Opa und ich”
4
Securitate Komünist Romanya'da gizli servisti. Daha önce Romanya gizli polisi Siguranţa Statului
(Devlet Güvenliği) denirdi. Nikolay Çavuşesku'nun emrinde olan Gizli Polis (Securitate) konuşma
özgürlüğü ve medya üzerinde sıkı kontroller uyguladı ve aynı zamanda iç muhalefete tolerans
göstermedi. Sovyet NKVD yardımıyla 30 Ağustos 1948 tarihinde kurulan Securitate, Devlet Başkanı
Nikolay Çavuşesku'nun devrilmesinden kısa süre sonra Aralık 1989 yılında kaldırılmıştır. Securitate
Romanya'nın nüfusuna oranla Doğu Bloku'nun en büyük gizli polis güçlerinden biriydi. Nikolay
Çavuşesku'nun rejimi altında Securitate 1985'te 11.000 ajan ve yarım milyon muhbir ile görev
yapmaktaydı. 22 milyon nüfusa sahip bir ülke için bu rakam oldukça fazladır. Securitate Çavuşesku
rejimi altında tutuklamalar ve binlerce insanın ölümünden sorumlu olan dünyadaki en acımasız gizli
polis güçlerinden biriydi.
19
Alman azınlıkların çilesini, sürgün ve çalışma kamplarına gönderilen, daha sonra o
ülkelerin vatandaşları olmalarına rağmen baskılara uğramalarını romanlarında
anlatmaktadır. Herta Müller, Romanya-Alman tarihinin en hareketli, en kötü yılları
içinde benliğini bulma mutsuzluğuna uğrayan entelektüellerin temsilcisidir. Ailesi
Romanya‟da yaşayan Alman azınlığına mensuptur. Babası da Romanya‟daki diğer
Alman erkekleri gibi 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi Ordusunda savaşmış ve daha
sonra kamyon şoför olarak ailenin geçimini sağlamıştır.
Romanya vatandaĢları olmalarına rağmen Alman azınlığına mensup erkekler
Hitler‟in ordusuna gönüllü yurtdıĢı Almanları olarak kayıt oldular.5
Babasını, Faşist Hitler Ordusuna katılmasından dolayı hiçbir zaman affetmemiştir.
Bu romanlarındaki baba karakterine de yansımaktadır. Kendisi gizli polis teşkilatı
Securitate
ile
çalışmayı
reddederek
“babalarımızın
yaptığı
hataları
ben
yapmayacağım” demiştir. 1945‟te annesi de yaklaşık 80.000 Romanya Almanı gibi
Sovyetler Birliği‟ndeki çalışma kamplarına gönderilmiş ve burada 5 yıl esir işçi
olarak kalmıştır.
Romanya Banat bölgesinin Müller‟in kişiliğinde ve yaratıcılığındaki yeri
konusunda birkaç noktaya daha değinelim. Herta Müller, Timeşvar şehrine, Banat
bölgesine ve köyüne bağlı kalmıştır. Fakat bu bağlılık hiçbir zaman ufkunu
daraltmamış, onu bir mahalli yazar seviyesine düşürmemiştir.
Romanya‟nın Banat bölgesi etnolojik kültürel yönü oldukça ilginçtir. Çok
eski zamanlardan itibaren çeşitli toplulukların yerleştiği Romanya toprakları, Orta
5
Carlos A. Aguilerca, Herta Müller ile Reportaj, Akzente, Heft 5/Oktober 2008.
20
Asya'dan göç eden bir çok milletin geçiş ve yerleşim noktalarından biri olmuştur.6
Hunlar, Avarlar ve Bulgarlar bu bölgede yerleşmiş, Slavlar bölgeye Hıristiyanlığı
getirmişlerdir. 1003 yılından itibaren Macar Krallığı bölgede hakim olmaya
başlamıştır. 13. yüzyıldan itibaren Macar yönetim tarafından ülkeye Sakson ve
Germen kabileler yerleştirilmiştir. Bu işgaller, yerli halkın Eflak (Wallachia) ve
Boğdan (Moldavya) bölgesine kaymasına yol açmıştır. Bu bölgeler "Voyvoda" adı
verilen ve daha çok Macar veya Polonya kontrolündeki prensler tarafından
yönetilmeye başlanmıştır. 7 Dobruca'yı fetheden Osmanlı İmparator-luğu'nun bu
bölgedeki etkisi, Mohaç Savaşı'nın ardından tam olarak hissedilmeye başlamıştır.
Rusların işgaline uğrayan Eflak ve Boğdan eyaletleri Osmanlı-Rus Savaşı'nın
ardından imzalanan Edirne Anlaşması'yla imtiyazlar elde etmiştir. 18. ve 19.
yüzyıllarda zayıflayan Osmanlı hakimiyetine karşılık, Romen toprakları Rusya ile
Avusturya-Macaristan imparatorluklarının eline geçmeye başlamıştır. Ülke, tam
bağımsızlığını 1878 yılında kazanmış ve bu bağımsızlık 1878 Berlin Anlaşması ile
uluslararası olarak tanınmıştır. 1881 yılında Krallık ilân edilmiştir. 8 I. Dünya
Savaşı‟na kadar Romanya komşu ülkelerde kalan topraklarını geri almaya yönelik
çabalarını sürdürmüştür. 1914‟de savaşın başlamasından sonra iki yıl tarafsız kalmış,
daha sonra bu ülkelerde yaşayan büyük Romen nüfusuna dayanarak, AvusturyaMacaristan ve Alman topraklarından pay almayı hedeflemiş ve bu amaçla da İtilaf
devletleriyle ittifaka giderek, 1918-1919‟da Besarabya, Bukovina ve Transilvanya‟yı
6
http://www.geo-strategies.com/romania/geography.htm (12.12.2011)
7
Romanian History, http://www.rotravel.com/romania/history/index.php (10.11.2011)
8
Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1997,
s.183-184.
21
topraklarına dahil etmiştir.
9
Nihayetinde savaş sonrasında vermiş olduğu
mücadelenin sonucu olarak yeni topraklar kazanarak topraklarını yaklaşık iki katına
çıkarmayı başarmıştır. İki savaş arasındaki dönem Büyük Romanya‟nın ulusal
kimliğini güçlendirmek ve ekonomisini kalkındırmak çabalarıyla geçmiştir. II.
Dünya Savaşı‟nın ilk yılında yine tarafsız kalan Romanya daha sonra Almanya
safında savaşa girmiştir. II. Dünya Savaşı boyunca Nazi Almanya‟sının müttefiki
olan Romanya'da General Ion Antonescu diktatörlüğü hâkim olmuştur. Savaş
sırasında Rusya'ya saldıran ve büyük kayıplara uğrayan Romanya, Kral Michael' in
iktidarı devralmasıyla birlikte 1944 yılında Almanya'ya savaş açmıştır. 10 Ancak
müttefiki Almanya‟nın savaştan yenik çıkmasıyla Romanya, mağlup sayılmış,
Sovyet işgaline maruz kalmış ve Besarabya‟ yı Sovyetler Birliği‟ne bırakmak
zorunda kalmıştır. Savaş sonrası Orta ve Doğu Avrupa‟daki diğer ülkelerin kaderini
paylaşarak Sovyet baskısı altına girmiş ve komünist rejimi benimsemek zorunda
kalmıştır. Çeşitli unsurların kaynaştığı Banat bir sınır bölgesi hüviyetini taşımıştır.
Herta Müller Banat bölgesini Romanya‟yı geniş anlamda vatanı sayar. Romen dilini
fazla iyi bilmemesine rağmen kendisini daha çok bir Romen olarak tanımlar.
“Romanya sülünü bana Alman sülününden daha yakındı. Ve birçok Ģey
böyleydi, aslında yapı bakımından Romanyalı sayılırım. Romence iyi
konuĢamıyorum, ama kendimi yapı, iç ve duygusal yönden bir Romanyalı gibi
hissediyorum.”11
9
Stephen J. Lee, Aspects of European History 1789-1980, London and New-York 2003, s.153
10
David Thomson, European Since Napoleon, Penguin Books, London 1990, s.813
11
Carlos A. Aguilerca, Herta Müller ile Reportaj, Akzente, Heft 5/Oktober 2008
22
Müller birçok sohbetinde gizli polis devletinin baskısını ve vermiş olduğu
korkuyu bir çocuk olarak nasıl yaşadığını söyle anlatır:
“50‟li yıllardı, komünizmli yıllar ve çok küçük köylerde bile korku vardı… Bir
çocuk bile yetiĢkinlerin korktuğunu, insanların aniden kayıp olduğunu,
insanların tekrar hapse girdiğini hissederdi. Bir çocuk olarak ne yaptığınızı
ve ne düĢündüğünüzü asla göstermemeniz gerektiğini de hissederdiniz. Bu
bilinmesi gerekilen bir kuraldı.”12
Banat bölgesinin ve Nitzkydorf köyünün Müller için anlamı konusuna,
yazarın kendisi de eleştiricileri gibi sık sık değinmiştir.
“ ...elbetde Banat-Suabiya‟nın özellikleri vardır, bunların sadece bu
azınlıklara ait olduklarını düĢünmüĢtüm, çünkü benim de yaĢadığım küçük bir
köy içersinde izole olmuĢlardı. Büyük bir ailenin belli özellikleri vardır, üç
nesil bir evin içersinde. YerleĢilen yaklaĢık 300 yıldır hiçbir değiĢiklik yoktur.
Gelenekler, Ģarkılar, tatiller ve törenler değiĢmemiĢ ve bu da biraz tuhaf.
ġehre geldiğimde kendime sordum, sen aslında nereden geliyorsun. Köylülere
göre herkes kötüydü. Macarlar sinirli ve Romanyalılar da pislerdi.
Diğerlerinin nasıl olduğu her zaman iyi bilinirdi, herkes pejmürde ve sadece
biz iyi, sürekli iyi, en iyi, çalıĢkan ve düzenliydik. YetiĢkin olduğumda ve
köyden çıktığımda bana bunlar sanki zaman durmuĢ gibi geldi ve zaman
durmuĢtu da. ġehre karĢı bir nefret doğmuĢtu. Köyde diyalekt konuĢuluyor ve
12
Dora Fitzli: “Eine ganz grausige Geschichte”, ein Gespräch mit Herta Müller in ETH life: Die
täglichen Web-Zeitung der EHT:Zürich 2001, s.1
http://web.ethlife.ethz.ch/articles/2TeilInterviewHerta.html (02.01.2011)
23
diyalekt efendi demektir, Ģehre vardığında bozulursun derlerdi ve bu çok kötü
bir Ģeydi. Sadece diyalekt konuĢulması isteniliyordu. Bunların baĢka yerlerde,
ülkelerde, belki de taĢra ortamında, ya da her yerde karĢılaĢabileceğimiz
dıĢlanmıĢ gurupların yaĢadığı yerlerde de görülebileceğini düĢünüyorum.”13
Romanya Banat bölgesinin Müller için önemini Dünya ve Alman
edebiyatından şu örneklerle verebiliriz. Proust ve Paris, Kafka ve Prag, Thomas
Mann ve Lübeck, Camus ve Cezayir, Günther Grass ve Danzig, Heinrich Böll ve
Köln, Herta Müller ve Romanya. Sanırım bu eşleştirme ile Müller‟in hayatında
Romanya‟nın önemini en somut şekilde özetlemektedir.
Köydeki sınıf öğretmeni Müller‟in yeteneğini fark ederek onun şehirdeki
Liseye gitmesi gerektiğini söylemiş ve ailesi de onu Timeşvar‟daki Alman Lisesinde
okutmuştur. Liseyi bitirdikten sonra Timeşvar şehirde 1973-76 yıllarında Alman ve
Romen Dili ve Edebiyatı eğitimi almıştır. 1976‟dan sonra bir makine fabrikasında
tercüman olarak çalışmış ve 1979 yılında gizli polis teşkilatı ile birlikte çalışmayı
reddettiği için vatan haini ilan edilmiş ve görevden alınmıştır. O dönemde Almanca
konuşan Richard Wagner, Ernest Wichner, Gerhard Ortinau, Rolf Bossert, Wlliam
Totok, Johann Lippet gibi yazarların oluşturduğu Aktionsgruppe Banat grubunda yer
almış fakat aktif üye olmamıştır. Çavuşesku yönetimine karşı arkadaşları ile birlikte
ifade özgürlüğünün genişletilmesi için mücadele etmiştir. Belli bir süre sonra bu grup
gizli polis tarafından kapatılmış ve grup üyeleri faşist ve ajan suçlaması ile sıkıntılı
bir döneme girmişlerdir. Daha sonra Herta Müller tek bayan olarak diğer yazarlarla
birlikte Adam Müller Guttenbrunn adlı Timeşvar Yazarlar Birliği çatısı altında
13
Carlos A. Aguilerca, Herta Müller ile Reportaj, Akzente, Heft 5/Oktober 2008
24
eserler vermeye çalışmıştır. 1987 yılına kadar belli aralıklarla Nikolas Lenau
Lisesinde, farklı Anaokullarında Almanca öğretmeni olarak çalışmış ve özel
Almanca dersleri vermiştir.
Müller yazarlığa 1982 yılında sansürlenerek 5 yıl yayınevinde bekletildikten
sonra yayımlanan Niederungen adlı eserle başlamış ve kitabın sansürsüz sürümü iki
yıl sonra Almanya‟da basılmıştır. İlk eseri yayınlandıktan sonra köye geri dönemez,
çünkü bölge halkının yani köylülerin olumsuz yönlerini hep dikkate almış ve onları
öfkelendirmiştir. Şehirde tanıdıklararı onu gördükleri zaman yüzüne tükürerek
tepkilerini göstermişlerdir. Müller‟in Romanya‟da eleştirilen yapıtları Almanya‟da
büyük bir ilgiyle karşılanmış ve yönetimi açıkça eleştirdiği için Romanya‟da kitap
yayımlaması yasaklanmıştır. Müller, Romanya‟da ve dünyaya geldiği köyde bile
kendisine
Nestbeschmutzer
ülkesini
kötüleyen
yazar
diye
adlandırılmıştır.
Memleketine Banat‟a yabancılaşan ve Çavuşesku diktatör rejiminin 15 yıl ölüm
tehditleri altında takip edilen Müller korkuyu nasıl yendiğini söyle açıklamıştır:
“Fakat tuhaf bir Ģekilde kendinizi alıĢtırıyorsunuz, hayalimsi bir normallik
oluyor. Korkunuzu evcilleĢtiriyorsunuz ve bundan baĢka bir Ģey yapmaya
çalıĢıyorsunuz. Aslında bunun farklı bir Ģey olduğunu bildiğiniz halde bunu
bazen baĢarıyorsunuz. Arkamda durmayı yıllar içersinde öğrenmek zorunda
kaldım: arkamda durmayı.”14
Sistem onu sürekli korkutmuş, ne zaman ve nerede başına ne geleceğini
bilememiştir. Karakolda günlerce dinlemeye alınmış, şiddet görmüş ve şans eseri
14
Günther Ruht, “Mein Herz klopft vor Angst in der Freunde”, Die Politische Meinung, Nr. 482,
Januar 2010, s.57
25
kurtulduğu trafik kazalarına şahit olmuştur. Bir gün bisikletle giderken bir kamyon
tarafından taciz edilerek şarampole düşürülmüştür. Ya da başka bir gün kuaförde
saçını boyatmak isterken saç derisi kaza süsü verilerek yakılmıştır. Üzerindeki baskı
o kadar artmıştı ki intiharı bile düşünmeye başlamıştır. Gizli polisin istediği bir olay
olan intihardan, yaşamayı sevdiği için vazgeçmiştir.
Batı Almanya‟ya 3 kez misafir ziyaretçi olarak geldikten sonra 1987 yılında o
zamanki eşi yazar Richard Wagner ile birlikte Batı Almanya‟ya göç etmiştir.
Almanya‟daki karşılama kampın tam karşısında eski Nazi Parti binası bulunmasını
ve kamp ortamını hiç insancıl bulmamış, hatta onu çok öfkelendirmiştir.
“Dünyayı anlamıyordum artık…..toplama kampındaki atmosfer çok çirkindi.
Ġnsanlara hep problemli bir Ģekilde davranıldı. Ve düĢündüm, bu ülkeye gelip
de dilini hiç bilmeyenler acaba nasıl tahammül ediyorlardı ?”
15
Alman Devleti Herta Müller‟i 8.000 Mark karşılığında özgürlüğünü
Romanya‟dan satın almış ve kendisi de daha sonra annesini yanına alabilmek için bir
8.000 Mark biriktirmek zorunda kalmıştır.16 Almanya‟ya yerleştikten sonra yurtdışı
ve yurtiçi birçok farklı Üniversitelerde ders vermiş ve 1998 yılında Kassel
Üniversitesinde “Grim kardeşler misafir Profesör” olarak ve 2005 yılında Hür
Üniversitesinde “Heiner Müller misafir Profesörü” olarak onurlandırılmıştır. Fakat
isimsiz mektuplar alarak gizli polisin ölüm tehditleri Almanya‟da da devam etmiştir.
15
http://cunstundcult.de/Seiten/Buecher/Wiki/AutorSuche.php?search=Herta%20M%FCller&PHPSES
SID=5d76a141af1c2eb5d8dc52b9a6ad4f33 (05.12.2011)
16
Bkz Tilman Spreckelsen, “Literaturnobelpreisträgerin Herta Müller Am Strick der Sprache”,
Frankfurter Allgemeine Feuilleton, 08.10.2009
26
“Bunu hesaba hiç katmamıĢtım. Kendime sordum, sen aslında neredesin? En
iyisi bavulu tekrar almak ve gitmek, fakat nereye?” 17
Bu tehditlerin hiç birine boyun eğmemiş ve mücadelesine komünizminin yoksulluk
ve acıdan ibaret içyüzünü gösteren konuları işlemeye romanlarında devam etmiştir.
Herta Müller 1984 yılından itibaren hayatını yazarlık mesleğiyle kazanmaya
başlamıştır. Yazar şu anda Almanya‟nın Berlin kentinde yaşamaktadır. Eserlerinin
edebi değeri kadar el attığı konular da onu 21. Yüzyılın klasikleri arasına almıştır.
Eserleri yaklaşık 24 dilde yayınlanmış olan yazarın başarısı çeşitli ödüllerle resmen
belgelendirilmiştir.18
17
http://cunstundcult.de/Seiten/Buecher/Wiki/AutorSuche.php?search=Herta%20M%FCller&PHPSES
SID=5d76a141af1c2eb5d8dc52b9a6ad4f33 (10.01.2012)
18
http://www.dedecn.com/inhalt/20091012/dedecn8739564.html (20.01.2012)
27
3.2. EDEBĠYAT DÜNYASINDAKĠ YERĠ VE SANATININ GÜNÜMÜZ
ĠÇĠN ANLAMI
Müller, bu bölümde çeşitli eleştirmenler, akademisyenler ve politikacılar
tarafından nasıl değerlendirildiği, ayrıntılara girmeden genel çizgileri içinde
belirtilecektir.
Herta Müller‟in Edebiyat Nobel Ödülü almasına, en çok Alman sağı ve Doğu
Avrupa‟dan savaştan sonra sürülmüş Almanlar Birliği sevinmiştir. Bu birliğin
Başkanı Erika Steinbach “Bu ödül demir perdenin yıkılmış olmasına verilen bir
ödüldür” , diye sevinç çığlığı atmıştı. Başbakan Angela Merkel bütün kalbiyle
kutladığı Herta Müller‟in Berlin Duvarı‟nın yıkılmasının 20.yılında ödül almasının
çok anlamlı olduğunu söylemiştir. Merkel, Müller‟i özellikle diktatörler karşısında
cesareti nedeniyle övmüştür. Cumhurbaşkanı Horst Köhler de aynı konuya katılmış
ve Müller‟in ödülünü Avrupa‟daki diktatörlerin yıkılmasının 20.yılına rastlaması
ayrıca anlamlı, demiştir. Fransa Dışişleri Bakanı Bernhard Kouchner bile Herta
Müller‟i totaliterizme karşı cesur savaşçı olarak övmüştür. Herta Müller, Avrupa‟nın
tanınmış yazarları arasında değil, hatta Almanya‟da bile Edebiyat Nobel Ödülünü
alana kadar pek tanındığı söylenemez. Edebiyat Nobel‟ini almasının ardından Alman
basınında kitaplarının hepsini okuyan hiç kimse yok, gibi yorumlar yapılmıştır. Hatta
Almanya‟nın en etkili edebiyat eleştirmeni Marcel Reich-Ranicki, konuyla ilgili
soruya, Herta Müller hakkında konuşmak istemiyorum, diye tek cümlelik bir cevap
vermiştir.19
19
http://www.handelsblatt.com/lifestyle/kultur-literatur/herta-mueller-macht-reich-ranickisprachlos/3276510.html 1 (08.01.2012)
28
Müller, ülkesi Almanya‟da da sol tarafından, edebi yeteneğinden çok
antikomünist propagandasıyla ödül aldı, diye nitelendirilmiştir. Herta Müller‟in
Nobel Edebiyat Ödülü alması, eski Sovyetler Birliği etkisindeki bütün Doğu Avrupa
ülkelerinde olduğu gibi Polonya‟da da sevinçle karşılanmıştır. Romanya‟daki eski
rejimi eleştiren romanları ve romanlarında Romen komünizminin korku, yoksulluk
ve acıdan ibaret içyüzünü gösteren konuları işlemesi, Herta Müller‟i Doğu
Avrupa‟daki birçok ülke ve şahsiyetin gözünde haklı bir kahraman yapmıştır.
Almanya‟nın 2.Dünya Savaşı‟nda Romanya‟yı işgalinde Hitler‟le işbirliği yapan
Romanya Almanlarının kaderini anlatan Herta Müller, sadece Hitler‟e ve işgalci
Almanlara yeterince suç yüklemeyip bütün suçu işgal sonrası kurulan sosyalist
rejime atmakta, görüşünü savunmaya başlamıştır. Fakat Atemschaukel romanı
yayınlandıktan sonra Doğu Avrupa‟da da Müller eleştirilmeye başlanmıştır. 20
Özellikle Polonyalı edebiyat eleştirmenleri ve tarihçiler, Herta Müller‟e sert
eleştiriler yöneltmiştir. Polonyalılar, Herta Müller‟e Nobel Ödülü verilmesini,
Almanya‟yı 2.Dünya Savaşı‟nda suçlu değil bilakis kurban göstermeye çalışan
büyük bir Puzzle‟ in birleştirilmeye çalışılan parçalarından biri olarak görmüşlerdir.
Polonyalı Edebiyat Tarihcisi Jacek Cieslak
21
, Rzeczpospolita gazetesinde
yayımladığı bir buçuk sayfalık Müller değerlendirilmesinde, Müller‟in tarihi
gerçeklerini saptırdığını belirtmiştir. Müller‟in romanlarında sanki savaş olmadığını,
Almanların Romanya‟yı işgal etmediğini ve Hitler faşizminden neredeyse hiç
bahsetmediğini söylemiştir.
20
http://www.birgun.net/sunday_index.php?news_code=1255875581&year=2009&month=10&day=1
8 (10.11.2011)
21
Thomas Urban, “Groteske Scherze”, Süddeutsche Zeitung, Politik, 16.10.2009
29
Komünist Romanya‟sını, Banat bölgesini ve sürgünü konu alan bir savaş
sonrası yazarı oluşu, onu çağımızın bütün insanlığı için ilginç yapacak bir unsurdur.
Üstelik Müller,
çelişkili gibi görünen birçok özelliği bünyesinde toplayan bir
yazardır. Köy, taşra, batıl inanç ve cahillikten nefret eder, fakat fakirlere ve toplumun
alt tabakasına ayrı bir sempatisi vardır, ama sosyalist ya da komünist değildir, vatana
bağlıdır, fakat milliyetçilik çığırtkanlığından nefret eder.
Almanya‟ya göç ettikten sonra bile kendini Romanya‟ya daha yakın
hissettiğini bir söyleşide ifade etmiştir. Eleştiriciliği ve hicivciliği hiçbir zaman elden
bırakmaz, buna en güzel örnek Niederungen adlı eserinde dünyaya geldiği köydeki
adet ve gelenekler ile alay ederek göstermiştir.22
Doğu Blok ülkelerinde Müller‟in Edebiyat Nobel Ödülü alması önce sağ ve
sol gazeteler tarafından büyük bir sempatiyle değerlendirilirken, sonra özellikle
milliyetçi kesim neden Müller karşıtı bir pozisyon takındı? Önce, başta neden
Müller‟i övdüklerine bakmak gerekir: Komünizm sorununu eserleriyle batıya anlatan
Müller‟in Nobel Ödülü alması, Alman milliyetçi tarafından desteklenildi. Sovyetler
Birliği işgali altında zaten özellikle Doğu Avrupa da çok acı çekmiş, Müller‟in
Atemschaukel romanında belirttiği gibi yüz binlerce Polonyalı, Macar, Moldovyalı,
Çek, Slovak, Sırp, Boşnak, Bulgar, Rus, Gürcü, Çingene ve Türkler de
Romanya‟dakiler gibi aynı acıları yaşamışlardır. Binlerce insan Romanya‟daki
Almanlar gibi Sibirya‟ya işçi kamplarına veya başka bölgelere sürülmüştür.
Komünizmin acılarından bahseden romanlar iyidir. Ancak Doğu Blok ülkelerin tarih
bilinci ve özellikle savaşta acı çekmiş herkesin acısı ortak olmak gerektiği fikri
22
Friedrich Christian Delius, “Jeden Monat einen neuen Besen”, Der Spiegel, 31/1984
30
hakkında düşünmek, Doğu Blok ülkelerinde “Savaş niçin çıkmıştı? Ruslar neden
Avrupa‟nın içine kadar gelmişti? ,
soruları tekrar tartışmaya açmıştır. Başta
milliyetçiler olmak üzere, entelektüelleri şimdi savaşın asıl faturasının Sovyetlere
değil Almanlara çıkarılması gerektiğini hatırlatmış durumdadır. Hatta Banat
Almanları ve Müller‟de dahil bütün Almanların savaş sorumluluğunu duyması
gerektiğini belirtmişlerdir. Babalarınız Hitler‟in ordusunda görev aldı, sivilleri
öldürdüler. Müller de, tüm Almanlar gibi suçludur, katillerin yanında yer aldınız
demişlerdir.23
Herta Müller‟in sanat yeteneği konusunda yargılar çeşitli olduğu gibi,
eserlerin tümü göz önüne alınca da farklılık gösterir. Yargıları genel bir
sınıflandırmaya tutarak üç grupta toplayabiliriz.
1. Grup eleştiriciler, Der Fuchs war damals schon der Jäger (1992) ile
Atemschaukel (2009) arasında bir kesinti değil, iyiden daha iyiye doğru
bir gidiş, bir mükemmelleşme görenler.
2. Grup eleştiriciler, Müller‟i pek önemsemezken Nobel Ödülü aldıktan
sonra kanaatlerini olumlu yönde değiştirenler.
3. Grup eleştiriciler, eskiden olduğu gibi şimdi de ona değer vermeyenlerdir.
Bunların başında Marcel Reich-Ranicki gelmektedir.
Kitabını okuduktan sonra pişman olanlar veya anlamak için 2-3 kez tekrar
okumak zorunda kalanlar da var. Internet Edebiyat Forum Sitelerinin pek çoğunda
okuyucuların olumsuz eleştiriler genelde ağırlıktadır. Nobel Ödülün niçin verildiğini
23
Bkz, SF Kultur Televizyon Programı“Herta Müller Gespräch” Sternstunde Philosophie 02.01.2011
31
sorgulayan kişilerin sayısı da küçümsenmeyecek kadar çoktur. Sıradan bir okuyucu
olarak Müller‟i anlamak gerçekten zordur.24
Herta Müller‟in bir edebiyat ekolüne, Aktionsgruppe Banat‟a dahil olduğunu
fakat aktif üye olmadığından söz etmiştik. Romanya‟da azınlıkta olan Alman
yazarları tarafından 1972 yılında kurulmuş bir edebiyat grubudur. Kurucu üyeler
Albert Bohn, Rolf Bossert, Werner Kremm, Johann Lippet, Gerhard Ortinau, Anton
Sterbling, Richard Wagner, Ernest Wichner ve William Totok. Bertolt Brecht,
Anemone Latzina, Volker Braun ve Rainer Kirsch gibi yazarları kendilerine örnek
almışlar, Beat Generation, die Wiener Gruppe ve 68 kuşağın etkisinde de
kalmışlardır. Tercih edilen konular; gündem de bulunan politik olaylar (Marx ve
Engels‟in düşüncelerini sosyalist sisteme entegre edilmesi) ve Banat bölgesindeki
Alman gelenekler ve görenekler olmuştur. 1975 yılında grup gizli polis tarafından
kapatılmıştır. Gruba üye 3 yazar (Totok, Ortinau ve Wagner) ve edebiyat eleştirmeni
Gerhardt Csejka bir sınır köyü ziyaretinde ülkeden kaçma suçlamasıyla belli bir süre
tutuklu kalmışlardır. 25
Totok daha sonra anti sosyalist propaganda nedeniyle 9 ay hapis cezasına
çarptırılmıştır. Aktionsgruppe Banat Romanya‟da 70li yıllarda muhalefetlik yapan ve
eleştiren önemli bir grup olmuştur. Müller‟in bu grup da arkadaşlarının bulunması ve
24
Irisch Radisch, “Kitsch oder Weltliteratur ?”, Die Zeit, Literatur, 20. August 2009
25
Bkz, Sarah Langer, Zwischen Bohème und Dissidenz, Die Aktionsgruppe Banat und ihre
Autoren in der rumänischen Diktatur, Abschlussarbeiten am Institut für Europäische Studien, TU
Chemnitz, Institut für Europäische Studien, Chemnitz Dezember 2010
“In tagelangen Verhören ging es dann allerdings nicht mehr um die Staatsgrenze, sondern um die
Grenzen der Dichtkunst, diese waren überschritten worden, hatte der Staat festgestellt und die
Gruppe mit der ‚Baader-Meinhof-Bande‟ verglichen. Der Staat hatte zugeschlagen, in der ihm
eigenen Sprache zu verstehen gegeben, daß man diese literarische Spaßguerilla nicht mehr länger
hinnehmen wolle. Zur Bekräftigung seiner Drohung wurde.”
32
onlarla sık sık görüşmesi sebebiyle gizli polis tarafından da takip edilenler listesine
dahil edilmiştir.
Aktionsgruppe Banat‟a üye olanlar 1968 yılında kurulan ve devlet tarafından
izinli olan Temeswarer Literaturkreises Adam Müller-Guttenbrunn adlı Edebiyat
Birliği geçmişlerdir. Bu aslında Aktionsgruppe Banat‟ın bir devamı sayılmıştır.
Helmuth Frauendorfer, Roland Kirsch, Herta Müller, Horst Samson ve Werner
Söllner gibi yazarlar da bu birliğe üye olmuşlardır. Amaçları Romanya konulu
Alman dilinde yayınlar yapmaktır.
Komünist Romanya‟sı, Çavuşesku dikta rejimi ve savaş sonrası onun
eserlerinin değişmeyen panosu olurken bu şartlar altındaki insanın kaderi de
eserlerinin daima ağırlık merkezini teşkil etmiştir. Realite karşısında insan, onun
güçsüzlüğü, onun mücadelesi, sevgisi, kini, sorumluluğu, inancı Müller için
edebiyatın ana konusu olmuştur. Müller‟e göre edebiyat, bu konulara eğilmek, onları
işlemekle görevlidir.
Nobel Ödülünü alışı dolayısıyla Stockholm‟de yaptığı konuşmada korku,
açlık ve devlet terörü konusuna değindiğini görüyoruz:
“ Ölüm korkusuna hayat açlığı ile cevap veriyordum. Bu bir kelime açlığı idi.
Sadece kelime girdabı benim durumumu kavrayabilirdi. Ağzınız ile
söyleyemeyeceğinizi o yazdırıyordu. Kelimelerin ardından daha önce hiç
tanımadığım bir Ģeyi fark edene kadar Ģeytan çemberine koĢuyordum.
Gerçeğe paralel bir Ģekilde kelimelerin pandomisi harekete geçer. O gerçek
boyutları kabul etmiyor, asıl iĢleri daraltıyor, önemsiz iĢleri geniĢletiyor.
33
Kelimelerin Ģeytan çemberi boğazın üzerindeki baĢa bir çeĢit tılsımlı mantık
taĢıyor. ġayet sizi tamamen soyan ve bir daha asla gerçekleĢmeyecek bu
diktatörlük konusu dahil oluyor. Konu örtülü olarak mevcut, fakat kelimeler
bana sahip oluyor. Konuyu istedikleri yere çekiyorlar. Hiç bir Ģey doğru
değil, fakat gerçek” 26
1984 yılında Annemaria Schuller‟in edebiyat alanında kendinize örnek
aldığınız kişiler var mı, sorusuna, bu sorunun tam cevabı olmasa da eserlerini
beğendiğim yazarlar var demiştir. Kendi açıklamalarına dayanarak onun Alman
edebiyatı ve dünya edebiyatı yazarları arasında en çok Thomas Bernhard, Peter
Handke ve Franz Innerhofer adlı yazarların isimleri geçmişdir. Söyleşi ve
röportajlarında Thomas Bernhard‟ın Verstörung adlı romanından çok etkilendiğini
söylemiştir.
“Günlerdir Verstörung adlı roman ile dolaĢtım.” 27
Müller‟in kitapları pek çok dile çevrilmiştir. Türkçede ise iki kitabı
bulunmaktadır: Tilki Daha O Zaman Avcıydı ve Yürekteki Hayvan. Tilki Daha O
Zaman Avcıydı 1998 yılında Telos Yayıncılık tarafından basılmıştır. Roman
26
http://www.fr-online.de/debatte/herta-mueller-in-stockholm-der-koenig-verneigtsich,1473340,2821342.html (19.01.2012)
“Ich reagierte auf die Todesangst mit Lebenshunger. Der war ein Worthunger. Nur der Wortwirbel
konnte meinen Zustand fassen. Er buchstabierte, was sich mit dem Mund nicht sagen ließ. Ich lief dem
Gelebten im Teufelskreis der Wörter hinterher, bis etwas so auftauchte, wie ich es vorher nicht
kannte. Parallel zur Wirklichkeit trat die Pantomime der Wörter in Aktion. Sie respektiert keine realen
Dimensionen, schrumpft die Hauptsachen und dehnt die Nebensachen. Der Teufelskreis der Wörter
bringt dem Gelebten Hals über Kopf eine Art verwunschener Logik bei. Das Thema Diktatur ist von
sich aus dabei, weil Selbstverständlichkeit nie mehr wiederkehrt, wenn sie einem fast komplett geraubt
worden ist. Das Thema ist implizit da, aber in Besitz nehmen mich die Wörter. Sie locken das Thema
hin, wo sie wollen. Nichts mehr stimmt, und alles ist wahr”
27
Paola Bozzi, “Langsame Heinkehr oder der Betrug der Dinge. Zu Affiniten zwischen Herta Müller
und Thomas Bernhard, Franz Innenhofer und Peter Handke”, Philologie im Netz (Paul Gevaudan,
Peter Schneck, Deter Scholler und Hiltrud Schweitzer Hrsg.), 6 / 1998,s.1
“Ich bin tagelang mit dem Roman Verstörung herumgegangen”
34
okuyucuyu Çavuşesku‟nun Romanya‟sına götürür. Klostrofobik bir fabrika, bir çiftçi
kasabası, açlık, intihar ve duman çevresinde olay örgüsünü Müller oluşturuyor.
Çingeneler ve gizli polis dışında hiç kimsenin çok fazla bir umuda sahip olmadığı bir
totaliter kasabada çiftçiler çok yer, çok içerler, çünkü her şeye sahiptirler; az
konuşurlar, çünkü çok şey bilmektedirler. Herta Müller bir ülkenin maddi ve
varoluşsal güçlerini gerçeklikle aktarır. 1997 yılında Türkçeye çevrilen „Yürekteki
Hayvan‟, diktatörlüğün yıkıma uğrattığı arkadaşlarının öyküsünü anlatır. Müller,
romanının örgüsüne yozlaşma ve sindirme kavramlarını çarpıcı bir şekilde
yedirmiştir.
Daha önce ki yıllarda Almanca konuşulan kenar bölgelerden gelen Franz
Kafka, Joseph Roth ve Paul Celan gibi yazarların Alman Edebiyatını nasıl
zenginleştirdiyse, Herta Müller‟in de bir katkısı olacağı ve yerini bu yazarlar
arasında alacağı kesindir.
Herta Müller‟in hayat hikâyesini, sanat anlayışını ve eserlerinin günümüz
edebiyatındaki yeri konusunda verilen bu kısa bilgilerden sonra yazarın romanlarının
ana sorunları, figürleri, motifleri, genel konuları, üslup ve yapı özellikleri ile ele
alınacak ve tanıtılacaktır.
35
4. ROMANLARIN ANA SORUNLARI
Dr. Wolfram Weimer„e göre Herta Müller‟in Edebiyat Nobel Ödülünü alması
sadece Alman Edebiyatı için değil aynı zamanda Alman Tarihi için de önemli bir
olaydır. Bu ödül ile Avrupalıların yüzüne bir ayna tutulmuş ve sosyalizm ne kadar
zararlı ve yıkıcı olduğu tekrar insanlığa hatırlatılmıştır. 28
Heinrich Böll, Tolstoy‟un “Savaş ve Barış” romanı için yazdığı bir son sözde
edebiyatın herhangi bir bilim dalıyla rekabetine inanmadığını şöyle söylemiştir.
Edebiyat, tarihi konuyu tarih yaratmamış şahıslarla donatarak, kendine has bir
şekilde hoşa gitmeye çabalamaktadır. 29 Tarihe karşı soğukluğun gittikçe arttığını,
insanın şimdiki zamanı ilginç bulduğunu, mitos ve dine karşı isteğin ise ancak
güçlükle tespit edildiğini, bu isteğin de zaman zaman sapık bir kıyafete büründüğünü
ileri sürer. Tarih biliminden usanmış bir insanlığın aradığı şey, Böll‟e göre yeni ifade
biçimidir, sanat eseridir: Ölümlülüğü ölümsüze yücelten eserler. İşte edebiyat, tarih
okumak istemeyen bir kuşağa geçmişi canlandırmak ve onu şimdiki zamana
getirmek suretiyle tanıtır. Herta Müller‟de bir romancı olarak bunu yapmak
istediğini, özellikle yakın Alman-Romanya-Avrupa tarihini canlandırmaya çalıştığını
söylemiştir:
“Bana ne zaman Almanya ve Ģimdiki zamanla ilgili yazacağım soruluyor.
Bunu tuhaf buluyorum. Primo Levi, Jorge Semprun veya Georg Arthur
28
Wolfram Weimer, “Achse des Guten”, Katholische Zeitung für Politik Gesellschaft und Kultur,
Nummer 121, 10.10.2009
29
Heinrich Böll, Zur Verteidigung der Waschküchen, DTV, 1985, s.33
36
Goldschmidt gibi yazarların sürekli Nazi vahĢetini yazmasını kimse
sorgulamıyor…Komünist terörün varlığı uzun süre kabul edilmedi”30
Müller‟in romanları, edebiyat eleştirileri ve tarihçileri için oldukça önemli bir
özellik göstermektedir. Yazarın belli bir gelişim ve olgunlaşma sürecini yansıtmakla
birlikte bu eserin her biri kendi başına, Herta Müller‟i birçok yönleriyle tanıtmaya
yeterlidir.
Johann Wolfgang von Goethe, eserleri hakkında “Büyük bir itirafın parçaları”
deyişini kullanmıştır. Çünkü o her bir eserinde hayatının bir parçasını dile getirir.
Müller de eserlerini hayatından, özel yaşantılarından esinlenerek vermiştir, ama onun
hayatını yaşantılarını, zihniyetini, dünya görüşünü sanat anlayışını, kısacası şair
benliğini tanımak için eserlerinin tümünü bilme zorunluluğu yoktur. Romanlarından
herhangi biri, onu bütün olarak yansıtabilmektedir. Bununla birlikte romanlarını,
ağırlık merkezlerini göz önünde tutarak sınıflandırmak mümkündür.
30
http://www.birgun.net/sunday_index.php?news_code=1255875581&year=2009&month=10&day=1
8 (20.12.2011)
37
4.1
SAVAġ SONRASI VE SÜRGÜN
Herta Müller‟in romanlarında konu çoğunlukla savaş sonrası (1944-1989)
Romanya‟sında geçer. Atemschaukel romanına kadar Müller‟in eserlerinde sürekli
otobiyografik izler, Banat bölgesi, Komünist Romanya‟sı, Çavuşesku rejimi, devlet
terörünü ve gizli polis teşkilatı görülür. Atemschaukel romanında ise 2.Dünya Savaşı
sonrası Romanya Almanlarının sürgün konusu işlenilmektedir. Romanın konusu
Müller‟in aynı zamanda arkadaşı olan Oskar Pastior adlı yazarın gerçek hayat
hikâyesinden alınmıştır. Aslında az da olsa yine otobiyografik izleri görebiliriz,
çünkü Müller‟in annesi 5 yıl boyunca böyle bir kampa Ukrayna‟ya sürgüne
gönderilmiştir. Yaklaşık 60.000 Romanya Almanı bu çalışma kamplarında Nazi
Almanya‟sının vermiş olduğu zararı karşılamak amacıyla zoraki çalıştırılmıştır.
Oskar Pastior ile birlikte 2001 yılında kaleme aldıkları eseri 2006 yılında Oskar‟ın
ölmesi sonucunda Müller yalnız tamamlamıştır. Müller, Oskar‟ı romanın
başkahramanı ve aynı zamanda ben anlatıcısı Leopold Augberg olarak kurgular.
Müller‟in 2009 yılının yaz aylarında yayınladığı romanın kısa bir süre
sonrasında 10.12.2009 tarihinde İsveç kralı 16. Karl tarafından Edebiyat Nobel
Ödülü ile bir diktatörlüğü çok güzel anlattığı için ödüllendirilir. Bu romanı ile konu
ve biçimi çok güzel birleştirerek mesleğinin zirvesine çıkar. Karl Markus Gaus
Atemschaukel adlı romanın şimdiye kadar Müller‟in en iyi eseri olduğunu söyler.31
2009 yılında yazılan ve Carl Hanser Verlag tarafından basılan ve Türkçeye
henüz tercüme edilmemiş bu eseri şöyle özetleyebiliriz:
31
Bkz Karl-Markus Gauss, “Rezension Atemschaukel, Das Lager ist eine praktische Welt” ,
Süddeutsche Zeitung, 20.08.2009
38
17 yaşındaki bir Alman gencinin 2.Dünya Savaşı sonrası 5 yıl boyunca bir
Rus çalışma kampındaki esir hayatı anlatılmaktadır.
Romandaki önem sırasını izlersek ilk önce Leopold‟u tanımalıyız. Leopold 17
yaşında eşcinsel bir genç, ülkede (Romanya Nazi işgali altında) eşcinsellik yasak
olması nedeniyle her an park da (Erlenpark) veya haman da (Neptunbad) yakalanmak
korkusuyla yaşamaktadır. Rusların ülkeyi işgal etmesi ile 17-45 yaş arasında olan
tüm Alman asıllıların çalışma kamplarına götürüleceğinin duyulması ile Leopold
Hermannstadt şehrinden kurtulacağına sevinir. Bavulunu toplayarak hazırlıklarını
yapar. 15 Ocak 1945 tarihinde, gece saat 3‟de -15 derecede 2 polis eşliğinde ilk önce
bir toplama merkezine götürülür. Orada toplanan insanlar daha sonra hayvan
vagonlarına doldurularak iki hafta süren yolculuk sonunda Nowo-Gorlowka çalışma
kampına varır. İşçiler 5 bölüğe ayrılırlar. Yolculuk esnasında Leopold kendi
memleketlerinden olan Trudi Pelikan ile tanışır ve arkadaş olurlar.
İşçiler, kampa yakın bir bölgeye Rusların ikameti için 6 site inşa ederler.
Kampda işçilere çok az yiyecek verilir, günde bir çorba ve bir ekmek. Açlıktan deri
ve bir kemik kalan işçiler arasında cinsiyet ayrımı da yapılamaz olur. Herkesin saçı
kazınır ve aynı kıyafetleri giyerler. Kampta nadiren de olsa gizlice kadın işçiler
Alman asker tutukluları ile buluşur ve birlikte olurlar, fakat Leopold kadınlarla
ilgilenmez.
“ĠĢten sonra duĢun altındaki görevli genç Rusları gizlice izlerim. O kadar
gizli ki ben bile bazen niçin baktığımı bilmem. Bunu bilselerdi beni öldüresiye
döverlerdi.” 32
32
Herta Müller, Atemschaukel, Frankfurt am Main, Fischer Taschenbuch Verlag, Juli 2011, s.117
“Diskret schau ich mir nach der Arbeit die jungen Dienstrussen unter der Dusche an. So diskret, dass
ich selbst nicht mehr weiss, warum. Die würden mich totschlagen, wenn ich es wüsste.”
39
Bir gün Rus köyündeki pazara çıkabilmesi için kendisine izin kâğıdı verilir.
Hermannstad‟dan getirdiği bir giysiyi yiyecek ile değiştirmek ister, ama yerde
bulduğu 10 rubel ile kendisine bir ziyafet çeker. Parayı bitirene kadar yer ve içer,
fakat midesi açlıktan küçüldüğü için yediklerinin hepsini kusar. Ağlayarak kampa
geri döner. Arthur Prikulitsch adlı figür Karpat‟dan gelmesine ve Rus olmamasına
rağmen Rusların hizmetinde görev yapar. O kamptaki zalim erkek figürüdür.
Müller‟in eserlerinde genelde zalim erkek imgesini görürüz. Bu zalim kişi hep
erkeklerden seçilir.
Açlığın ve şiddetli soğukların insanlara kampta neler yaptırdığı anlatılır.
Örneğin, bir adamın karısının çorbasını ve ekmeğini sürekli çalarak onun açlıktan
belli bir süre sonra ölmesine sebep olması, ya da kampta ölen işçilerin cesedlerinin
donmadan kıyafetlerinin arkadaşları tarafından nasıl çalındığı anlatılır.
“Ölüyü ilk olarak fark ederseniz, nasıl çabuk davranmalı. Bükülebilen
durumda olduğu müddetçe ve baĢkası onu fark etmeden, hızlıca onu soymalı.
Soyma iĢlemleri bir çeĢit bizim matemimizdir. Ölü barakaya getirildiğinde
depo görevlisi ceset dıĢında bir Ģey alamamalı.” 33
Kamp hayatındaki tüm olumsuz şartlarına rağmen dayanma gücü bulan ve
hiçbir zaman pes etmeyen Leopold bunu büyükannesinin “Tekrar geleceğini
biliyorum” 34 cümlesine borçludur. Bu söz roman boyunca Leopold‟un kulağından
33
Herta Müller, Atemschaukel, Frankfurt am Main, Fischer Taschenbuch Verlag, Juli 2011, s.148
“Wie soll man flink sein, wenn man den Toten als erster entdeckt. Mann muss ihn rasch nackt
machen, solang er biegsam ist und bevor sich ein anderer da ist. Das Abräumen ist unsere Art zu
trauern. Wenn die tragbare in der Baracke ankommt, darf ausser einem Leichnam für die
Lagerleitung nichts zu holen sein”
34
Age, s.14
“Ich weiss du kommst wieder”
40
hiç çıkmaz. O ne zaman zorda olsa bu cümle ona büyük güç verir. Kampta mektup
yazmak yasak fakat size gönderebilirler kuralı vardır. Leopold 17.04.1947 tarihli
annesinden bir mektup alır. Mektup göndereli 6 ay olmuş ve mektup da dikiş
makinesi ile dikilmiş bir bebek resmi vardır. Annesi ona bir kardeşinin olduğunu
yazar. Dışardan gelen bu mektuba sevinmesi beklenirken, Leopold‟un canını yeni
haber çok sıkar.
“Annem ve babam kendilerine bir çocuk yaptılar, çünkü benden artık ümidi
kestiler. Bana göre ölebilirsin, olduğun yerde. Evde daha az yer kaplanır.” 35
Kamp hayatının 5.yılın sonunda ilk defa işçilere pazara gitmeleri için para
dağıtılır. İşçiler tekrar dünyaya gelmiş gibi kendilerini hür ve mutlu sayarlar.
“Bizlerden tekrar erkek ve kadınlar oldu, sanki ikinci ergenlik dönemiydi.” 36
Çalışma kampındaki sürgün yılları 1950 yılında bittikten sonra Trudi Pelikan
ve Leopold farklı hayvan vagonlarda memleketlerine geri dönerler. Hermannstadt
şehrinde Trudi ve Leopold birbirine gördükleri zaman, hiç birbirilerini görmemiş gibi
davranırlar. Edwin amca kendisinin de çalıştığı bir sandık fabrikasında Leopold‟a iş
bulur. Bir gün çalışma kampında berber olarak görev yapan Oswald Enyeter‟den
mektup alır. Viyana‟da yaşadığını ve kampın zalim kişisi Tur Prikulitsch‟in mafya
tarafından balta ile öldürüldüğünü bildirir. Bir yıl sonra bu fabrikadan ayrılır ve
Utscha‟da bir şantiyede gündüzleri çalışmaya başlar ve akşam okuluna bir beton
35
Herta Müller, Atemschaukel, Frankfurt am Main, Fischer Taschenbuch Verlag, Juli 2011, s.213
“Meine Eltern haben sich ein Kind gemacht, weil sie nicht mehr mit mir rechnen. Meinetwegen kannst
du sterben, wo du bist. Zu Hause würde es Platz sparen.”
36
Age, s.250
“Aus uns wurden wieder Männer und Frauen, als wäre es die zweite Pubertät”
41
kursuna yazılır. Burada Emma adında muhasebe kursunu tamamlamış bir bayanla
tanışır ve 4 ay sonra onunla evlenir. İlk önce Emma‟nın ailesinin yanına ve 6 ay
sonra Hermannstadt‟dan Bükreş‟e taşınırlar. Bu evlilik Leopold‟un eşcinsellerle
parklarda buluşmasına rağmen 11 yıl devam eder. İki eşcinsel arkadaşının Bükreş‟de
tutuklanması ile buradan kaçması gerektiğini anlar. Evli çiftlerin birlikte yurtdışına
çıkma yasağını bahane ederek Emma‟ya Graz‟daki teyzesini ziyarete gideceğini
söyler. Graz‟dan Emma‟ya bir daha geri dönmeyeceğini bildirir ve roman böylece
biter.
1968 yılına kadar Leopold Romanya‟da yaşar. Savaş Sonrası Edebiyatında
cepheden dönen asker gibi Leopold‟da ailesinden ve çevresinden artık o eski
sıcaklığı bulamaz, yeni hayatına uyum sağlamakta zorlanır. Sonunda dayanamaz ve
kaçar.
Biçim yönünden roman tek bir hikâyeden değil 64 başlıktan ve bir sonsözden
yani ardı ardına dizilmiş kısa hikâyelerden oluşmaktadır. İlk bölüm Romanya‟dan
Ukrayna‟ya çalışma kampına kadar devam eden kahramanın vagon yolculuğundan
bahseder. Son altı bölüm kamp sonrası hayatından bahseder. Aralarda kalan 57
bölümde ise Leopold‟un kamp hayatı anlatılır. Genelde bölümler içinde geri ve ileri
dönüşler yapılarak olaylar çok kısa ve farklı mekânlar da anlatılır. Kamp süresi
boyunca neyin nerede ve ne zaman gerçekleştirildiği tam belli değil, bir zamansızlık
ve mekânsızlık söz konusu veya kronolojik bir sıra takip edilmemektedir. Cümleler
genelde kısa ve sonlarında ünlem ya da soru işareti bulunmamaktadır.
Savaş sonrası edebiyatı adını alan ve 1945‟den bu yana Alman Edebiyatını
kapsayan edebi devrin özellikleri üzerinde genellikle Nazi Almanya‟sının vermiş
olduğu acı, yıkım ve kandan bahsedilir. Müller bunu tam tersine çevirir.
42
Mesela hiç suçu olmayan Romanya Almalarının çektiği acılardan ve komünist
terörden bahseder. Müller‟in bu düşünceleri ve sözleri üzerine önemle durulması
gerektmektedir. Auschwitz kadar olmasada Almanların çalıştırıldığı kamplar da
önemli ve unutulmaması gereken olaylardır. 2.Dünya Savaşını yaşamış bir insanlık
artık yaşama gücünü zor bulur, ya sık sık hatırlamalarla o yılların izlenimini, şimdiki
bu ikinci hayatına maleder ya da geçmişe bir çizgi çekip unutmak, yeniden hayata
başlamak gibi bir programı benimser. Fakat bu ikinci tarz, Herta Müller‟e ters
düşmektedir. Eserlerinde, gördüğümüz gibi ve daha sonra da göreceğimiz gibi, bu
tutumu alayla, iğrenmeyle karşılamıştır. Ona göre, ömrü uzun olup da savaşı geride
bırakmış bir kuşağın, nefes almaya devam ettiği sürece yapacağı işler arasında
yemek içmek, sevmek gibi okumak ve yazmak da vardır. İşte bu kuşağın yazdıkları
“Savaş Sonrası Edebiyat”tır. Herta Müller, özel bir kaderi olan bu kuşağın
sanatçılarına büyük ve güç bir ödev düştüğüne inanmaktadır. Bu ödev, her şeyden
önce acı çekmiş Almanların edebiyatta olsun hatırlanmasıdır.
Edebiyatçı, savaş sonrasını işlerken tabiidir ki gerçeklikle, hem de olumsuz
gerçeklikle karşı karşıya kalır. Çoğu kez da işte bu olumsuz gerçeklere eserlerinde
yer vermesi kınanır, onun ülkesi hakkında özellikle dış dünyada olumsuz bir fikir
vermesi iyi karşılanmaz.
Müller figürlerinin sık sık başvurduğu bu hayal dünyalarını okuyucuya
ayrıntılarıyla tanıtmakla hem onların gizli kalmış arzularını ve çocukluk yıllarını,
dolayısıyle benliklerini, hem de bu insanların savaş sonrası hayatlarıyla hiçbir zaman
memnun
olmayacaklarını
ortaya
koymaktadır.
Yerleşememek,
ev
huzuru
bulamamak, göç etmek veya sürgüne gitmek gibi savaş sonrasının husursuz insanını
karakterize etmektedir.
43
Müller geçmişin üstesinden gelmeyi değil geçmişi unutmamayı insanlığın
ahlaki ödevi saymaktadır.
44
ÇAVUġESKU REJĠMĠ
4.2.
Müller‟in ana sorunlarından biri olan Çavuşesku rejimi ve komünist
Romanya‟sı, onun hemen bütün romanlarında yer alırsa da en yoğun şekliyle
sırasıyla Der Fuchs war damals schon der Jäger, Herztier ve Heute wäre ich mir
lieber nicht begegnet de yer almaktadır. Aslında bu üç roman Çavuşesku rejimi
eleştiren bir üçlemedir. Sistematik bir takip ve baskı rejimi içerisinde aşkın ve
arkadaşlığın ihanete uğraması, sonu gelmiş bir dikta rejimi ve çökmüş bir toplum
işlenilmektedir üç romanda da.
4.2.1. KOMÜNĠST ROMANYA’SI
Müller Der Fuchs war damals schon der Jäger adlı romanı Harry Merkle ile
birlikte hazırladıkları Der Fuchs der Jäger adlı filmin senaryosundan uyarlamıştır.
Herta Müller‟in 1992 yılında yazdığı ve 1998 yılında Nesrin Oral tarafından
Türkçeye tercüme edilen ve Telos Yayıncılık tarafından basılan bu romanının
konusunu söyle özetleyebiliriz: Çavuşesku diktatörlüğü altındaki komünist
Romanya‟nın son günleri anlatılmaktadır. Adina adında bir öğretmen romanın
kahraman figürüdür. Adina ülkede Çavuşesku‟nun talimatı ile çiftcilerin hasat
döneminde öğrencilerin çalıştırılmasına karşı çıkınca, ilk önce okul müdürü ve sonra
gizli polis tarafından tehdit edilir, kara listeye alınır. Böylece insan avı başlar.
Kedinin fare ile oynadığı gibi, gizli polis de Adina ile oynamaya başlar. Tamamen
psikolojik baskı yapılır. Adina‟nın özel hayatı kalmamıştır, sürekli ve her yerde takip
edilmektedir. Sisteme karşı gelen kişiler bir çıkmaz sokak içerisinde hisseder
kendilerini, ya intihar ya da ülkeyi terk etmektir hedef. Genelde de sınırdan kaçarken
45
insanlar ya sınırda vurulur veya Tuna nehrinde boğulurlar. Doğu Bloku‟ nun göçmesi
ile birlikte Çavuşesku‟ nun iktidarı ve rejimi de sallanmaya başlamıştır. Çavuşescu,
Macar ve Alman asıllıların yaşadığı Timaşvar‟da gösteri yapan halka ateş açılmasını
emredince, başlayan devrim hareketi dalga dalga yayılır, toplu tutuklamalar da
başlar. Televizyondan Çavuşesku‟ nun helikopter ile kaçtığını ve birkaç gün sonra da
yakalandığını ve karısı ile birlikte nasıl kurşuna dizildiklerini öğrenirler. Korku, takip
ve ülke içindeki insan avı bitmiştir artık.
Biçim yönünden romanı 33 kısa hikâye oluşturmakta ve anlatım tekniği
bakımından daha çok bir senaryoya benzemektedir. Bir film sahnesinde komut verir
gibi kısa ve basit cümleler kullanılmıştır. Roman içerisindeki olaylar sürekli yapılan
betimlemeler, geri dönüşler ve bilinç akımları ile kesintiye uğramakta, hikâyelerin
çoğunda Diktatör Çavuşesku idaresindeki komünist rejimin ülkeyi nasıl bir felakete
götürdüğü tüm çıplaklığıyla anlatılmaktadır. Roman içersinde yapılan başlıca
eleştiriler şunlar:
1. Ekonomik sorunlar; temel gıda maddelerinin karneye bağlanması, evlerin 14
dereceden fazla ısıtılamaması ve elektrik kesintileri:
“Ancak hava iyice karardığında elektrik kesiliyor. Ayakkabı fabrikası
uğuldamıyor, kapıcı kulübesinde bir mum yanıyor, yanında bir kol oturuyor.
Kapıcı kulübesinin önünde bir köpek havlıyor, köpek görülmüyor, gözlerinin
parıltısı görülüyor ve asfaltın üzerinde ayakların sesi duyuluyor.”37
37
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Frankfurt am Main, Fischer
Taschenbuchverlag, 2009, s.25
“Erst wenn es ganz dunkel ist, wird der Strom abgestellt. Die Schuhfabrik summt nicht, im
Pförtnerhaus brennt eine Kerze, neben ihr sitzt ein Aermel. Vor dem Pförtnerhaus bellt ein Hund, man
sieht nicht ihn, man sieht seine Augen glänzen und hört seine Pfoten auf dem Asphalt.”
46
“Adina‟nın önünde bir adam yürüyor, elinde bir cep feneri var. Kentte sık
sık elektrik kesiliyor, cep fenerleri parmaklar gibi ele ait.”38
2. Cinsel sorunlar; seks düşkünlüğü, taciz ve eşlerin birbirilerine sadık
kalmamaları:
“Hasta koruyucular köpek ve kedilerin de görüldüğünü söylemektedirler.
Günün ortasında karanlık yerlerde ve akĢamın alacakaranlığında ağaçsız
yerlerde çiftleĢen erkek ve kadınlar.” 39
“Kedi, Ģefin kadınlarla sol köĢede yattığının da kokusunu alır. Dağın
orasında bir çukurluk ve bir geçit vardır. Geçidin üzerinde pencere vardır.
Grigore pantolonunu açtığında kadınlar bacaklarını yukarı, baĢına
kaldırır.”40
“Clara‟nın eli Pavel‟in külotunun içinde. Boğazı onun yüzüne dökülüyor, taĢ
gibi donmuĢlar, efendim, diyor ağzı, Clara‟nın uylukları sıcak, karnı derin ve
onun organı gömülüyor.”41
38
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Frankfurt am Main, Fischer
Taschenbuchverlag, 2009, s.25
”Vor Adina geht ein Mann, er trägt eine Taschenlampe in der Hand. In der Stadt ist oft kein Strom,
die Taschenlampen gehören wie Finger zu den Händen”
39
Age, s.133
“Die kranken Waldhüter sagen, dass man auch Hunde und Katzen sieht. Und Maenner mit Frauen,
die sich mitten am Tag an dunklen Stellen, oder im halbdunklen Abend in den Lichtungen paaren.”
40
Age, s.97
”Die Katze riecht auch, wann der Verwalter die Frauen in die linke Ecke legt. Dort hat der Berg eine
Mulde und einen Gang. Über dem Gang ist das Fenster. Wenn Grigore seine Hose öffnet, legen die
Frauen ihre Beine höher an den Kopf”
41
Age, s.170
”Claras Hand ist in seiner Unterhose. Ihr Hals fällt über sein Gesicht. Sie sind steinhart gefroren,
mein Herr, sagt ihr Mund, ihre Schenkel sind heiss und ihr Bauch ist tief und sein Glied stösst”
47
3. Ahlaki sorunlar; hırsızlık, rüşvet, alkol, santaj, yalan ve sadakatsizlik:
“Fabrikadan kadınlar yazın bile dizlere kadar uzanan, lastik bantlı kalın
külotlar giyiyorlar. Her gün külotlarına, bacaklarına, karınlarına tıka basa,
yürürken ses çıkarmayacak biçimde mandal dolduruyorlar.”42
“Konyak ĢiĢesi masanın çevresinde elden ele geçiyor. Her oltacı gözlerini
kapatıp içiyor.” 43
“Kadınlar sebzeleri saydam torbalarda pazardan meydana taĢıyorlar.
Erkekler ĢiĢeleri taĢıyor. Elleri boĢ gidenlerin, sebze ya da meyva, ĢiĢe
taĢımayanların bakıĢları dalgalanıyor. Ötekilerin saydam torbalarındaki
meyvayı ve sebzeyi yaz bağırsakları gibi görüyor. Domatesler, soğanlar,
elmalar kadınların kaburgalarının altında. ġiĢeler erkeklerin kaburgalarının
altında.“44
4. Çevre sorunları; sokaklardaki ve kaldırımlardaki pislik, çöp yığınları, hava ve
su kirliliği:
42
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Frankfurt am Main, Fischer
Taschenbuchverlag, 2009, s.60
“Die Frauen aus der Fabrik tragen auch im Sommer dicke Unterhosen mit knielangen Beinen und
Gummibaendern. Sie stecken sich jeden Tag so viele Waescheklammern in die Unterhosen, bis ihre
Beine und Baeuche so gepolstert sind, dass die Waescheklammern beim Gehen nicht klirren.”
43
Age, s.218
”Die Schnapsflasche geht um den Tisch von Hand zu Hand. Jeder Angler schliesst die Augen und
trinkt.”
44
Age, s.74
”Die Frauen tragen das Gemüse in durchsichtigen Plastiktüten vom Markt über den Platz. Die
Männer tragen Flaschen. Wer mit leeren Haenden geht, wer kein Obst und kein Gemüse, keine
Flasche trägt, dem schaukelt der Blick. Der sieht das Obst und Gemüse in den durchsichtigen Tüten
der anderen an wie Sommereingeweide. Tomaten, Zwiebeln, Aepfel unter den Rippen der Frauen.
Flaschen unter den Rippen den Männern.”
48
“Kaldırımda adım baĢı tükürük, sigara izmariti ve ayçiçeği kabukları var.
Sağda solda çiğnenmemiĢ bir dalya çiçeği.“ 45
“Sonbaharda okulun önündeki kavaklar kentin bütün öteki kavaklarından
önce, daha ağustosta sararırlar. Çocuklar köpekler gibi ağaçların
gövdelerine iĢedikleri için, diyor müdür.”46
“Oltacılar ırmaktan suda boğulmuĢ ot, delinmiĢ çorap ve ĢiĢmiĢ külot
avlıyorlar. Günde bir kez de, kamıĢlar eğrilip oltalar dipte sarhoĢladığında
yapıĢkan bir balık. Bu ölü bir kedi olabilir.“ 47
5. Sağlık sorunları; işçilerin iş kazaları, hijyen, sağlık personeli ve tıbbi
malzeme yetersizliği
“Yazın dört kiĢi pencereden düĢtü, zararı yok, zararı yok. Atlamazlarsa
yatakda ölürler. Burada söz konusu olan bir Ģarkı değildir, aylardır ne
pamuğumuz var, ne de sargı bezimiz, çorap fabrikasının artıklarını
alıyoruz.“48
45
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Frankfurt am Main, Fischer
Taschenbuchverlag, 2009, s.23
“Von einem Schritt zum anderen liegen Spucke, Zigarettenkippen und Sonnenblumenschalen auf dem
Gehsteig. Und hier und da eine zerquetschte Dahlie”
46
Age, s.60
”Und im Herbst werden die Pappeln vor der Schule gelb vor allem anderen Pappeln in der Stadt,
schon im August. Weil die Kinder an die Stämme pissen wie die Hunde, sagt der Direktor”
47
Age, s.30
”Die Angler fischen ertrunkenes Gras aus dem Fluss, zerfressene Socken und verquellene
Unterhosen. Und einmal am Tag, wenn die Ruten krumm und die Schnüre vom Grund besoffen sind,
einen schmierigen Fisch. Es könnte eine tote Katze sein.”
48
Age, s.131
“Im Sommer haben sich vier aus dem Femster gestürzt, macht nichts macht nichts. Wenn sie nicht
springen, sterben sie im Bett. Da geht es nicht um Lied, seit Monaten haben wir keine Watte, kein
Verbandszeung, wir nehmen Reste aus der Strumpffabrik.”
49
“Tekir kedi gülcüğünü kokluyor. Bıyıklarını titretiyor ve yalamıyor. ĠĢçilerin
yağlı kolunun altında elsiz bir el bileği sallanıyor. El prese sıkıĢmıĢ. UstabaĢı
kolu kirli bir bezle sımsıkı bağlıyor.“ 49
6. Eğitim sorunları; öğrencileri işçi gibi kullanma, şiddet ve rüşvet:
“Bir aydır sana söylüyorum diyor anne, okula gitmelisin, öğretmeniyle
konuĢmalısın. Herkes ona kahve getiriyor, diyor kızı, yalnızca bir
götürmüyoruz. Bu da notlardan belli oluyor, diyor anne.“ 50
“Okuldaki göreve, dedi hizmetçinin kızı, annemin aracılığıyla, subayın karısı
sayesinde geldim. “ 51
27 Aralık 1989 günü Çavuşesku ve ailesi için son gündür, romanda hiçbir zaman
tarih verilmemesine rağmen, sıklıkla kullandığı geri dönüş tekniğiyle yazar
Romanya‟nın 1985-89 yıllarını romanın konusu halinde işlemektedir. Demek oluyor
ki romanın zamanı, Çavuşesku döneminin ve komünizm son günleri ve yıkılışıdır.
Fakat çalışmanın daha sonraki bölümlerinde üzerinde yoğun olarak duracağımız
“geriye dönüş” tekniğiyle yazar çocukluk yıllarını ve özellikle komünist
Romanya‟sını romanın hâkim konusu halinde işlemektedir.
49
Age, s.121
”Die getigerte Katze riecht an der Lache. Sie zuckt mit dem Schnurrbart und leckt nicht. Unter dem
öligen Aermel des Arbeiters haengt ein Handgelenk ohne Hand. Die Hand steckt in der Presse. Der
Vorarbeiter schnürt den Aermel ab mit einem dreckigen Tuch.”
50
Age, s.153
“Seit einem Monat sage ich dir, sagt die Mutter, du musst in die Schule gehen, du musst mit der
Lehrerin reden. Alle bringen ihr Kaffee, sagt die Tochter, nur wir nicht. Und das sieht man an den
Noten, sagt die Mutter.”
51
Age, s.38
”Die Stelle in der Schule, sagte die Tochter der Dienstbotin, habe sie durch ihre Mutter, durch die
Frau des Offiziers, bekommen”
50
Eserde doğrudan doğruya belirli figür olarak karşımıza çıkarılan şunlardır:
Adina, Clara, Paul, Pavel, Ilije, Liviu, Grigori, Albert ve Sören. Diğer figürlerin ismi
yok mesela: Baba, anne, çocuk, bayan terzi, bir adam, bir kadın, müdür, ev sahibi ve
hizmetçi gibi belirsiz figürler kullanılmıştır.
Romandaki önem sırasını izlersek önce Adina‟yı tanımalıyız: Eserin
başkahramanı ve olayların etrafında gerçekleşen kişidir. Adina bir okulda öğretmen
olarak görev yapmakta ve en iyi kız arkadaşı da Clara‟dır. Adina‟nın erkek arkadaşı
Ilije, zorunlu askerlik hizmetini yapmaktadır. Adina her hafta kuaföre giden bakımlı
bir bayandır.
“Adina, saçı çabuk uzadığı ve saçının kulaklarını örtmemesi için, her hafta
berbere giderdi.“ 52
Öğretmenler öğrencileri ile birlikte her yıl hasat zamanı geldiğinde tarlara gidip
çiftçilere yardım etmek zorundadırlar, bu sistemin bir uygulamasıdır. Bu çalışmanın
ne kadar zevkli ve gerekli bir iş olduğunu öğrenciler okulda kompozisyonlar yazarak
belirtmek zorundadırlar. Bu zorunlu göreve Adina karşı gelince okul müdürü
tarafından ilk önce uyarılır, tehdit edilir ve tacize bile maruz kalır.
“Seni
neden
çağırdığımı
biliyorsun
diyor,
…hayır,
diyor
Adina,
bilmiyorum…..öğrencilere yiyebildikleri kadar domates yemelerini, çünkü eve
götüremeyecekleri söylemiĢsin. Sonra reĢit olmamıĢların sömürülmesi, bunu
da sen söylemiĢsin….öyle değil mi, yoldaĢ müdür, diyor Adina…eli Adina‟nın
yakasından içeri giriyor, sırtından aĢağı iniyor, YOLDAġ DEMEYĠN, diyor
52
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Frankfurt am Main, Fischer
Taschenbuchverlag, 2009, s.17
“Sie ging jede Woche zum Frisör, weil das Haar schnell wuchs und die Ohrenränder nicht bedecken
durfte.”
51
Ģimdi bu söz konusu değil….. Adina sırtını sandalyenin arkasına bastırıyor,
adam elini bluzun içinden çekiyor, bu seferlik bildirmeyeceğim, diyor.“ 53
Adina gizli polisin kara listesine alınır ve tehdit mektupları almaya da başlar.
Böylece Adina için zor günler başlar ve psikolojik baskılar tüm şiddeti ile devam
eder.
“Ve beyaz bir mektup kutusu gözü, Ġlije‟den bir asker mektubudur. Ancak
zarfın üzerinde bir hafta önceki gibi yine Adina‟nın adı yoktur. Yine ne pul,
ne damga, ne de göndericiğin adı. Zarfın içinde yine el büyüklüğünde, eğri
kesilmiĢ hesap pusulası, yine aynı yazıyla aynı cümle: SENĠN AĞZĠNĠ
S…KERĠM.“ 54
Adina bir gün arkadaşlarının konserine gider ve konser gizli polis elemanları
tarafından basılır ve iptal edilir. Grup üyeleri tutuklanıp karakolda ifadeleri alınır.
Adina‟nın etrafındaki çember her gün biraz daha daralır.
“…bütün kapılar açılıyor, ayakkabılar patırdıyor. Sahne kararıyor ve salon
aydınlanıyor. Bağıran yüzler çıplak bir halde ıĢıkta kalıyor. Polisler, köpekler
ve takım elbiseli bir adam salonda duruyor. Paul‟un parmakları telleri
53
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Frankfurt am Main, Fischer
Taschenbuchverlag, 2009, s.85
“…du weisst, weshalb ich dich gerufen hab, sagt er ……..nein, sagt Adina, ich weiss es nicht….du
hast den Schülern gesagt, sie sollen so viele Tomaten essen, wie sie können, weil sie keine mit nach
Hause nehmen dürfen. Und Ausbeutung von Minderjaehrigen, das hast du gesagt…..ist es nicht so,
Genosse Direktor, sagt Adina…..seine Hand greift in den Halsausschnitt ihrer Bluse, faehrt ihr den
Rücken hinunter, ohne GENOSSE, sagt er davon ist jetzt nicht die Rede….sie drückt den Rücken an
die Stuhlehne, er zieht seine Handa aus der Bluse, ich werde es diesmal nicht melden, sagt er.”
54
Age, s.111
“..und ein weisses Briefkastenauge ist ein Soldatenbrief von Ilije. Doch auf dem Umschlag steht wie
vor einer Woche wieder nicht Adinas Name. Wieder keine Briefmarke, kein Stempel, kein Absender.
Im Umschlag ist wieder das handgrosse, schiefabgerissene Rechenblatt, wieder der gleiche Satz in
der gleichen Schrift, ĠCH FĠCK DĠCH ĠN DEN MUND.“
52
çekiĢtiriyor, gitar susuyor. Sorin‟in trampet sopalarında uyum kalmadı.
Çünkü takım elbiseli adam sahnede onun yanında duruyor ve bitti, konser
sona erdi, sakin bir halde, salonu terk edin, diye bağırıyor.“ 55
Gizli polis Adina‟nın üzerine daha çok gitmeye başlar. Gizli polis elemanları
avcılar gibi avının peşinde düşer. Adina‟nın evine girerler ve orada bulunan bir tilki
postunun ilk önce kuyruğunu daha sonra sırasıyla ayaklarını keserler. En sona da
sadece kafasını bırakırlar. Adina her eve geldiğinde jiletle tilkinin bir uzvu kesilmiş
olur. Gizli polisin onun ensesinde olduğu ve istedikleri zaman onu da
öldürebileceklerini hissettirirler. Bu tilki postunun Adina için bir hatırası vardır.
Kendisi 10 yaşındayken bir kış günü, noel zamanı ve sabahın erken saatlerinde
annesi ile birlikte komşu köye bu tilki postunu almaya yürüyerek giderler. Avcının
evine vardıkları zaman, avcı onlara en büyük postu verir. Tilkileri tuzaklara
düşürerek yakaladığını onlara söyler. Adina gizli polisin evine sık sık girmesinden
çok korkmaya başlar. Psikolojisi bozulur, kendini bu sebeple alkole verir. Kısa bir
süre sonra asker olan erkek arkadaşı Ilije‟yi ziyaret için onun bulunduğu kışlaya
gider. Kışlada Adina başına gelen her şeyi anlatır, ve ikisi bu yaz Tuna nehri
üzerinden kaçma planları yaparlar.
“Ayakkabıları takırdıyor, bunlardan kurtulduğumda, diyor ve kaba saba
postalları gösteriyor, yaz gelir ve bildiğim tek bir kolay yol vardır, Tuna. “ 56
55
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Frankfurt am Main, Fischer
Taschenbuchverlag, 2009, s.128
“..alle Türen werden aufgerissen, die Schuhe poltern. Die Bühne wird dunkel, und der Saal wird hell.
Und die schreienden Gesichter stehen nackt im Licht. Die Polizisten, die Hunde und ein Mann im
Anzug stehen im Saal. Pauls Finger zerren an den Saiten, die Gitarre ist stumm. Sorins
Trommelstöcke haben keinen Klang. Denn der Mann im Anzug steht ihm auf der Bühne, hebt die
Haende und schreit, aus, das Konzert ist beendet, verlasst in Ruhe den Saal.”
53
“...sen de birlikte geliyorsun, diyor, diyor, boynu uzun, ensesinde ve
Ģakaklarındaki saçlar dipten kesilmiĢ.“ 57
Müller‟in eserlerinde kadınlara taciz ve şiddet çok işlenilmektedir. Bu
tacizlerin çoğu sistem ve komünizm adına yapılmaktadır. Pavel, istihbarat elemanı
Adina‟yı gördüğünde ona laf atar:
“Adam kamıĢından damlaları silkeliyor. Ücretini öderim, diyor Adina‟nın
arkasından, sana yüz Ley veririm, ağzına boĢaltayım.“ 58
Adina kendi durumu hakkında arkadaşları olan Clara, Paul ve Abi ile
konuşur. Clara bu konuşmalardan erkek arkadaşı Pavel‟in gerçek kimliğini, onun
aslında bir avukat değil bir istihbarat elemanı olduğunu fark eder. Pavel‟e Adina‟nin
iyi bir insan olduğunu ve ona zarar vermemesi için baskı yapmaya başlar. Pavel‟in
Clara‟ya âşık olması nedeniyle, Clara isteklerinde başarılı olur ve gizli polis biraz da
olsa Adina‟yı rahat bırakır.
Romanya Danimarka futbol milli maçını Romanya kazanır ve stattan çıkan
insanlar Adina‟nın yanından şarkılar söyleyerek geçerler. Romanya‟nın ne kadar
güçlü olduğunu fakat ülkenin nasıl bir durumda da bulunduğunu söylerler. Burada
56
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Frankfurt am Main, Fischer
Taschenbuchverlag, 2009, s.189
“Seine Schuhe klappern, wenn ich die los bin, sagt er und zeigt auf die klobigen Schuhe, ist es
Sommer, und ich kenne nur noch einen weichen Weg, die Donau “
57
Age, s.190
“…, du kommst mit, sagt er, sein Hals ist lang, sein Nacken, seine Schläfen kahlgeschoren.”
58
Age, s.212
“Er schüttelt die Tropfen von seinem Glied. Ich bezahl dich, ruft er hinter ihr, ich geb dir hundert Lei,
ich piss dir in den Mund.”
54
bulunan
kişilerin
çoğu
alkollü
ve
sarhoşturlar.
İsyan
edenlerin
sayısı
küçümsenmeyecek kadar çok olunca, polis ile aralarında çatışmalar meydana gelir.
“..dünyada neler olabilirdik, ama yiyecek ekmeğimiz yok. Bir polis onun
üzerine yürüyor, bir köpek ve bir polis daha. O an ellerini kaldırıp gökyüzüne
doğru haykırıyor, Tanrım, Romen olduğumuz için bizi bağıĢla.“ 59
Komünizm ve Çavuşesku idaresinden memnun olmayan insanlar meydanlara
iner, Romanya‟da protesto gösterileri başlar. Timeşvar‟da başlayan bu gösteriler tüm
ülkeye yayılır. Pavel tüm kayıtlı muhalefetçilerin tutuklanacağını Clara‟ya söyler. Bu
bilgi sayesinde Adina tutuklanmadan kurtulur. Adina hastanede görevli olan Doktor
Paul‟in yanına sığınır, birlikte ne yapmaları gerektiğini kararlaştırırlar. Paul‟in
arabası ile köyde öğretmen olarak görev yapan, bu yaz yeni evlenen, düğününe
gittikleri Liviu‟nun yanına giderler. Liviu evinde bir oda tahsis eder arkadaşlarına.
Bir gün sonra burada noeli birlikte kutlarlar. Adina ve Paul sınıra yakın olan bu
köyden yurtdışına nasıl kaçacaklarının planlarını yaparlar. Köyde evde kaçak olarak
yaşamak onların canlarını sıkmaya başlar, fakat sonunda televizyondan ilk önce
Bükreş'teki bütün fabrikaların greve gittiğini; binlerce işçinin özgürlük talepleriyle
şehir meydanını doldurduğunu duyarlar. Başkanlık sarayına doğru yürüyen işçilerin
silahlı askerlerle karşılaştığını, ancak bazı askerlerin silahlarını bırakarak
göstericilerin saflarına katıldığını öğrenirler.
59
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Frankfurt am Main, Fischer
Taschenbuchverlag, 2009, s.226
“…, was könnten wir sein auf der Welt, und wir haben kein Brot zu essen. Ein Polizist geht auf ihn zu
und ein Hund, und noch ein Polizist. Da hebt er die Arme und schreit in den Himmel hinauf, Gott
verzeih uns, dass wir Rumämen sind.”
55
Çavuşesku ilk iş olarak ülkedeki işçi ayaklanmalarını "yabancı güçlerin
Romanya'nın içişlerine müdahalesi" ve "Romanya'nın egemenliğine tecavüz" olarak
nitelendirir, Çavuşesku'nun bu konuşması işçileri daha da öfkelendirir ve o gece yer
yer ordu birliklerinin de desteklediği ayaklanmacılarla Çavuşesku'nun emrindeki
gizli polis gücü Securitate arasında şiddetli sokak çatışmaları yaşanır. Ardından
işçiler Bükreş'teki yayın binalarını, kamu kuruluşlarını ve polis karakollarını ele
geçirirler. Bu nedenle devlet kurumları görevlerini tam yapamaz hale gelir ve devlet
televizyonu yayınları sık sık kesilir. Bir gün sonra ayaklanmalar bütün ülkeye
yayılınca ordu birlikleri tamamen ayaklanmacıların safına geçer, böylece Çavuşeku
önderliğindeki bürokrasinin diktatörlük rejimi çöker. Aynı gün Çavuşesku ve karısı
Elena bir helikoptere binerek Bükreş'ten kaçarlar, kısa sürede yakalanırlar. Bükreş'in
kuzey batısındaki Târgovişte'de bir kışlada tutulan Çavuşesku ve karısı, kitle
katliamı, yolsuzluk, görevi kötüye kullanma, vatana ihanet ve kamu malını
zimmetlerine geçirme suçlarından idama mahkûm edilir ve aynı gün içinde kurşuna
dizilerek idam edilirler.
Liviu, Çavuşesku rejiminin ve terörünün bittiğini eve koşarak Paul ve
Adina‟ya söyler. Hep birlikte mutluluktan içki içer, dans eder ve şarkı söylerler.
“Liviu ile Paul konyak içiyorlar, ĢiĢe gulu gulu ediyor, kadehler Ģıngırdıyor.
Paul üzerinde Liviu‟nun robdöĢambrı çıplak ayak, elinde konyak kadehi
mutfak masasının çevresinde dolanıyor ve derinden gelen, titreyen bir sesle
yasak Ģarkıyı söylüyor: Uyan ey Romen edebi uykudan “ 60.
60
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Frankfurt am Main, Fischer
Taschenbuchverlag, 2009, s.268
56
“...ĢiĢe ile dans ederek yüksek sesle meler gibi Ģarkı söylüyor:
Bugün neĢeli, yarın neĢeli
Gidecek iĢler biraz daha ileri“ 61
“Liviu‟nun çevresinde dans ederek onun Ģarkısına katılıyor:
Bir adım, bir adım, bir adım daha,
Bir adım, bir adım, bir adım daha,
Hep ileri, gitmeyelim geriye asla.“ 62
Çavuşesku‟dan kurtuldukları için çok sevinirler fakat idam edildiği sahneleri
izleyince de gözyaşlarını tutamazlar. Bu merhametin niçin oluştuğunu anlayamaz ve
kendilerine sorarlar. Adina ve Paul, korku ve av bittiği için tekrar şehre geri döner.
Her tarafta ve köşede silahlı asker vardır. Korku rejimi ve terörü sona ermiştir, fakat
insanlar yine aynıdır, sadece tepedeki insanlar gitmiş ve diğerleri terfi etmiştir veya
görevler değişmiştir.
“Grigori müdürdür, müdür ustabaĢı, kapıcı ambar memuru, ustabaĢı kapıcı
olmuĢtur. Crizu ölmüĢtür.“ 63
“Liviu und Paul trinken Schnaps, die Flasche gluckst, die Gläser klimpern. Paul maschiert in Livius
Morgenmantel barfuss mit dem Schnapsglas in der Hand um den Küchentisch uns singt mit tiefer
zittriger Stimme das verbotene Lied: Erwache Rumäne aus deinem ewigen Schlaf.”
61
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Frankfurt am Main, Fischer
Taschenbuchverlag, 2009, s.268
“…und tanzt mit der Flasche und singt noch meckernd: Heute heiter, morgen heiter. Wird die Sache
noch ein bisschen weiter.”
62
Age, s.268“...,tanzt um Liviu herum und singt mit: Noch ein Fick, Fick, Fick,Noch ein Fick, Fick,
Fick, Immer vorwärts nie zurück.”
63
Age, s.280
“Grigori ist Direktor, der Direktor ist Vorarbeiter, der Pförtner ist Lagerverwalter, der Vorarbeiter
ist Pförtner. Crizu ist tot.”
57
“Hizmetçinin kızı müdür oluyor, müdür beden eğitimi öğretmeni,
beden
eğitimi öğretmeni sendika baĢkanı, fizik öğretmeni ise değiĢim ve demokrasi
sorumlusu oluyor. “ 64
Clara traktör fabrikasında mühendis olarak çalışmaktadır, Pavel adında bir
gizli polis elemanına âşık olmuştur. Pavel‟in Clara ile ilişki kurma nedeni Adina ve
arkadaşları hakkında bilgi toplamaktır. Clara aslında Pavel‟i doğru tanımadığı için
gerçekleri öğrendiğinde çok korkar, fakat daha sonra Pavel‟i Adina ve arkadaşlarının
rejim düşmanları olmadıklarına ikna eder, hatta onları tutuklanmalardan ve
ölümlerden kurtarır.
Paul, Adina‟nın eski erkek arkadaşıdır, hastanede doktor olarak görev yapar.
Adina zor durumda kaldığında onun yanına gider, kanlı olaylar başladığında onunla
birlikte taşraya kaçarlar. Çavuşesku döneminin sona ermesini romanın sonunda
birlikte yaşarlar.
Pavel, eserde zalim erkek kahramanıdır ve rejimi temsil eder. Gizli polis
elemanı halka baskı uygular. Herkes ondan korkar ve çekinir. Anlatıcı eserde yoğun
olarak Pavel‟nin baskısından söz etmektedir.
Herta Müller‟in Der Fuchs war damals schon der Jäger adlı romanında
işlediği komünist Romanya konusunu büyük ölçüde dile getiren bu figürlerin önemli
bir ortak özelliğine değinmek istiyorum. Müller, komünist devrinin insanlığa ters
64
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Frankfurt am Main, Fischer
Taschenbuchverlag, 2009, s.282
“…Die Tochter der Dienstbotin ist Direktorin, der Direktor ist Sportlehrer, der Sportlehrer ist
Gewerkschaftsleiter, der Physiklehrer ist Verantwortlicher für Veränderung und Demokratie.”
58
düşen korkunç havasını canlandırırken aile kurumundan yararlanmış. Aile
ilişkilerinin bu havadan etkilenişini ortaya koymak yolunu izlemiştir. Romanın hiçbir
yerinde mutlu veya sağlıklı bir aile göremiyorsunuz. Ahlaksızlık, içki, fuhuş ve
şiddet çekirdek aileyi mutsuz ve çaresiz kılmıştır. Diktatör komünist bir rejim, aile
içi ilişkileri nasıl değiştirir ya da komünizmdeki yokluk ve açlık çocukların
kaderinde nasıl etkili olmuştur, işte bu konu tasvirlerle derinliğine ele alınmış ve o
devri dile getirmede oldukça etkili olmuştur. Bu yol, yazarın ifadesine etki
kazandırmak için başvurduğu edebi bir taktikten ibarettir. Müller‟in daha sonra
ayrıca incelemek istediğim “aile” anlayışıyla da ilgilidir.
Gerek Der Fuchs war damals schon der Jäger da gerekse öteki romanlarında
Müller, Komünist Romanya‟sını canlandırırken, yalnız komünistlerin faaliyetlerini
göstermekle kalmaz, direniş, protesto, arkadaşlık, intihar, kaçış ve alkol konularına
da yer verir. Onun roman kahramanlarını incelerken göreceğimiz gibi bu tutum, ufak
kıpırdanışlardan başlayarak her türlü belirtisiyle, eser kahramanlarının kişilikleriyle
bağıntılı olarak dile getirilmiştir.
Romanda Komünist Romanya‟sından da birkaç imaj yer alıyor ve devrin
ahlak düşüklüğünü ortaya koyma amacını taşıyor. Müller‟in romanı Romanya‟nın
8o‟li yıllarını konu aldığı halde bazı geriye dönüşlerle geçmişe Adina‟nın
çocukluğuna uzanıyor, savaş sonrası ve Nazi devrine de ışık tutuyor.
59
4.2.2.
AHLAKSIZLIK VE DOSTLUK
Şimdi Müller‟in romanlarının başka ana sorunu olarak kendini gösteren
Çavuşesku rejiminde ahlaksızlık ve dostluk konusuna geçmek istiyorum. Bu konu da
ortak nitelik taşımakla birlikte en yoğun şekilde Herztier romanında ifadesini
buluyor. 1994 yılında yazılan ve 1996 yılında Türkçeye Yürekteki Hayvan olarak
Çağlar Tanyeli tarafından tercüme edilen ve Telos Yayıncılık tarafından basılan bu
eseri şöyle özetleyebiliriz: Romanda anlatıcı 1. şahıstır, yani bir bakıma romancının
kendisidir. O, her şeyi bilen, gören ve olayları yorumlayabilen güçlü bir kadındır,
aynı zamanda romanın başkahramanıdır. Ben anlatıcısı hiçbir zaman adını
öğrenemediğimiz bir üniversite öğrencisidir. Yurtta aynı oda da 5 kişi
kalmaktadırlar. Lola adında oda arkadaşının beden eğitimi hocası tarafından tecavüze
uğradıktan sonra intihar etmesiyle aslında roman başlar. Lola‟nın kamuoyunda
sadece intiharı konuşulur, sebepleri hiç araştırılmaz. Hatta bu eyleminden dolayı
Lola, öldükten sonra üye olduğu komünist partiden ve okuldan bir tören
düzenleyerek atılır.
“BeĢ kız yurdun giriĢinde duruyordu. Camekânda Lola‟nın resmi asılıydı,
parti kimliğinde olanın aynısı. Resmin altında bir kâğıt vardı. Birisi yüksek
sesle okudu: Bu öğrenci intihar etmiĢtir. Eylemini kınıyor ve onu
küçümsüyoruz. Bu, ülke için utanç verici bir durumdur.“ 65
65
Herta Müller, Herztier, Frankfurt am Main, Fischer Taschenbuch Verlag, 5.Auflage 2009, s.30
“Fünf Maedchenstanden neben dem Eingang des Studentenheims. Im Glaskasten hing Lolas Bild, das
gleiche, das im Parteibuch war. Unter dem Bild hing ein Blatt. Jemand las laut vor: Diese Studentin
hat Selstmord begangen. Wir verabscheuen ihre Tat und verachten sie. Es ist eine Schande für das
ganze Land”
60
Ben anlatıcı bu olayın peşini bırakmaz ve arkadaşının niçin intihar ettiğinin
araştırılmasını ve bilinmesini ister. Araştırmanın sonunda komünist parti üyelerinin
izlerine rastlar. Ben anlatıcısı bu merakı nedeniyle gizli polisin takibine takılır.
Üniversite içersinde kendisine yakın gördüğü 3 erkek öğrenci ile yakınlaşmaya
başlar, çok iyi arkadaş olurlar. Kurt, Edgar ve Georg adlı öğrenciler ile Çavuşesku
terör rejimine karşı kendi çaplarında direnmeye çalışırlar, gizli gizli buluşup devletin
yasakladıkları eserleri ve şiirleri okurlar. Gizli polis (Securitate) tarafından sürekli
izlenirler. Üniversiteden mezun olduktan sonra arkadaşlıkları devam eder ve kendi
aralarında şifreli yazışmalarda bulunurlar. Gizli polisin baskısı artmaya, tehdit ve
işkenceler de başlar. Bu psikolojik baskılardan ve şiddetten kurtulmak için ya
Romanya‟dan kaçacaklar ya da ülkede birçok kişi gibi intihar edecekler. Ben
anlatıcısı, Edgar ve Georg Almanya‟ya göç ederler ve Edgar Frankfurt‟ da bir
gökdelenden atlayarak intihar eder. Kurt‟un Romanya‟da kendini asarak intihar ettiği
bilgisi gelir, fakat bu intiharlara arkadaşları inanmaz ve bunların birer cinayet
olduğunu söylerler.
Tereza ile ben anlatıcı Romanya‟da aynı fabrikada çalışırlar ve iyi
arkadaştırlar. Tereza gizli polisin emrinde, ben anlatıcıyı Almanya‟da takip etmek
için ben anlatıcının yanına gider. Fakat anlatıcı bunu fark edince onu evinden kovar.
Romanın başkahramanı, en iyi arkadaşı tarafından gizli polise bilgi aktarması için
görevlendirilmiştir. Bu da ben anlatıcıyı büyük bir hayal kırıklığına uğratır.
Bu eserde ahlaksızlık ve arkadaşlık, Müller‟in öteki romanlarından farklı
olarak doğrudan doğruya ana konuyu meydana getirmektedir. Romandaki olay
örgüsü Lola‟ya yapılan tecavüz ile hız kazanmaktadır.
61
Herztier romanında kişiler komünist rejimin yükü altında ezilmiş, hayatından
bıkmış gençlerdir. Müller romanında diktatörlüğün, baskı ve sürekli korku altında
yaşamanın ne olduğunu anlatır. Tehlikeli günlerde arkadaşlıklar hayatın, ya da
yoklaşan hayatın gerçek anlamı durumuna gelir. Arkadaşlar birbirine bel bağlar,
birbirini korur, birbirileri tarafından korunurlar. Bu karşılıklı güven, hayata düşman
olan dış dünyadan kurtulmuşluk duygusu yaratır. Ama arkadaşlıklar, insanları hem
rahatlatan, hem öfkelerini boşaltma olanağı sağlayan sohbetler ile etkisiz kalan
eylemler arasında, kopma noktasına gelir. Devlet terörün baskısı sonucu oluşan ve
rejime karşı direnen bir arkadaşların öyküsü, geriye dönüş metoduyla, hatırlamalar,
çağrışımlar yoluyla canlandırılmakta, figürlerin içinde yaşamakta olduğu gerçek
ortamı teşkil etmektedir.
Kısacası bu roman Herztier diktatörlüğün yıkıma uğrattığı arkadaşların
öyküsüdür: Yozlaşma ve sindirmenin, norma karşı çıkma, direnme davranışların,
yaşamayı
becerememenin,
insanları
nasıl
kendilerine
karşı
bir
yanlışlığa
dönüştürüldüğünün öyküsüdür.
Müller bu umutsuz hikâyeyi kronolojik bir sırada anlatmaz. Duygusal bölük
pörçük kısa olayları anlatarak ve kısa cümleler kullanarak romanı tamamlar. Aynı
zamanda ben anlatıcı sürekli geri dönüş tekniğiyle çocukluk veya gençlik yıllarına
gider:
“Çocuğun iki büyükannesi var. Birisi akĢam sevgiyle geliyor, dua edeceği
için çocuk tepesindeki beyaz tavana bakıyor. Öteki büyükannesi akĢam
62
sevgiyle yatağın yanına geliyor, Ģarkı söyleyeceği için çocuk onun koyu renk
gözlerine bakıyor “ 66
Romanda iki farklı olay örgüsü mevcuttur. Birincisi ben anlatıcının mevcut
bulunduğu durum, ikincisi onun çocukluk yılları. Romanın başlangıcı ve sonu aynı
cümle ile bitiyor:
“Sustuğumuzda itici oluyoruz, dedi Edgar, konuĢtuğumuzda ise gülünç.“ 67
Romandaki ana figürler ben anlatıcı, Lola, Edgar, Kurt, Georg, Tereza ve
Pjele. Diğer romanlarında olduğu gibi fazla figürler mevcut değildir. Bunlardan ilk
önce ben anlatıcıyı tanımalıyız.
Romanın hiçbir yerinde ben anlatıcının adını öğrenemiyoruz. Eserin
başkahramanı ve olayların etrafında gerçekleşen kişidir aynı zamanda. Lola ile aynı
üniversite yurdunda kalır. Lola intihar ettikten sonra gizli polis tarafından yakın
takibe alınır. Takip edilme nedeni Lola‟nın ölüm nedenini araştırması ve komünist
parti üyelerin bundan rahatsız olmasıdır. Lola arkadaşını kayıp ettikten sonra kendisi
gibi Alman azınlığından olan Edgar, Georg ve Kurt ile arkadaşlıkları başlar. Kendi
aralarında gizli toplantılar yapar, Çavuşesku rejimini ve diktatörlüğünü eleştiren
66
Herta Müller, Herztier, Frankfurt am Main, Fischer Taschenbuch Verlag, 5.Auflage 2009, s.40
“Das Kind hat 2 Grossmütter. Die eine kommt am Abend mit ihrer Liebe ans Bett, und das Kind sieht
zur weissen Zimmerdecke, weil sie gleich beten wird. Die andere kommt am Abend mit ihrer Liebe ans
Bett und das Kind schaut ihre dunklen Augen an, weil sie gleich singen wird.”
67
Age, s.7,252
“Wenn wir schweigen werden wir unangenehm, sagte Edgar und wenn wir reden, werden wir
lächerlich.”
63
çalışmalarda da bulunurlar. Batı klasikleri ve halk şiirleri okurlar. Batı ve Amerika
hayranlığı gençler arasında başlamıştır:
“Ama oraya gitmek istiyorlardı. Kitapların geldiği yerde kot pantolonlar,
portakallar, çocuklar için yumuĢacık oyuncaklar, babalar için taĢınabilir
televizyonlar, anneler için incecik çoraplar ve gerçek rimeller.“ 68
Grubun toplanması ve çalışması gizli polis tarafından fark edilir. Takip ve terör onlar
için başlar. Sadece öğrencilerin bulunduğu mekânlar değil memleketlerinde ailelerin
evlerinde de aramalar yapılır. Pjele, adındaki gizli polis elemanı onları takip etmekle
görevlendirilir. Öğrenciler kendi aralarında özel şifreli bir yazışma geliştir, o şekilde
anlaşmaya başlarlar. Dört yıllık eğitim-öğretim bittikten sonra, ben anlatıcı bir
fabrikada tercüman olarak görev alır.
“Fabrikada hidrolik makinaların kullanım kılavuzlarının çevirmenliğini
yapıyordum. Benim için makinalar kalın bir sözlükten ibaretti.“ 69
Tereza adlı iş arkadaşına pek fazla güvenmediği halde tüm sırlarını ve
geçmişini anlatır, çünkü onu eski arkadaşı Lola‟ya benzetir. Ona bu sebeple yakınlık
68
Herta Müller, Herztier, Frankfurt am Main, Fischer Taschenbuch Verlag, 5.Auflage 2009, s.55
“Aber sie wollten dorthin woher dieses Bücher herkamen, gab es Jeanshosen und Orangen, weiches
Spielzeug für Kinder und tragbare Fernseher für Väter und hauchdünne Strumphosen und richtige
Wimperntusche für Mütter”
69
Age, s.115
“Ich übersetze in der Fabrik Anleitungen für hydraulische Maschienen. Für mich waren die
Maschienen ein dickes Wörterbuch.”
64
hisseder. Ben anlatıcının çoğu zaman betimlemeler yaparak topluma komünizm
vermiş olduğu zararlardan mesela ahlaksızlıktan bahseder.
“Büyükannem güneyde bir köyde doğmuĢ, dedi Tereza. Kavun toplarken
hamile kalmıĢ ve kimden kaldığını bilememiĢ. Köyde alay konusu olmuĢ. Bu
yüzden trene atlayıvermiĢ. DiĢi ağrıyormuĢ. Buradaki istasyonda raylar sona
ermiĢ. ĠnmiĢ. En iyi diĢ doktoruna gidip, sonra da onu bırakmamıĢ.“ 70
Ben anlatıcı, gizli polisin baskısı nedeniyle işten çıkarılır ve ekonomik
zorluklar yaşar, fakat Tereza ona özel Almanca dersleri vermesi için bir iş bulur.
Gizli polis çok etkili olunca ben anlatıcı bu işten de olur. Çocukluk yıllarını
hatırlatan bir olay veya konu geçtiği zaman ben anlatıcısı hemen geri dönüş
tekniğiyle o zamanları betimler. Romanın azımsanmayacak bir kısmını bu çocukluk
anıları oluşturur. Sürekli diğer romanlarda da görebileceğimiz bir masum ve temiz
bir çocuğun anıları anlatılır.
“Çocuk, büyüklerden baĢka kimsenin olmadığı evden çıkıyor. Öteki çocuklara
oyuncakları götürüyor, ellerinde, ceplerinde, ne kadar taĢıyabiliyorlarsa
hepsini.“ 71
70
Herta Müller, Herztier, Frankfurt am Main, Fischer Taschenbuch Verlag, 5.Auflage 2009, s.155
“Meine Grossmutter kommt aus einem Dorf im Süden, sagte Tereza. Sie wurde Schwanger beim
Melonenpfücken und wusste nicht von wem. Sie war ein Gespött im Dorf. Darum stiegt sie in den Zug.
Sie hatte Zahnschmerzen. Hier am Bahnhof waren die Schienen zu Ende. Sie stieg aus. Sie ging zum
erstbesten Zahnarzt und blieb an ihm hängen.”
71
Age, s.165
“Das Kind geht aus dem Haus, wo nur Erwachsene sind. Es nimmt zu den anderen Kindern sein
Spielzeug mit, in den Haenden, in den Taschen, so viel es tragen kann.”
65
Ben anlatıcı ve arkadaşları gizli polis tarafından tehdit ve baskı görmelerine rağmen
vakit buldukça kendi aralarında buluşmaya devam ederler. Ben anlatıcı onları veya
onlar ben anlatıcıyı ziyaret ederler. Sohbetlerde, devletin kendi halkına nasıl zülüm
ettiği ve ülkeden kaçan insanların sınırda vurulduğu veya Tuna nehrinde boğuldu
gerçekleri düzmece doktor raporları ile örtbas edildiği konuşulur. Bunların delillerle
tespit edilip, belgelerin veya isim listelerinin yurtdışına çıkarılması düşünülür ve
gerçekleştirilir. Ben anlatıcının annesi, kızına işsiz kaldığı nedeniyle ekonomik
anlamda yardımda bulunur, kızının yanlış yapmasından korkar. Romanya‟da kalmak
için artık hiçbir nedeni kalmaz. Almanya‟ya göç etmek için formları doldurur. Edgar,
Georg ve ben anlatıcı Almanya‟ya giderler, fakat gizli polisin tehditleri orada da
devam eder ve Georg camdan atlayarak intihar eder. Romanya‟da kalan Kurt kendini
asmış olarak arkadaşları tarafından bulunur ve roman bu son ile biter.
Müller‟in eserinde karşımıza çıkan kadın imgelerinde sadık kadın imgesine
pek rastlanmaz. Ancak aşağılanan kadın imgesi sık sık karşımıza çıkar. Lola figürü
bu aşağılanan kadın imgesi için güzel bir örnek oluşturmaktadır. İnsanlar karşı cinsle
genellikle duygusuzca cinsellik için birlikte olur. Aşk diye bir şey zaten yoktur. Her
gün tanımadığı değişik erkeklerle yatan Lola ile ilgili bir alıntıda bu durum açıkça
ifade edilmektedir.
“Lola‟nın hiç büyümemiĢ olan aĢkı kökünden biçtiğini duydum, kirli beyaz
çarĢafın üstünde her bir uzun sapı biçtiğini.“ 72
Eserde Lola ile ilişki yaşayan ve bunun karşılığında Lola‟ya değişik sakatatlar veren
kesimhanede çalışan erkeklerden bahsedilmektedir. Bu erkekleri Lola aslında
72
Herta Müller, Herztier, Frankfurt am Main, Fischer Taschenbuch Verlag, 5.Auflage 2009, s.27
“Ich hörte lola Liebe maehen, die nie gewachsen war, jeden langen Halm auf ihrem dreckigweissen
Leintuch.”
66
tanımamaktadır. Tramvayda karşılaşıp, parkta birlikte olup, Lola‟ya böbrek veya
başka bir sakatat verdikten sonra çekip giden erkekler anlatılmaktadır.
“Tramvaya gece yarısı, deterjan fabrikası ve mezbahanın gece vardiyasından
evlerine dönen erkeklerden baĢka binen olmuyordu... Adamlardan birine
bakıyordum, gün onu öylesine yormuĢ ki, giysilerinin içinde bir gölge
oturuyor sanki. Nicedir ne kafasında aĢk ne de çantasında para var. Bir
sonraki durakta erkeklerden biri Lola‟nın ardından iniyordu. Gözlerinde
kentin karanlığını taĢıyordu. Ayrıca çelimsiz bir köpeğin açlığını diye
yazıyor Lola. Erkekleri, sokağı bırakıp en kısa yoldan bakımsız parka girerek
peĢi sıra sürüklüyordu. “ 73
Erkeklerle yaşanan bu tür ilişkiler eserde defalarca karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu
tür ilişkiler yaşayan kadınların ruh sağlığı da yıpranmaktadır. Eserde karşımıza
sürekli mutsuz kadın ve erkekler çıkmaktadır. Eserde beden eğitimi öğretmeninden
ve öğrencileri taciz etmesinden de söz edilmektedir. Lola bu kız öğrencilerden bir
tanesidir. Beden eğitimi öğretmeni Lola‟ya tecavüz eder ancak bir daha yüzüne
bakmaz. Lola hamile olduğunu öğrenip öğretmeni ile konuşmak ister. Evli olan
öğretmen sinirlenir ve Lola‟yı şikâyet eder. Yaptığını inkâr eden öğretmen Lola‟yı
parti üyeliğinden attırır. Müller‟in eserinde erkeklerin duygusuzluğuna ve
bencilliğine bir örnek de burada açıkça görülmektedir. Kadın çaresiz kalmıştır.
Çaresiz ve aşağılanan kadın imgesini oluşturan karşıt imge burada erkeklerin
acımasızca ve bencilce davranmasıdır. Aşağılanan kadın imgesini oluşturan diğer bir
73
Herta Müller, Herztier, Frankfurt am Main, Fischer Taschenbuch Verlag, 5.Auflage 2009, s.19
“Es stiegen um Mitternacht nur Männer ein, die nach der Spätschicht aus der Waschpulverfabrik und
aus dem Schlachthaus nach Hause fuhren ... Ich sehe einen Mann, der so müde ist vom Tag, dass in
seinen Kleidern nur noch Schatten steht. Und in seinem Kopf langst keine Liebe, in seiner Tasche kein
Geld. Eine Haltestelle später stieg ein Mann hinter Lola aus. Er trug in den Augen die Dunkelheit der
Stadt. Und die Gier eines mageren Hundes, schreibt Lola. Sie lockte die Männer indem sie die Strasse
verliess, auf dem kürzesten Weg in den struppigen Park ...”
67
etken, kadının içinde bulunduğu maddi sıkıntıdır. Lola‟dan önceki verilen alıntılarda
görüldüğü gibi karnını doyurabilmek için erkeklerle birlikte olur.
“Beden öğretmeni beni akĢam beden salonuna çağırıp, kapıyı içeriden
kilitledi. Bir tek kalın deri toplar izledi bizi. Bir kez ona yetmiĢ. Ama ben
gizlice onu izleyip evini buldum. Onun beyaz gömleklerini temiz tutmak
olanaksız. Beni kürsüye ihbar etti. Verimsizlikten kurtulamayacağım. Yapmak
zorunda olduğum Ģeyi tanrı bağıĢlamayacak. Ama benim çocuğum asla
kırmızı ayaklı koyunları gütmeyecek.“ 74
Lola karşı karşıya kaldığı bu durumla baş edemez. En sonunda intihar eder.
Freud intiharı saldırganlık olarak ele alır. Çöküntü halinin dinamiklerini ortaya
çıkarmak amacıyla intiharın açıklamasını denemiştir. Freud‟a göre; tehlike
karşısındaki iç çatışmada bazen tehlike gerçektir ve kişinin dışındadır. Böyle bir
tehlike karşısında insanın içinde bir atılım belirir; kendini savunmayı dener. Tehlike
gerçek bir engelden geliyorsa, insan saldırıcı kuvvetlerini bu tehlikeye karşı çevirir
ya da ondan kaçma yolunu tutar. Ancak, savunma olanaksızsa ve bertaraf
edemeyeceği bir tehlikeyle karşı karşıyaysa, acıdan kurtulmanın başka bir yolu
olmadığını görünce bilerek, isteyerek kendini öldürebilir.75
74
Herta Müller, Herztier, Frankfurt am Main, Fischer Taschenbuch Verlag, 5.Auflage 2009, s.31
“Der Turnlehrer hat mich abends in die Turnhalle gerufen und von inen zugesperrt. Nur die dicken
Lederbälle schauten zu. Einmal hätte ihm gereicht. Ich aber bin ihm heimlich nachgegangen und hab
sein Haus gefunden. Es wird unmöglich sein, seine Hemden weiss zu halten. Er hat mich beim
Lehrstuhl angezeigt. Ich werde die Dürre los. Was ich tun muss wird Gott nicht verzeihen. Aber mein
Kind wird niemals Schafe mit roten Füssen treiben”
75
Atkinson R , Atkinson R. C., Smith , Daryl ve Hoeksema, Psikoljiye GiriĢ, Ankara: Arkadaş
Yayınevi, 2008, s.540
68
“Lola kendini asmıĢ dalapta sallanıyordu. Sonra üç adam geldi dolapta
sallanan Lola‟nın fotoğrafalrını çektiler. Sonra kemeri çözüp içi görünen
plastik bir torbaya soktular.“ 76
Eserde Lola‟nın intiharından sonra da beden eğitimi öğretmeninde hiçbir pişmanlık
veya vicdan azabından bahsedilmez.
Erkeğin tecavüzü ve kadının çaresizliği eserdeki başka bir figürde de cüce
kadın karakterinde de görülmektedir. Müller‟in eserinde sadece erkeklerden dolayı
mutsuz olan kadınlar çoğunluktadır. Hiçbir kadının hiçbir erkekle fazla mutlu
olmaması ve sağlıklı bir ilişkide bulunmaması dikkat çekicidir. Mutsuz Kadın
imgelerinin karşısında duran imge, eserde bencil ve sorumsuz veya tecavüz eden
erkek imgesidir.
Müller eserlerinde genellikle baskı ve korku altında yaşayan insanları
anlatır. Bu zalimliği, terörü ve korkuyu yapan kişiler de hep erkeklerdir. Yüzbaşı
Pjele eserde halka baskı uygulayan bir askerdir. Herkes ondan korkar ve çekinir.
Öyle
ki
anlatıcı
kahramanın
arkadaşlarına
gönderdiği
mektupların
açılıp
okunduğunu bildiği için mektuplara kendi saç telini de ekler. Eğer saç teli düşmüşse
arkadaşları mektubun okunduğunu anlar.
“Kayıp olmayack iki saç teli kopartmak zorundaydım, iki mektup saçı. “ 77
76
Herta Müller, Herztier, Frankfurt am Main, Fischer Taschenbuch Verlag, 5.Auflage 2009, s.30
“Lola hing an meinem Gürtel im Schrank. Dann kamen drei Männer. Sie fotografierten Lola im
Schrank. Dann banden sie den Gürtel los und steckten in eine d urchsichtige Plastiktüte.”
77
Herta Müller, Herztier, Frankfurt am Main, Fischer Taschenbuch Verlag, 5.Auflage 2009, s.102
“Ich musste zwei Haare ausreissen, die nicht verlorengingen, zwei Briefhaare”
69
Yüzbaşı Pjele‟nin anlatıcı kahramanı sorguya çekerek ona zor anlar
yaşatması eserde şu şekilde verilmiştir:
“Masanın üzerinde üzerinde bir kâğıt duruyordu. YüzbaĢı Pjele, oku, dedi.
Kağıtda bir Ģiir yazılıydı. Yüksek sesle oku ki, birlikte eğlenelim, dedi YüzbaĢı
Pjele. Yüksek sesle okudum:
Her birimizin arkadaĢı vardı her parça bulutta.
Korku dolu bir dünyada arkadaĢlar böyle iĢte
Annem de dedi ki, bu çok normal
ArkadaĢları boĢver
Kafanı daha ciddi iĢlere ver.
Bunu kim yazdı, diye sordu YüzbaĢı Pjele. Kimse, bu bir halk Ģarkısı, dedim.
O zaman halkın malı, dedi YüzbaĢı Pjele, demek halk eklemeler yapabilir
Ģiire. Evet dedim. O zaman ekle, dedi YüzbaĢı Pjele, ben söyleyeceğim, sen
yazacaksın, böyle birlikte eğlenebiliriz:
Üç arkadaĢım vardı her parça bulutta
Bulut dolu bir dünyada fahiĢeler böyle iĢte
Annem de dediki üç arkadaĢı boĢver
Kafanı daha ciddi iĢlere ver
YüzbaĢı Pjele‟nin yazdığı Ģiiri Ģarkı olarak söylemek zorundaydım.“ 78
78
Herta Müller, Herztier, Frankfurt am Main, Fischer Taschenbuch Verlag, 5.Auflage 2009, s.104
“Auf dem Tisch lag ein Blatt. Der Hauptmann Pjele sagte: Lesen. Auf dem Blatt stand ein Gedicht.
Laut lesen damit wir uns beide vergnügen, sagte der Hauptmann Pjele. Ich las laut:
Jeder hatte einen Freund in jedem Stückchen Wolke”
So ist das halt mit Freunden wo die Welt voll
Schrecken ist
Auch meine Mutter das ist ganz normal
Freunde kommen nicht in Frage
Denk an seriösere Dinge. Der Hauptmann Pjele fragte: wer hat das geschrieben. Ich sagte: Niemand,
es ist ein Volkslied. Dann ist es ein Volkseigentum, sagte der Hauptman Pjele, also darf das Volk
70
Ben anlatıcı kahraman eserde yoğun olarak Pjele‟nin baskısından söz etmektedir.
Toplumda ondan çekinilir ve korkulur, o Çavuşesku rejiminin kulağı ve gözüdür.
Müller‟in eserinde görülen tecavüz olayları dikkat çekicidir. Trajansplatzt‟ta
sokakta yaşayan sağır ve dilsiz cüce kadına her gece erkekler tecavüz eder. Cüce
kadın sağır ve dilsiz olduğu için bağıramaz ve kimsenin geldiğini önceden duyamaz.
Eserde ahlâksız erkek imgesi sıklıkla karşımıza çıkar. Bu konuya beden eğitimi
öğretmenini örnek olarak verebiliriz. Eserde Beden Eğitimi öğretmeni, Lola‟ya
tecavüz eder. Burada görülen ahlâksız erkek imgesi, aşağılanan kadın imgesini
besler. Lola‟nın tecavüzden sonra hamile kalması ve çocuğunu kötü şartlarda
büyütmek istememesi, zaten evli olan Beden Eğitimi öğretmeninin onu tehdit etmesi
sonucunda çaresiz kalarak intihar eder. Öğretmen Lola‟nın neden intihar ettiğini
bilmesine rağmen son derece rahattır.
Komünizm ve Çavuşesku rejiminin ahlak kurumları üzerinde yıkıcı etkisi,
özellikle aile bağları, karı koca ilişkilerinde yozlaşmış gücü Müller‟in dikkatimizi
çekmek istediği sorunlardan biridir. Müller‟in eserindeki tüm kahramanlar umutsuz,
mutsuz ve sürekli şikâyetçidir. Herkeste birilerine karşı bir sevgisizlik hatta nefret
duyguları görülmektedir.
weiterdichten. Ja sagte ich dann dichte mal, sagte der Hauptmann Pjele. Ich dichte und schreibst, was
ich dichte, damit wir uns beide vergnügen.
Ich hatte drei Freunde in jedem Stückchen Wolke
So ist das halt mit Huren wo die Welt voll Wolken ist
Auch meine Mutter sagte das ist ganz normal
Drei Freunde kommen nicht in Frage
Denk an seriösere Dinge
Ich musste singen was Hauptmann Pjele gedichtet hatte”
71
4.2.3. GĠZLĠ POLĠS TEġKĠLATI (SECURĠTATE)
Şimdi Müller‟in romanlarının başka ana sorunu olarak kendini gösteren
Çavuşesku rejimi ve gizli polis teşkilatı (Securitate) konusuna geçmek istiyorum. Bu
konu da ortak nitelik taşımakla birlikte en yoğun şekilde Heute wäre ich mir lieber
nicht begegnet romanında ifadesini buluyor. Müller‟in romanlarında gizli polis
teşkilatı genellikle zalim bir erkek figür tarafından kurgulanır. 1997 yılında yazılan
ve Rowohlt Verlag GmbH tarafından basılan ve Türkçeye henüz tercüme edilmemiş
bu eseri şöyle özetleyebiliriz:
Roman kahramanımız adsız bir ben anlatıcısıdır ve olaylar hep onun etrafında
gerçekleşir. Perşembe günü saat 10‟da gizli polise ifade vermesi için karakola
çağrılmıştır. Roman da bu randevu ile başlar.
“Çağrıldım. PerĢembe tam on. “ 79
Anlatıcı sabah erkenden kalkar ve kahvaltısını yaptıktan sonra evin önünden
kalkan tramvay ile karakol durağana kadar yolculuk yapar. Romanda anlatılan zaman
sadece yapılan yolculuk süresini yani yaklaşık 1-2 saati kapsar, anlatıcı kahraman
sadece yolcuları, şoförü ve manzaraları izler. Bir film şeridi gibi tüm geçmişi, yani
hayatını çok kısa olaylar ve betimlemeler yaparak gözlerinin önünden geçirir.
Anlatıcı geri dönüşler yaparak, başkahraman hakkında bilgi sahibi oluruz.
Romanda anlatıcı 1.şahıstır. Yani bir bakıma romancının kendisidir. O her
şeyi gören, bilen, olayları yorumlayabilen bir kişidir. Romana onun bakış açısı
hâkimdir. Okuyucu onun sağladığı imkânlar doğrultusunda roman kahramanlarını
79
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Hamburg, Rowohlt Verlag GmbH, 1997,
s.7
“Ich bin bestellt. Donnerstag punkt zehn”
72
Paul, Lilli, Albu ve Nelu‟yu tanır, yine onun sunduğu ipuçlarıyla olaylar hakkında
bilgi sahibi olur.
Romandaki
sırayı
izlersek
önce
ben
anlatıcıyı
tanımalıyız:
Adını
öğrenemediğimiz ben anlatıcı bir kadındır. Sürekli karakola ifade vermesi için
çağrılıyor, fakat bu sefer sanki geri dönmeyecekmiş gibi bir his var içinde, bu
nedenle diş macunu, havlu ve diş fırçasını yanına alır. Bu yolculuk bir kâbusa
dönüşür. Yolculuk esnasında sırasıyla ilk önce geri dönüş tekniğiyle çocukluk
yıllarını, babasını ve annesini hatırlar. Baba bir otobüs şoförüdür ve karısını mesai
sonunda, kızının eski bir okul arkadaşı ile aldatır.
“Babam kadının altında oturuyor, boynunu öpüyordu. Sanki boynundan
tavana kadar çıkaracak gibi kafasını kaldırıyordu. Sırtını bir kuyruk gibi
büküyordu. Bu kadını tanıyordum, benim ile birlikte okula gitmiĢti, baĢka bir
sınıfa. Benim yaĢlarımdaydı……. Baba onun ağzını öpene kadar saç örgüsü
sağ sola sallanıyordu.“ 80
Babası öldükten sonra ben anlatıcı 3 yıl devam eden bir evlilik kurar. Bu evlilik onu
hiç mutlu etmez. Eşini ve o büyük aileyi, üvey babaları kontrol ve idare eder. Üvey
baba ne derse ailede o yapılır, bazen anlatıcıya pantolonunda ne olduğunu bile
hissettirir. Tacizde bulunur fakat karşılık bulamaz. Bu üvey baba aynı zamanda eşini,
anlatıcının yaşında bir ziraat mühendisi ile aldatır. Üvey babanın geçmişi karanlıktır,
ülkeye komünizm geldiğinde partide görev almıştır. İnsanların özel mal varlıklarını
devletin kayıtlarına geçirmek ve Alman azınlıklarına mensup insanların Sibirya‟ya
80
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Hamburg, Rowohlt Verlag GmbH, 1997,
s.82
“Mein Tata küsste den Hals, er sass unter der Frau. Sie hob den Kopf, als würde sie dem Hals nach
zur Decke steigen. Ihren Rücken bog sie wie eine Rute. Ich kannte die Frau, sie war mit mir in die
Schule gegangen, in eine andere Klasse. Sie war so alt wie ich….Ihr Zopf schlug hin und her, bis Tata
ihren Mund auf seinen drückte. ”
73
sürgüne işçi kamplarına gönderilmesiyle görevlendirilmiştir. Bu sebeple onu iyi
tanıyan kişiler tarafından hiç iyi karşılanmaz. İnsanlar ona güvenmez, ondan korkar
ve çekinirler.
“Üvey babam onun yerini almak ve benimle yatmak istiyordu, böylece evden
ve bahceden bana gına gelmiĢti.“ 81
“Kiraz çekirdeğini emiyordu ve elimi pantolonun içinde ne olduğunu
hissettirene kadar kendine bastırıyordı. Hiç de meraklı değildim, bir yıl sonra
oğlu askere gitdiği zaman bile.“ 82
Anlatıcı boşandıktan sonra bir tekstil fabrikasında çalışmaya başlar. Burada
Nelu adında bir kişi ile birlikte olur. Nelu rejimin, yani sistemin bir figürüdür. Gizli
polis adına bilgi muhbirliği yapar ve Çavuşesku rejimini ve terörünü temsil eder.
“Zarar vermekte Nelu‟nun üzerine kimse yoktu. Fakat dilim daha hızlı,
ellerim de onunkinden daha becerikliydi. TraĢ olurken çenesinde sakal
unutur, kahve yaparken ısıtıcıyı tencereden devirirdi, ayakkabı bağlarken çok
zaman geçer ve düzgün bir bağlama hiçbir zaman meydana gelmezdi. Düğme
hakkında çok konuĢabiliyordu fakat dikemiyordu.“ 83
81
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Hamburg, Rowohlt Verlag GmbH, 1997,
s.24
“Da mein Schwiegervater ihn ablösen und mit mir schlafen wollte, wurde es mir überdrüssig im
Garten und im Haus..”
82
Age, s.124
“Er nuckelte an diesem Kirschkern und drückte mir die Hand ins Kreuz, bis ich spürte, was er in der
Hose hat. Ich war nicht neugierig drauf, auch ein Jahr später nicht, als sein Sohn zum Militärdienst
einrückte.”
83
Age, s.108
“Im Schadenanrichten war Nelu nicht zu übertreffen. Aber meine Zunge war schneller, meine Hände
waren geschickter als seine. Beim rasieren vergass er Haare am Kinn, beim Kaffekochen kipte der
Tauchsiedler aus dem Topf. Beim Schuhebinden knuddelte er, es dauerte ewig, und eine ordentliche
Schleife kam nie zustande. Über Knöpfe konnte er viel reden, aber annähen konnte er keinen.”
74
Anlatıcı Nelu ile birlikte olmak istemeyince, o kişi tarafından İtalya‟ya kaçmak ve
İtalyan erkekleri ile birlikte olmak iftiraları atılarak gizli polise bildirir. Gizli polisin
amansız takibi başlar artık. Vatan haini ilan edilir ve zor günler başlar.
Paul adında bir kişi ile bitpazarında tanışır ve arkadaş olurlar. Anlatıcı
kahraman onun yanına taşınır. Anlatıcı ilk kez mutludur ve kendini güvende
hisseder.
„Önceki yaz Paul‟un daha bir kırmızı Çek malı Java motosikleti vardı.
Haftada bir iki kez Ģehrin arkasındaki nehire gidiyorduk. Fasulye tarlaları
arasından geçen yol bir Ģansdı. Yolun üzerinde ne kadar gökyüzü olursa, o
kadar
kafam
hafifliyordu.
Yeteneklerimin
sadece
yarısını
gerçekleĢtirebiliyorum ve fasulye tarlasında ıslık çalmak benim için bir
Ģansdı. Fasulyelerin içinde Ģans kadar aptaldım.“84
Paul bir motor fabrikasında işçi olarak çalışır, mesai sonlarında bitpazarında
kaçak antenler yaparak satar ve iyi para kazanır. Bu antenler ile komşu ülkelerin
televizyon yayınları takip edilebilmektedir, yasak olmasına rağmen devlet görevlileri
bir şey söylemezler. Anlatıcının gizli polis tarafından takip edildiğini ve vatan haini
ilan edildiğini söylemesine rağmen Paul onunla evlenir.
„Paul sorguya çağrılmıyor, fakat o da nasibini alıyordu. Onun yanına
taĢınmam ile hayatına da girmiĢ oldum. Benim dahil olduğum sakin bir hayat
84
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Hamburg, Rowohlt Verlag GmbH, 1997,
s.54
“Vorrigen Sommer hatte Paul noch sein rotes Motorrad, eine tschechische Java. Wir fuhren jede
Woche ein-, zweimal hinter die Stadt an den Fluß. Der Weg durch die Bohnenfelder, das war Glück.
Mir wurde der Kopf umso leichter, je mehr Himmel über den Weg kam.[...] Deshalb war es Glück,
weil mir alles, was ich kann, nur halb so gut gelingt, wie im Bohnenfeld das Pfeifen. Ich war in den
Spinnbohnen haargenau so dumm wie das Glück.“
75
da olsa gözden kacırılmazdı. Paul„u da cezalandırıyorlar. Çağrılmadığım
günlerde bile Paul‟u rahat bırakmayarak bana eziyet ediyorlardı.„ 85
Bu evlilikten sonra ilk önce Paul işten atılır, sonra bitpazarında anten satması da
yasaklanır. Aşk başladığı yerde tekrar son bulur. Paul motorunu bitpazarında satar.
Ülkede çok yaygın olan alkol bağımlılığına Paul‟de katılır. Bu durum anlatıcıyı elbet
de çok üzer. Müller burada Romanya‟daki aşırı alkol tüketim sebebine de değinmiş
olur.
Müller Çavuşesku rejimi ve komünist Romanya‟nın taşradan gelen ve eğitimi
olmayan ve ekonomik imkânları kısıtlı olan kadınların fuhuş yapmak zorunda
kalarak komünistleştirmeye tabii tutulduklarını örnekler vererek göstermektedir.
“O bir köylü kızıydı, pancar tarlasından erkeklerin beĢ misili fazla olduğu
ağır sanayının bulunduğu Ģehirlere koĢuyordu. Yataklardan geçerek komünist
oluyordu.“86
Albu, diğer romanlarda da tanıdığımız zalim erkek figürüdür. Gizli polis
teşkilatında görevli ve anlatıcıyı ve çevresini sürekli takip ettirir ve psikolojik baskı
uygulayarak korku salar.
85
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Hamburg, Rowohlt Verlag GmbH, 1997,
s.216-217
„Paul wird nicht bestellt, aber auch nicht verschont. Ich bin in seine Tage eingebrochen, als ich zu
ihm zog. In meinem Hauch wäre jedes noch so stille Leben aufgestöbert worden, man hätte keinen,
der zu mir gehört, übersehen. Paul wird mitbestraft. Mich tritt man, auch an den Tagen, wenn ich
nicht bestellt bin, aufs Herz, weil man Paul hinterher ist.“
86
Age, s.100
“Sie war ein Dorfmädchen, das von den Rübenfeldern in die Stadt lief, in die Schwerindustrie mit
fünfmal mehr Maennern als Frauen. In den Betten, durch den Unterleib wurde sie zur Kommunistin.”
76
“Paul ne kadar korktuğumu hissetmedi, Albu beni bürosunun altında olan
hücreye kapatabilirdi.“ 87
“Subay Albu elimi parmaklarımdan kaldırıyor ve tırnaklarımı bağırma
derecesine gelene kadar eziyor. Alt dudağı ile parmaklarımı öpüyor ve üst
dudağını konuĢabilmek için rahat bırakıyor.“ 88
Lilli anlatıcının en iyi arkadaşı ve aşağılanan kadın figürüdür bu eserde.
Duygusuzca cinsellik için erkeklerle birlikte olur. Küçük yaşta üvey babası ile
haftada 5 kez birlikte olur, kendisi daha çok yaşlı erkeklerden hoşlanır.
“Lilli yaĢlı erkeklerden hoĢlanırdı, üvey babası ilk tecrübesiydi. Çok rahatdı,
onunla yatmak istiyordu ve söyledi… Ekmeği mutfak masasının üzerine
koydum, kafamdan bir mendil çeker gibi elbiseyi çıkardım. HerĢey baĢladı.
Ġki yıl, neredeyse her gün, sadece Pazar günleri hariç ve sürekli telaĢ
içersinde, sadece mutfakta, yataklara hiç dokunmadık. O annemi dükkâna
gönderirdi, bazen kuyruk uzun bazen de kısa olurdu, hiç bi zaman bizi
yakalayamadı.“ 89
87
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Hamburg, Rowohlt Verlag GmbH, 1997,
s.8
“Paul hat nicht gespürt, wieviel Angst ich habe, dass Albu mich heute unter sein Büro in die Zelle
führen könnte”
88
Age,s.9
“Major Albu hebt meine Hand an den Fingerspitzen und drückt mir die Nägel zusammen, dass ich
schreien könnte. Mit der Unterlippe küsst er meine Finger, die obere hält er frei, damit er reden
kann.”
89
Age, s.74-75
“Lilli mochte alte Männer, ihr Stiefvater war der erste. Sie war zudringlich, sie wollte mit ihm
schlafen und sagte es… Ich legte das Brot auf den Küchentisch, zog das Kleid so schnell über den
Kopf wie ein Taschentuch. Alles fing an. Zwei Jahre, fast jeden Tag ausser Sonntags und immer in
Eile, nur in der Küche, die Betten haben wir nicht angerührt. Er schickte meine Mutter in den Laden,
mal war die Schlange lang, mal kurz, geschnappt hat sie uns nie.”
77
Lilli sınırdan, sevgilisi olan yaşlı bir subay ile kaçmaya çalışırken vurulması
ve yakınındaki kişilerinde ölmesi anlatıcının daha da çok korkmasına ve psikolojik
bulanıma girmesine sebep olur.
„Toz flamalı çocuk ölmüĢtü, çünkü benim oynamak için sabrın yoktu. Babam,
çünkü benden saklanmak istemiyordu. Dedem, çünkü ben daha önce yalan
konuĢarak onun öldüğünü söylemiĢtim. Ve Lilli, çünkü ben ona yuvarlak
güneĢ demiĢtim. YaĢlı ayakkabıcı, çünkü ben onunla dünyanın doymasına
dans etmiĢtim. „ 90
Anlatıcı kahramanda da artık tutuklanma veya öldürülme korkusu başlar ve
karakol durağını kaçırınca, bir sonraki durakta iner ve aklını yitirir.
Biçim yönünden roman iki farklı olay örgüsünden meydana gelmektedir.
Birincisi evden karakola kadar yapılan tramvay yolculuğu, diğeri geri dönüş
tekniğiyle anlatıcının geçmiş hayatı. Müller, eserinde kronolojik bir şekilde yapılan
tramvay yolculuğa 239 sayfalık romanda 15 kez geri dönüş tekniği ile müdahale eder
ve geçmişe ait kısa kısa anılar ile romanın sonunda olay örgüsü netleştirir.
90
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Hamburg, Rowohlt Verlag GmbH, 1997,
s.133
“Der Junge mit den Staubschlangen war tot, weil ich keine Geduld zum Spielen hatte. Mein Tata, weil
er sich nicht vor mir verstecken wollte. Mein Opa, weil ich mit seinem Tod gelogen hatte. Und Lilli,
weil ich kugelrunde Sonne gesagt hatte. Der alte Schuster, weil ich auf das Sattwerden der Welt
getanzt hatte.“
78
5. ANA FĠGÜRLER
Herta Müller‟in romanları konu yönünden olduğu gibi figürler yönünden de
oldukça benzer bir yapı gösterir. Roman kahramanlarının bütün kişiliği
Çavuşesku devri ve savaş yaşantılarıyla biçimlenmekte ve yine bu faktörlerle
açıklık kazanmaktadır. Bu figürler hakkında genel bir bilgi edinmek için onları
üç grupta toplayarak incelemek yerinde olacaktır. Bu grupların ilki çocuklardır.
5.1. ÇOCUKLAR
Herta Müller‟in romanlarında çocuk figürleri adeta özel bir titizlikle
yaratılmış, eserlerin tümü içinde çoğu kez odak noktaları meydana getirecek
şekilde işlenmiştir. Çocuk figürlerin doğrudan doğruya roman kahramanları
ağırlığında ön planda ele alındığı eser ise Atemschaukel dir.
Romanya‟da yaşayan 17 yaşında Leopold Augberg adlı bir Alman gencinin
2.Dünya Savaşı sonrası (1945-1950) Rusya‟da 5 yıllık çalışma kamp hayatı
anlatılmaktadır. Leopold, bu romanın çocuk kahramanıdır. Leopold‟un kaderi
savaş tarafından çizilmiştir, kendisinin tamamen suçsuz olduğu ve değiştirme
gücünden de yoksun bulundukları bir kötü ortam içinde yaşamak zorundadır.
Aslında tüm çocuklar savaşın kurbanı olmuşlardır.
Roman kahramanlarını çocuklar arasından seçmenin yazar için sağladığı
imkânların ilki, açlığı, ağır kış şartlarını, memleket özlemini, fiziksel ve duygusal
tükenişi salt insancıl açıdan incelemektir. Müller çocuk kahramanlarının içinde
yaşadığı şartları malzeme olarak sonuna kadar kullanmakta, savaş sonrası
79
Romanya‟daki Alman toplumunu, bu toplumun ekonomik, ahlaki, ailevi ve
sosyal sorunlarını çocukların görüş açısından değerlendirmektedir.
Romanın başkahramanı Leopold ve aynı zamanda da romanın anlatıcısıdır, 17
yaşında bir çocuktur. Müller kahramanların dış görünüşü ile ilgili fazla bilgi
vermez, daha çok onların ne hissettiğini anlatır. Hitler‟in ordusunda yer almış
babası bir resim öğretmenidir. Leopold annesi, babası ve büyükannesi ile birlikte
oturur. Büyükbaba vefat etmiştir. Leopold ailenin tek çocuğudur, fakat Leopold
kamptayken bir kardeşi (Robert) olacaktır. Leopold‟un ailesi Almanların aryan
ırkından olduklarına inanmakta ve Nazi düşüncelerine yakınlık duymaktadır.
“Küçük Ģehirdeki tüm Almanlar gibi annem ve bilhassa babam sarı saçların,
beyaz çorapların, Hitlerin siyah kare bıyığın ve transilyanya saksonyasının
aryan ırkının güzelliklerine inanıyorlardı”91
Leopold o yaşlardaki diğer tüm çocuklar gibi evden ve çevresinden
uzaklaşmak istiyordu, kendine göre haklı sebepleri de vardı.
“Beni tanımayan bir yere gitmek istiyordum. BaĢıma bir Ģey gelmiĢti. Yasak
olan bir Ģey. Garip, kirli, edepsiz ve güzel“92
“Kampa gitsem bile aileden uzaklaĢmak istiyordum. Beni yeterince
tanımayan anneme üzülüyordum. Ben burada olmadığımda o beni, ben onu
düĢündüğümden fazla düĢünecektir. “93
91
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Framkfurt 2011, s.10-11
“Meine Mutter und besonders mein Vater glaubten, wie alle Deutschen in der Kleinstadt, an die
Schönheit blonder Zöpfe, weisser Kniestrümpfe. An das schwarze Viereck von Hitlers Schnurbart und
an uns Siebenbürger Sachsen als arische Rasse.”
92
Age, s.8
“Ich wollte an einem Ort, der mich nicht kent. Mir war bereits etwas zugestossen. Etwas Verbotenes.
Es war absonderlich, dreckig, schamlos und schön.”
80
Nereye gittiğini ve orada neyle karşılaşacağını bilmiyordu, aslında bilmek de
istemiyordu. Onun amacı sadece buradan kurtulmaktı. Savaşa katılmayacağından
da memnundu.
“Cephedeki kara, savaĢa katılmak zorunda kalmadığım için de çok
memnundum. Ġtaatli bir Ģekilde, aptal ve cesurca bavul toplamaya gittim. Hiç
bir Ģeye karĢı direnmedim. “ 94
Rus askerleri Leopold‟u evden alırken Leopold ailesiyle vedalaşır, büyük
annesinin sözü onun kampta hayatta kalmasını ve geri dönmesini sağlar.
“Sonra onlar geldiler. Annem paltoyu bana uzattı. Ġçine girdim. Annem
ağlıyordu. YeĢil eldivenleri giydim. Tam gas sayacının olduğu yerde
koridorda büyükannem: BĠLĠYORUM TEKRAR GERĠ GELECEKSĠN, dedi.
Bu cümleyi bilerek aklımda tutmadım. Fark etmeden onu kampa götürdüm.
Bana eĢlik edeceğini hiç düĢünmemiĢtim. Fakat böyle bir cümle çok farklı. O
cümle yanıma aldığım tüm kitaplardan daha fazla içime iĢledi. BĠLĠYORUM
TEKRAR GERĠ GELECEKSĠN kalp küreğine bir suç ortağı ve açlık meleğine
bir rakip oldu. “95
93
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Framkfurt 2011, s.11
“Ich wollte weg aus der Familie und sei es ins Lager. Nur tat es mir um meine Mutter leid, die nicht
wusste, wie wenig sie mich kennt. Die, wenn ich weg bin, öfter an mich denken wird als ich an sie.”
94
Age, s.11
“Ich war auch froh,dass ich nicht in den Krieg ziehen muss, in den Schnee an die Front.Ich ging
dümmlichtapfer und gefügig ans Kofferpacken. Ich werhte mich gegen nichts.”
95
Age, s.14
“Dann waren sie da. Die Mutter hielt mir den Mantel mit dem schwarzen Samtbündchen. Ich
schlüpfte hinein Sie weinte. Ich zog die grünen Handschuhe an. Auf dem Holzgang, genau dort, wo
die Gasuhr ist, sagte die Grossmutter: ICH WEISS DU KOMMST WIEDER. Ich habe mir diesen Satz
nicht absichtlich gemerkt. Ich habe ihn unachtsam mit ins Lager genommen. Ich hatte keine Ahnung,
dass er mich begleitet. Aber so ein Satz ist selbständig. Er hat in mir gearbeitet, mehr als alle
mitgenommenen Bücher. ICH WEISS DU KOMMST WIEDER wurde zum Komplizen der
Herzschafel und zum Kontrahenten des Hungerengels.”
81
Bu veda sahnesinde babadan hiç söz edilmiyor. Ya baba o akşam yok veya
baba istenilmiyor. Leopold kampta kaldığı süre içersinde de babayı hiç
hatırlamaz veya düşünmez.
Leopold diğer saksonyalılar ile birlikte kamyonlarla şehrin fuar salonuna
götürülür, orada yaklaşık 500 insan toplanılmıştır. Sürgün emri yanlışlıkla burada
olmaması gerekenleri de yakalamıştı. Bebekli kadınlar, yaşlı adamlar ve daha
çocuk yaştaki gençler. Bu Ruslar için hiç önemli değildi. Leopold olayı bir çocuk
açısından şöyle yorumlar.
“Hiç birimiz savaĢa katılmamıĢtık, fakat Ruslar için biz Almanlar Hitler‟in
cinayetlerinin sorumlusu idik.”96
Fuar salonunda kahraman Trudi Pelikan ile tanışır. Trudi‟nin komşu
bahçesinin bir toprak deliğinde Ruslardan nasıl saklandığını, kar yağdığında
annesinin ayak izlerinin onu deşifre edeceğinden daha yemek getiremediğinden
dolayı buradan çıkmak zorunda kaldığını ve Ruslara böylece yakalandığını
öğrenir. Hayvan vagonlarında sürgüne giden bu insanlar ne ile karşılaşacaklarını
henüz bilmiyorlar. Nazi propagandalarında sadece kurşuna dizileceklerini
duymuşlardı.
“Duvara dizilip kurĢuna dizilmediğimizden dolayı memlekette yapılan Nazi
propagandasına hiç aldırıĢ etmiyorduk”97
96
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Framkfurt 2011, s.44
“Wir waren alle in keinem Krieg, aber für die Russen waren wir als Deutsche schuld an hitlers
Verbrechen.”
97
Age, s.18
“Dass man nicht längst an die Wand gestellt und erschossen war wie man es aus der Nazipropaganda
von zu Hause kannte, machte uns beinahe sorglos.”
82
Hiç kimse yaşanacak korkunç açlığı bilmemektedir. Yolculuk esnasında
vagonlarda ilk önce yakıt olarak kullandıkları donmuş ve çıplak keçiler
yüklenilir. Anlatıcı Leopold daha sonra şunları tespit eder:
“Son beĢ yıl içersinde açlık meleği bizi ziyaret ettiğinde kaç defa bu katı,
mavi keçilere benzedik. Ve onların arkasından yas tuttuk.”98
Açlığın nasıl bir şey olduğunu Leopold şöyle tanımlar:
“Kronik açlık hakkında ne söylenebilir. Seni hasta ve aç bırakan, sürekli
artan bir açlığın olduğu söylenebilir mi. Doymayan, sürekli büyüyen ve
yenilenen açlık, zor uysallaĢtırılan açlığı yutmaktadır. Açlıktan baĢka, kendi
hakkınızda anlatabilecek bir Ģey bilemezseniz, dünyada nasıl dolaĢırsınız ?”
99
Diğer romanlarındaki çocuk figürleri genelde anlatıcının kendisidir ve başka
çocuklar pek anlatılmaz. Yazar eserlerinde geri dönüş tekniğinden faydalanarak
kendi çocukluğunu anlatmakta ve o çocuk figürü Herta Müller‟in otobiyografik
izlerini taşımaktadır.
“Lisede okurken ve küçük Ģehirde ailemin yanında ikamet ederken, akĢamları
babam ile birlikte boĢ otobüs içersinde son seferi depoya yapmayı çok
98
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Framkfurt 2011, s.20
“Wie oft haben wir in den kommenden 5 Jahren, als der Hungerengel heimsuchte, diesen starren
blauen Ziegen geglichen. Und ihnen nachgetrauert.”
99
Age, s.25
“Was kann man sagen über den chronischen Hunger. Kann man sagen, es gibt einen hunger, der dich
krankhungrig macht. Der immer noch hungriger dazukommt, zu dem Hunger, den man schon hat. Der
immer neue Hunger, der unersättlich wächst und in den ewig alten, mühsam gezähmten Hunger
hineinspringt. Wie läuft man auf der Welt herum, wenn man nichts mehr über sich zu sagen weiss, als
dass man Hunger hat ?”
83
seviyordum. Yarı karanlık sokaklarda bir Ģeyler konuĢmak zorunda değildik,
otobüs her yerinden ses geliyordu. Koltuklar, kapılar, tutunma kolları,
merdivenler, her Ģey gevĢemiĢti, fakat otobüs dağılmıyordu.”100
Herta Müller‟in çocuk figürlerini genel çizgileriyle tanımış olmak, bizi onun
öteki figürleri hakkında bir şeyler bilir hale getirmiştir. Çünkü yazarın yetişkin
kahramanlarının da çocuksu yanları vardır ve onların çocuklarla en büyük ortak
özellikleri, sefaleti, yoksulluğu, ahlaksızlığı, korkuyu, ölümü ve ızdırabı onlar gibi
pasif bir çaresizlik içinde kabullenmeleridir.
100
Herta Müller, Heute wär ich mir lieber nicht begegnet, Rowohlt Verlag, Hamburg 1997, s.80-81
“Als ich aufs Lyzeum ging und noch bei meinen Eltern in der Kleinstadt wohnte, fuhr ich abends gern
mit meinem Tata im leeren Bus die letzte Runde zum Depot. Wir mussten nichts reden im Halbdunkel
der Strassen, der Bus klapperte. Die Sitze, Türen, Haltesstangen, Treppen, alles sass locker, aber der
Bus fiel nicht auseinander.”
84
GENÇLER
5.2.
Herta Müller, roman figürleri hakkında fikir yürütmeyi, bilgi vermeyi veya her
türlü açıklamalarda bulunmayı prensip olarak reddeden bir yazardır. Bu durumda
yazarın roman figürlerinin özelliklerini ortaya çıkarmaya çalışırken başvuracağımız
tek kaynak, romanların kendisi olacaktır. Romanlarında çocukların özel bir yeri
olduğunu görmüştük. Yine özel bir edebi işlevle donatıldığını göreceğimiz figürler,
yaşlı insanlar, büyükanne ve büyükbabadır. Bunların dışında kalan roman figürlerini
de “gençler” başlığı altında toplamaya karar verdim. Pjele, Georg, Kurt, Edgart,
Lola, Pavel, Adina, Paul, Albu, Leopold işte bu ortak kuşağa giren kahramanlardır.
Onlar hakkında genel bilgiler edinmek, bazı yargılara varabilmek için iki gruba
ayırarak incelemekte yarar var. Kadın ve erkek figürler.
5.2.1. KADIN FĠGÜRLER
Herta Müller‟in kadın olması nedeniyle kadın figürlerinin daha fazla ön plana
çıktığını görüyoruz. Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet ve Herztier eserlerinde
ben anlatıcı bir kadın ve yazarın da kendisidir. Tüm romanlarında ve bilhassa bu iki
eserde yazarın kontrolsüz otobiyografik izlerini görürüz.
Müller‟in eserlerinde karşımıza çıkan kadınlarda figürlerin başka bir özelliği de
sadık kadın imgesine pek rastlanılmamasıdır. Kadınlar genellikle savaş sonrası,
komünizmin ve Çavuşesku rejiminin ahlak çöküntüsünün kurbanı olmuşlardır.
85
Lola
Herztier adlı romanın önemli kadın figüründen biridir. Olaylar ve romanın
konusu onun üzerine kurgulanılmıştır. Lola maddi durumu iyi olmayan ve ülkenin
güneyinden gelen bir üniversite öğrencisidir. Rus Dili ve Edebiyatı Eğitimi almakta
ve yurtta 6 kişilik bir odada kalmaktadır. Oda arkadaşlarının kıyafetlerini kullanır ve
para karşılığı erkeklerle beraber olur. Toplumda daha iyi yerlere gelebilmek için
Komünist Partisinin üst seviyedeki erkekleriyle de ilişki içersindedir.
Lola karşı cinsle genellikle duygusuzca cinsellik için birlikte olur. Aşk diye bir
şey yoktur. Hergün tanımadığı değişik erkeklerle birlikte olur. Eserde Lola ile ilişki
yaşayan ve bunun karşılığında Lola‟ya değişik sakatatlar veren kesimhanede çalışan
erkeklerden bahsedilmektedir. Bu erkekleri Lola aslında tanımamaktadır. Tramvayda
karşılaşıp, parkta birlikte olup, Lola‟ya böbrek veya başka bir sadakat verdikten
sonra çekip giden erkekler anlatılmaktadır.
Erkeklerle yaşanan bu tür ilişkiler eserde defalarca karşımıza çıkmaktadır. Ancak
bu tür ilişkiler yaşayan kadınların ruh sağlığı da yıpranmaktadır. Eserde ve Müller‟in
diğer eserlerinde sürekli mutsuz kadın figürleri çizilmektedir.
Lola karşı karşıya kaldığı bu durumla baş edemez. En sonunda intihar eder.
İntihar ettiği için toplumda öldükten sonra bile suçlu bulunur ve kınanır.
Lola figürü Müller‟in eserleri içerisinde tüm romanlarını anlamak ve
yorumlayabilmek için iyi bir örnektir. Rejimin ve sistemin acımasızlığı ve kadınların
bu kafesin içersindeki rolü kısaca Lola figür ile anlatılmıştır.
86
Lilli
Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet adlı romanın kadın kahramanlarından
biridir. Lilli roman boyunca sürekli işlenilmekte fakat tam olarak anlatılmamakta.
Bu nedenle de iç ve dış görünüşü hakkında fazla bilgimiz olmamaktadır. Müller bu
kahramanını çeşitli kişilerin görüş açılarından, farklı perspektiflerle görmeye ve
aydınlatmaya çalışmamaktadır.
Lilli, anlatıcının iş arkadaşı, kaç yaşında olduğu kesin olarak belirtilmemekte
fakat kendisi güzel bir bayandır. Yaşlı erkeklerden de hoşlanmaktadır.
“Lilli ile birlikte iĢten sonra Korsoya gittiğimizde ben gezmekten ziyade
dükkânlara girer o da dıĢarıda beklerdi. Hiç acele etmek zorunda değildim, Lilli
çabuk çıkmamdan hoĢlanmazdı. Sırtını vitrine verip gökyüzüne, ağaçlara, asfalta
ve mutlaka yaĢlı adamlara da bakardı…Benim hoĢlandığım, yumuĢak adımlar ve
biraz kambur sırtlar…Lilli eskiden beri kıyafetlerden hoĢlanmazdı. Buna rağmen
erkekler ondan gözünü alamazdı. ġayet ben onlardan biri olsam Lilli benden
kurtulamazdı. Ne kadar kötü giyinse o kadar dikkat çekici bir güzelliği vardı.”101
Lilli yaşlı erkeklerle hiçbir karşılık beklemeden ve zevk için birlikte olmaktadır.
İlk tecrübesini kayınpederi ile birlikte yaşamaktadır.
“Lilli yaĢlı erkeklerden hoĢlanmaktaydı, ilk kiĢi de kayınpederi oldu. Lilli çok
ĢırnaĢıktı, onunla yatmak istediğini söyledi. Kayınpeder direndi, o peĢini
101
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Rowohlt Verlag, Hamburg, 1997, s.50-51
“Wenn Lilli und ich nach der Arbeit auf den Korso fuhren, und ich, statt zu spazieren, in Läden ging,
wartete sie draussen. Ich musste mich nicht beeilen, Lilli war es gar nicht recht, wenn ich zu schnell
wiederkam. Sie stand mit dem Rücken zum Schaufenster und schaute Himmel, Bäume, Asphalt an,
bestimmt auch die alte Männer… Weiche Schritte und der Rücken ein wenig gebeugt, das gefällt mir.
……. Lilli hatte auch vorher nichts übrig für Kleider. Troztdem sahen die Männer ihr nach. Und wenn
ich einer gewesen wäre, wär Lilli mir nicht entgangen. Je schlechter Lilli angezogen war, umso
auffälliger war sie schön.”
87
bırakmadı. Bir gün Lilli‟nin annesi kuaföre gittiğinde, Lilli ona daha ne
kadar kaçacaksın, dedi… HerĢey baĢladı.”102
Lilli bir ahlak çöküntüsü içersindedir. Bu onda bir hastalık olmuştu; riski,
telaşı ve günahı seviyordu. Evli ve yaşlı erkek gördüğü zaman hiç duramıyor ve
birçok erkek ile birlikte olmuştur.
“Lilli bir otel görevlisini, bir doktoru, bir deri tüccarını, bir fotoğrafçıyı
sevdi… en az 20 yaĢ ondan yaĢlılardı. Hiç biri hakkında yaĢlı demez, fazla
genç değil, derdi.”103
Yaşlı erkek hastası ve ahlak çöküntüsünü kurbanı olan bu kadın 66 yaşında
emekli bir subay ile Romanya-Macaristan sınırından subayın çocuklarının yaşadığı
Kanada‟ya kaçmak planları yapmaktadır. Macaristan tarafında onları bekleyen kişi
daha çok para almak için ikili oynayınca, Lilli kaçarken vurulur. Subay da yakalanıp
hapse atılır. Bu kaçma girişimleri ve ölüm roman boyunca sık sık karşımıza
çıkmaktadır.
102
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Rowohlt Verlag, Hamburg, 1997, s.74-75
“Lilli mochte alte Männer, ihr Stiefvater war der erste. Sie war zudringlich, sie wollte mit ihm
schlafen und sagte es. Er liess sie zappeln, sie gab nicht nach. Einen Tages, als Lillis Mutter zur
Frisöse fuhr, fragte Lilli ihn, wielange er noch ausweicht………..Alles fing an..”
103
Age, s.73
“Lilli liebte einen Hotelportier, einen Arzt, einen Lederwarenhändler, einen Fotografen……
mindestens zwanzig Jahre älter als sie. Sie sagte über keinen, er sei alt, sie sagte: Er ist nicht mehr
ganz jung.”
88
Adina
Der Fuchs war damals schon der Jäger adlı romanın en önemli figürü Adina,
Çavuşesku rejiminin baskısına, yoksulluğuna ve bu yoksulluğun sebep olduğu her
türlü sıkıntıya sabırla katlanır, bu yüzden kahraman sayılabilecek bir kadındır.
Adina Romanya‟nın bir varoş mahallesinde öğretmen olarak görev yapmaktadır.
Adina ülkenin içinde bulunduğu fakirliği, açlığı, elektriksizliği, çevre kirliğini ve
çaresizliği okura anlatan kişidir.
“Adina‟nın önünde bir adam yürüyor, elinde bir cep feneri var. Kentte sık sık
elektrik kesiliyor, …”104
“Kaldırımda adım baĢı tükürük, sigara izmariti ve ayçiçeği kabukları var. Sağda
solda çiğnenmemiĢ bir dalya çiçeği.”105
“Oltacılar ırmaktan suda boğulmuĢ ot, delinmiĢ çorap ve ĢiĢmiĢ külot avlıyorlar.
Günde bir kez de, kamıĢlar eğilip oltalar dipte sarhoĢladığında yapıĢkan bir
balık. Bu ölü bir kedi de olabilir.”106
Ülkede öğrenciler her yıl tarlalarda hasat zamanı çalıştırılmaktadır. Adina bunu
reşit olmayan çocukların sömürülmesi olarak gördüğü için gizli polis tarafından
104
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.25
“Vor Adina geht ein Mann, er trägt eine Taschenlampe in der Hand. In der Stadt ist oft kein Strom,
...”
105
Age, s.23
“Von einem Schritt zum anderen liegen Spucke, Zigarrenkippen und Sonnenblumenschalen auf dem
Gehsteig. Und hier und da eine zerquetschte Dahlie.”
106
Age, s.30
“Die Angler fischen ertrunkenes Gras aus dem Fluss, zerfressene Socken und verquollene
Unterhosen. Und einmal am Tag, wenn die Ruten krumm und die Schnüre vom Grund besoffen sind,
einen schmierigen Fisch. Es könnte eine tote Katze sein.”
89
izlenilir. Okul müdürü tarafından da tehdit edilir ve tacizde bile bulunulur. Adina
tehdit mektupları almaya başlar.
Adina sadece Ana Okuldan arkadaşı olan Clara‟ya güvenmektedir. Aslında o
da gizli polis için çalışan bir erkekle birliktedir ve toplu tutuklanmaların
başlayacağını söyler. Adina bu tutuklanmalardan eski bir erkek arkadaşı ile köye
kaçarak kurtulur. Onlar köyde kaldıkları süre içersinde Romanya‟da Çavuşesku
rejimi yıkılır fakat sadece roller değişmiştir. Sistem aynen devam etmektedir.
Herta Müller‟in kadın figürlerini bir ortak paydada toplamak oldukça güçtür.
Fakat şu noktalar okuyucunun gözünden kaçmamaktadır: Müller, kadın figürlerini
ayrı bir özenle kurgulamıştır. Bunlar komünist polis devletinin yükünü en ağır
şekilde
çekmekte,
toplumun
ve
insanlığın
günahını
kendi
hayatlarıyla
ödemektedirler. Ezilen, kullanılan ve sistemin avı hep kadınlar olmuştur. Müller‟in
romanlarında kadınları mutsuz ve sağlıklı bir aile hayatı içerisinde hiç göremiyoruz
fakat bunlara rağmen Müller‟in kadın figürlerini erkek figüründen iyilik bakımından
daha üstün bir meziyetle donattığını görüyoruz.
90
5.2.2. ERKEK FĠGÜRLER
Erkek figürler Herta Müller‟in eserinde genellikle gizli polis devletinin bir
ajanı veya muhbiridir. Polis ya da asker olarak karşımıza çıkar, zalim kişilerdir.
Devletin ve sistemin vermiş olduğu gücü kullanarak kadınları birer mal gibi
kullanmaktadırlar. Erkeklerin eş olarak kadına etkileri ele alındığında iyi bir erkek
imgesi söz konusu değildir. Erkekler genelde duygusuz, parasız olup aç köpeklere
benzetilir.
“Lola defterine, kantinde herkesin aç olduğunu yazıyor, herkes ağız
Ģapırdatan bir yığın. Herkes kendi çapında inatçı bir koyun. Hepsi beraber
aç it sürüsü.”107
Çavuşesku rejimi üzerine yazılan üç romanda da Der Fuchs war damals schon
der Jäger (Tilki daha o zaman avcıydı), Herztier (Yürekteki hayvan) ve Heute wäre
ich mir lieber nicht begegnet (Bugün kendimle karşılaşmak istemezdim) bu
özellikleri erkek figürlerinde görebiliriz. Her romandan birer örneğe yer vermek
uygun olacaktır: Albu, Pjele ve Pavel.
Albu
Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet adlı romanın zalim erkek figürüdür.
Hemen ilk sayfalarda bu kişiden bahsedilmektedir. Görevleri sisteme karşı gelen
veya tehdit olarak algılanan kişileri takip etmek ve şiddet kullanarak sorguya
almaktır. Sorgularda keyfi ve alalayıcı uygulamalar yapılmaktadır.
107
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.24
“Alle sind hungrig in der Kantine, schreibt Lola in ihr Heft, ein drückender schmatzender Haufen.
Und jeder für sich genommen ein störrisches Schaf. Alle zusammen ein Rudel gefrässiger Hunde.”
91
“BinbaĢı Albu parmak uçlarımdan tutarak elimi kaldırıyor ve tırnaklarımı o
kadar sıkıyor ki bağıracak dereceye geliyorum. Alt dudağı ile parmaklarımı
öpüyor, üst dudağı konuĢabilmesi için boĢ bırakıyor. Elimi sürekli aynı Ģekilde
öpüyor fakat konuĢurken sürekli baĢka Ģeyler söylüyor. Evet, bugün gözlerin
iltihaplı. Bıyıkların uzamıĢ gibi, yaĢın için biraz erken. Küçük elinde bugün çok
soğuk inĢallah dolaĢımdan değildir. Aman Allahım, diĢ etin de çekilmiĢ, sanki
ninen gibisin.”108
Albu‟nun hayatı sahtedir, gerçek hayatına ait fazla bilgi verilmez. Evde iyi aile
baba ve dışarıda zalim ajan rollerini oynar. Faydalanabildiği kadınları sorguya almaz
ve muhbir olarak kullanır.
Pjele
Müller, eserinde baskı ve korku altında yaşayan insanları anlatır. Yüzbaşı Pjele
eserde halka baskı uygulayan bir askerdir. Herkes ondan korkar ve çekinir. Öyle ki
anlatıcı kahramanın arkadaşlarına gönderdiği mektupların açılıp okunduğunu bildiği
için mektuplara kendi saç telini de ekler. Eğer saç teli düşmüşse arkadaşları
mektubun okunduğunu anlar.
Herztier adlı romanın zalim erkek figürüdür. Yüzbaşı ajan sisteme karşı gelen
insanları takip eder ve sorguya alır. Suçlu bulunanlar genellikle intihar süsü verilerek
infaz edilir veya kaybolurlar. Romanya‟da yaşayan Alman asıllılara Almanya‟ya göç
108
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Rowohlt Verlag, Hamburg, 1997, s.9
“Major Albu hebt meine Hand an den Fingerspitzen und drückt mir die Nägel zusammen, dass ich
schreien könnte. Mit der Unterlippe küsst er meine Finger, die obere hält er frei, damit er reden kann.
Er gibt mir den Handkuss immer auf die gleiche Art, aber beim Reden sagt er immer etwas anderes:
Na, na, deine Augen sind heute entzündet. Mir scheint, dir wächst ein Schnurtbart, in deinem Alter ein
bisschen früh. Ach, das Händchen ist heute eiskalt, hoffentlich nicht vom Kreislauf. Oje, dein
Zahnfleisch schrumpft, als wärst du deine Oma.”
92
etmeleri için baskı uyguluyor. Yüzbaşı Pjele‟nin anlatıcı kahramanı sorguya
çekerek ona zor anlar yaşatır.
Pjele‟nin bir köpeği var, onun adı da Pjele. Sorgulama yaparken kişileri köpeği
ile korkutuyor. Toplumda ondan çekinilir ve korkulur.
“YüzbaĢı Pjele Ģiirin yazılı olduğu kâğıdı aldı. Kağıdı buruĢturdu, köpek Pjele de
havladı. Kurt ağzını açmak zorundaydı ve yüzbaĢı kâğıdı ağzına soktu. Kurt Ģiiri
yemek zorundaydı. Yerken boğulacak gibi oldu. Köpek iki kez ona atladı.
Pantolonunu yırttı ve bacaklarını tırmaladı. Üçüncü atlamasında köpek Pjele
mutlaka ısırırdı, dedi Kurt. Fakat YüzbaĢı Pjele yorgun ve sessizce: Pjele bu
kadar yeter, dedi. YüzbaĢı böbrek rahatsızlığından Ģikâyetçi oldu ve Ģanslısın
dedi.”109
Pavel
Der Fuchs war damals schon der Jäger adlı romanın zalim erkek figürü,
Gizli Polis Teşkilatında resmi bir görevlidir. Sisteme karşı çıkan çok acımaz bir
ajan. Çevresindeki insanlar ondan çekinir. Aslında bir asalak gibi Çavuşesku
rejiminden faydalanır. Hiç kimsede olmayan mesela kahve ve çikolata gibi batılı
ürünler onlarda vardır. Bunları rüşvet veya kaçakçılık ile temin eder.
“Bir aydır sana söylüyorum diyor anne, okula gitmelisin, öğretmeniyle
konuĢmalısın. Herkes ona kahve getiriyor, diyor kızı, yalnızca biz
götürmüyoruz. Bu da notlardan belli oluyor, diyor anne… O bizden kahve
109
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.87
“Der Hauptmann Pjele, der so hiess wie sein Hund, verhörte Edgar, Kurt und Georg das erste Mal
wegen dieses Gedichts. Der Hauptmann Pjele hatte das Gedicht auf einem Blatt. Er zerknüllte das
Blatt, der Hund Pjele bellte. Kurt musste den Mund öffnen, und der Hauptmann stopfte ihm das Blatt
hinein. Kurt musste das Gedicht essen. Beim Essen musste er würgen. Der Hund Pjele sprang ihn
zweimal an. Er zerriess ihm die Hose und zerkratzte ihm die Beine. Beim dritten Sprung hätte der
Hund Pjele bestimmt gebissen, meinte Kurt.”
93
alamaz, diyor baba, belki gözünün üzerine bir tane yer. Ben onunla
konuĢursam, biz ondan kahve almaya baĢlarız.”110
Evli olmasına rağmen eşini başka kadınlarla aldatmaktadır, mutlu değildir.
Birlikte olduğu kadınları muhbir olarak kullanmaktadır. Mutlu bir aile resmi Herta
Müller‟in eserlerinde görülmez. Sistem insanları mutsuz etmektedir.
Pavel romanın sonlarına doğru yaptıklarından pişman olur. Daha önce eziyet
ettiği insanlara yardım eder, onların cezaevine alınmasına engel olur. Bunlardan
birisi de Adina adındaki anlatıcıdır. Çavuşesku rejimi yıkıldıktan sonra eski istihbarat
elemanlarının çoğu yurtdışına kaçmıştır, Pavel de bunlardan birisidir.
Paul
Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet adlı romanın erkek kahramanıdır. Paul
anlatıcının eşidir. Bir motor fabrikasında çalışmakta ve Java marka kırmızı bir
motosiklete sahiptir.
“Önceki sene Paul‟un kırmızı çek bir Java motoru vardı. Her hafta 1-2 defa
Ģehrin arkasındaki nehre giderdik.”111
Paul boş zamanlarında Romanya‟da yasak olmasına rağmen bitpazarında kendi
yapımı televizyon antenleri satmaktadır. Eşi ile de bu bitpazarında tanışmıştır.
110
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.153
“Seit einem Monat sage ich dir, sagt die Mutter, du musst in die Schule gehen, du musst mit der
Lehrerin reden. Alle bringen ihr Kaffee, sagt die Tochter, nur wir nicht. Und das sieht man an den
Noten, sagt die Mutter….Kaffee kriegt die keinen, sagt der Vater, eins über die Augen vielleicht. Wenn
ich mit der rede, dann kriegen wir Kaffee von ihr.”
111
Age, s.54
“Vorrigen Sommer hatte Paul noch sein rotes Motorrad, eine tschechische Java. Wir fuhren jede
Woche ein-, zweimal hinter die Stadt an den Fluss.”
94
“Bit pazarındaydım… Paul BudapeĢte ve Belgrad televizyon programları için
kendi yapımı antenleri satıyordu. Antenler yasaktı fakat göz yumuluyordu ve
Ģehrin birçok çatılarında vardı.”112
Eşinin gizli polis ile sorunlu olması nedeniyle kendisi de sıkıntılar yaşamaya
başlamıştır. Mesela işyerinde genellikle ayakkabısı ve kıyafetleri çalınmakta,
ölümcül trafik kazaları da yaşamaya başlamaktadır.
“Yeni yıldan beri soyunma odası gözetlenmesine rağmen bu yıl Paul duĢtan
sonra 4.defa çıplak bedeni ile kalmıĢtır.”113
“Dükkan dönüĢü Paul‟un arkasından gri bir kamyonet uzun bir süre dikiz
aynası mesafesinde kalır. Kamyonetin geçebilmesi için Paul Ģarampole
yaklaĢır. Trafik yoktur. O yavaĢlar, kamyonet ona o kadar yaklaĢır ki, sanki
Javayı altına alacakmıĢçasına. Motor bir tarafa, ağaçtan düĢen ölü dallar
gibi Paul da bir tarafa düĢer”114
Paul yaşadığı bu kötü olaylar sebebiyle Romanya‟da erkeklerin çoğunu yaptığı gibi
kendini alkole verir. Alkol tüketiminin önemli sebebi ise duygu durumunu
112
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.149
“Ich stand damals auf dem Flohmarkt……. Paul stand neben mir und verkaufte selbstgebaute
Antennen für die Budapester und Belgrader Fernsehprogramme. Die Antennen waren nicht erlaubt,
aber geduldet und auf vielen Dächern der Stadt.”
113
Age, s.97
“Obwohl der Umkleideraum seit dem Frühjahr bewacht wurde, hatte Paul in diesem Sommer zum
vierten Mal nach dem Duschen nichts mehr als seine Haut.”
114
Age, s.139
“Auf der Rückfahrt vom Laden fährt ein grauer Laster hinter Paul, er bleibt die ganze Zeit im
Rüchspiegel. Paul will ihn vorbeilassen und fährt an den Rand. Es ist wenig Verkehr. Er fährt
langsam, der Laster kommt dicht heran, mitten im Kreisvehrkehr so dicht, als woll er er unter der
Java hindurch. Dann fliegt das Motorrad hinauf, dann fliegt Paul ohne Motorrad und fällt wie totes
Holz vom Baum.”
95
düzeltmektir.
Komünist
rejimlerde
insanlar
genellikler
kendilerini
kötü
hissettiklerinde, zorlandıkları ya da üzüldükleri dönemlerde alkole sığınarak bu kötü
duygu durumundan kurtulmaya çalışmışlardır.
“Paul‟un içki içmesi ona benim sorguya çağrılmandan daha fazla ıstırap
veriyor. Sorguya gideceğim gün çok içiyor, bende ona bu konuda bir Ģey
söyleyemiyorum fakat onun sarhoĢ olması bana da ıstırap çektiriyor…”115
Gizli polis sürekli baskıyı artırır, çemberi daraltır. Paul ilk önce işten atılır ve
daha sonra da tutuklanır. Sistem bir değirmen gibi insanları bir bir yok eder. Paul da
bu kurbanlardan biridir.
“Motor fabrikasında Paul‟un antenler için çaldığı demir çubuklarından
dolayı bir toplantı yapılır ve Paul iĢten atılır.”116
Georg, Kurt, Edgar
Tilki daha o zaman avcıydı romanının erkek figürleri arasında en önemli ve
birbirine benzeyen üç kahramandır. Bu üç kahramanı sadece ben anlatıcının gözüyle
tanıyoruz. Komünist Polis devletinin yükünü en ağır şekilde, toplumun ve insanlığın
günahını kendi hayatlarıyla ödeyen genelde kadınlar oluyordu fakat bu romanda
sistemin avına erkekler de dahil oluyor. Bu üç kahraman üniversitede tanışıyorlar ve
gizli toplantılar yapıp sisteme karşı direniyorlar. Herta Müller‟in eserlerinde sisteme
115
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.37
“Das Trinken quält Paul mehr, als dass ich bestellt werde. An den Tagen trinkt er am meisten, und
gerade dann hab ich kein Recht, es ihm vorzuwerfen, auch wenn mich, dass er besoffen ist, mehr quält
als…”
116
Age, s.216
“In der Motorenfabrik gab es eine Sitzung wegen Pauls gestohlenen Eisenstangen, er wurde
entlassen.”
96
karşı direnen nadir erkek figürlerine rastlanır. Bu sebeple bu kahramanların farklı
özellikleri vardır.
Georg
Georg Eğitim Fakültesi mezunudur ve bir köye öğretmen olarak atanır. Gizli
Polis tarafından sürekli takip edilip, bir gün tren istasyonunda darp edilir.
Hastanedeki doktorlar darp raporu vermezler ve uzun bir süre tedavi görür. Bu
olaydan sonra psikolojisi tamamen bozulmuş ve intihar eğilimleri kendini
göstermeye başlamıştır. Almanya‟ya gitmek için pasaport çıkarır. Arkadaşlar
içersinde ülkeyi ilk terk eden olur. Almanya Frankfurt şehrinde pencereden atlayıp
intihar ettiği ölüm sebebi olarak açıklanır.
“Georg ülke dıĢına çıktıktan altı hafta sonra, Frankfurt‟ta sabahın erken
saatlerinde kaldırımda boylu boyunca yatıyordu. Geçici olarak kaldığı
binanın beĢinci katında bir pencere açık duruyordu. Telgrafta Ģöyle
yazıyordu: Hemen ölmüĢ”117
Kurt
Herta Müller genelde figürlerin dış görünüşü ile ilgili pek bilgi vermez. Fakat
Kurt‟un kırmızı saçları vurgulanarak anlatılır.
“Sen bu Kurt ile yatağa girmiyorsan, o zaman bu yalnızca bir gidip gelme.
Birbirinizi görmezseniz de olur, alıp verecek bir Ģeyimiz yok birbirinizle. BaĢka
117
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschentuch Verlag 2007, s.234
“Georg lag 6 Wochen nach der Ausreise am frühen morgen in Frankfurt auf dem Pflaster. Im fünften
Stock des Übergangsheims stand ein Fenster offen. Im Telegram stand: Er war sofort Tod.”
97
birini bul, diyordu Bayan Margit, kızıl saçlılar iĢe yaramaz olur. Bu Kurt
Ģaklabana benziyor, ondan kavalye olmaz.”118
Kurt Mühendislik Fakültesini bitirdikten sonra ulaşımı çok zor olan bir köy
kesimhanesine Mühendis olarak ataması yapılır. Kurt, işçilerin hepsinin hırsız olması
nedeniyle sürekli onlarla tartışır. Sistem karşıtı olması ve mazlumların resimleri
çekmesi nedeniyle gizli polis tarafından da takip edilir. Karakolda ifade verirken
köpekler tarafından saldırıya uğrar ve yaralanır. Kurt ben anlatıcıya ilgi duymaktadır.
Onu sık sık ziyaret eder ve mahalleli dedikoduya da başlar. Daha sonra Kurt ölü
olarak evde bulunur.
“Oysa kalın mektuptan üç hafta önce Edgar‟a ve bana aynı telgraf gelmiĢti: Kurt
evinde ölü olarak bundu. Kendini asmıĢ.”119
Edgar
Eğitim Fakültesi bitirdikten sonra çirkin bir köye tayini çıkar. Burada
yaklaşık 400 öğrenciye ders verir. Ben anlatıcıya karşı ilgi duyar. Sisteme karşı baş
kaldırır ve gizli gizli yazılar yazar. Polis tarafından birçok kez sorguya alınır ve
şiddet görür. Sürekli tehdit mektupları alır. Korkusuna Almanya Köln‟e göç etmeye
mecbur edilir. Romanda diğer kahraman erkek figürlere göre hakkında daha az bilgi
verilir.
118
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschentuch Verlag 2007, s.133
“Wenn du mit diesem Kurt nicht ins Bett steigst, dann ist das nur ein ide-oda. Ihr habt euch nichts zu
geben und braucht euch nichts zu nehmen, wenn ihr euch nicht mehr seht. Suche dir einen anderen,
sagte Frau Margit, nur gazember haben rote Haare. Dieser Kurt sieht nach Halodri aus, er ist kein
Kavalier.”
119
Age., s.251
“Aber drei Wochen vor dem dicken Brief erhielten Edgar und ich zwei gleiche Telegramme: Kurt
wurde tot in seiner Wohnung gefunden. Er hat sich erhängt mit einem Strick.”
98
“Edgar Köln‟de oturuyordu. Çarpı iĢareti biçiminde iki baltadan oluĢan
mektuplar alıyorduk ikimiz de: Hakkınızda ölüm kararı var, çok yakında
yakalarız
sizi.
Viyana
damgası
taĢıyordu
mektuplar.
Edgar
ile
telefonlaĢıyorduk, birbirimize gidip gelmeye paramız yetmiyordu. Telefondaki
ses de yetmiyordu. Telefonda sır söyleme alıĢkanlığımız yoktu, dil korkudan
tutuluyordu. Bana ölüm tehditleri de telefonlarla geliyordu, Edgar ile
konuĢurken yanağıma yasladığım ahizeden. KonuĢurken, YüzbaĢı Pjele‟yi de
yanımızda getirmiĢiz gibi geliyordu bana.”120
Leopold
Herta Müller‟in Atemschaukel adlı en önemli romanın kahramanı ve aynı
zamanda ben anlatıcısıdır. Leopold Auberg tipi yazar Oskar Pastior‟un otobiyografik
izlerini taşımaktadır. Leopold‟un hayatını ailesi ve Hermannstadt bölgesi
şekillendirmektedir. Anne ve babası Almanların üstün ırk ve Romanyalıların da
ikinci sınıf vatandaş olduklarına inanmaktadırlar. Evde Almanya‟dan yapılan ikinci
dünya savaşı ile ilgili konuşmalar Blaupunkt Radyo ile dinlenmekte, talimatlar da
yerine getirilmektedir. Ailesine göre her Alman bir asker olmalı. Leopold ders çıkışı
sonrası askeri eğitimler almaktadır.
120
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschentuch Verlag 2007, s.245
“Edgar wohnte in Köln. Wir bekamen die gleichen Briefe mit den überkreuzten Beilen: Ihr seid zum
Tode verurteilt, wir kriegen euch bald. Der Poststempel war aus Wien. Edgar und ich telefonieren,
zum Reisen reichte uns das Geld nicht. Die Stimme beim Telefonieren reichte auch nicht. Uns fehlte
die Gewohnheit, dem Telefon Geheimnisse zu sagen, die Zunge blieb hängen vor Angst. Die
Todesdrohungen erreichten mich auch durch das Telefon, durch den Hörer, den ich an die Wange
halten musste, wenn ich mit Edgar sprach. Mir war es beim Reden, als hätten wir den Hauptmann
Pjele mitgebracht.”
99
Leopold bir anne kuzusudur. 17 yaşında Ruslar tarafından Ukranya‟daki bir
çalışma kampına götürülür. Leo buna aslında üzülmez çünkü eşcinsel kişiler ile
birlikte olmuştur, ceza almaktan korktuğu için evden uzaklaşmak istemektedir.
“Her hafta benden yaĢlı olan kiĢi ile buluĢuyordum. Romendı. Evliydi. Ne
onun adını ne kendi adımı söylüyordum. Farklı zamanlarda geliyorduk.
KurĢun kaplı veznedeki kasiyer, parlayan taĢ zemin, yuvarlak orta direk,
nilüfer desenli duvar fayansları, oyulmuĢ ahĢap merdivenler bizim
sözleĢtiğimizi fark etmemeliydiler. Diğerleri ile birlikte havuza giriyorduk.
Terleme odalarında buluĢuyorduk. Eskiden, kampa gitmeden ve memlekete
geri döndüğümde, ülkeyi terk ettiğimde 1968‟e kadar her randevu için hapis
cezası verilirdi. Eğer beni yakalamıĢ olsalardı, en az 5 yıl. Bazılarını
yakaladılar. Parktan ya da Ģehir havuzundan gelenler Ģiddet dolu bir
sorgudan sonra hemen hapse atılırlardı. Oradan da kanal kenarındaki ceza
kampına. Bugün kanaldan hiç kimsenin dönmediğini biliyorum. Buna rağmen
geri dönenler birer canlı ceset idiler. Dünyadaki hiçbir aĢk için yaramaz,
bunak ve haraplaĢmıĢ. Ve kamp zamanı.. kampta yakalanmıĢ olsam ölmüĢ
olurdum. Kamp öncesi, sonrası ve kamp içersinde 25 yıl devletten ve aileden
korkarak yaĢadım. Ġkili bir uçurum gibi, devlet suçlu olarak görecek ve aile
ayıptan dolayı beni dıĢlayacaktı. Sırrım bedensel olarak bir iğrençlikti. Buna
bir Romen ile ırk ayıbı da ekleniyordu.”121
121
Herta Müller: Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag 2011, s.9
“Jede Woche traf ich mich mit dem, der doppelt so alt war wie ich. Er war Rumäne. Er war
verheiratet. Ich sage nicht, wie er hiess, und nicht, wie ich hiess. Wir kamen zeitversetzt, die
Kassenfrau in der Bleiverglasung ihrer Loge, der spiegelnde Steinboden, die runde Mittelsäule, die
Wandkacheln mit dem Seerosenmuster, die geschnitzten Holztreppen durften nicht auf den Gedanken
kommen, dass wir verabredet sind. Wir gingen zum Bassin mit allen anderem schwimmen. Erst bei
den Schwitzkästen trafen wir uns…Damals, kurz vor dem Lager und genauso nach meiner Heimkehr
bis 1968, als ich das Land verliess , hätte es für jedes Rendevous Gefängnis gegeben. Mindestens 5
Jahre, wenn man mich erwischt hätte. Manche hat man erwischt. Sie kamen direkt aus dem Park oder
100
Kampta açlık ile büyük bir mücadele vermektedir. Leopold okumayı çok
sevdiği için kampa kitap götürmüş ve onları yemek karşılığı takas etmiştir. İnsanlık
dışı şartlara dayanmasını sağlayan büyük annesinin bir sözü olmuştur: Biliyorum ki,
sen döneceksin. Çalışma kampında mesela Bea Zakel ve Advokat Gast ile iyi
arkadaşlıklar da kurmuştu. Çalışma kampında yaklaşık 5 yıl kalır. Kampta ailesi ile
pek fazla iletişimi olmaz sadece bir defa bir mektup alır. Mektupta dünyaya yeni bir
erkek kardeşinin geldiği haberi verilir. Bu habere hiç sevinmez ve ailesine cevap bile
yazmaz.
“DikiĢ makinası ve düzgün bir Ģekilde kartpostala beyaz iplik ile bir resim
dikilmiĢ. Resimde bir çocuk var….Resmin altında Robert 17 Nisan 1947
doğumlu diye yazıyor…. Annen ve babam kendilerine yeni bir çocuk yaptılar,
çünkü benim tekrar geri döneceğimi ümit etmiyorlar. Düzgün beyaz iplik
dikiĢten utanmıyor mu anne, en alt sırada okumak zorundayım: Olduğun
yerde geberebilirsin, böylece evde daha az yer iĢgal edilir.”
122
Sibirya‟daki çalışma kampından sonra, eve geri döndüğünde ailesine karşı duyduğu
öfke onu bırakmaz, hemen kendine başka bir ev bakar. Amcası ona kendisinin de
Stadtbad nach brutalen Verhören ins Gefängnis. Von dort ins Straflager an den Kanal. Heute weiss
ich, vom Kanal kerhte man nicht zurück. Wer trozdem wiederkam, war ein wandelnder Leichnam.
Vergreist und ruiniert, für keine Liebe auf der Welt mehr zu gebrauchen.- Und in der Lagerzeit- im
Lager erwischt, wäre ich tot gewesen…Vor, während und nach meiner Lagerzeit, fünfundzwanzig
Jahre lang habe ich in furcht gelebt, vor dem Staat und vor der Familie. Vor dem doppelten Absturz,
dass der Staat mich als Verbrecher einsperrt und die Familie mich als Schande ausschliesst….Mein
Geheimnis war, rein körperlich betrachtet, schon höchste Abscheulichkeit. Mit einem Rumänen kam
noch Rassenschande dazu.”
122
Herta Müller: Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag 2011,s.211-213
“An der Karte ist mit weissem Zwirn ein Foto angenäht, akkurat gesteppt mit der Nähmaschiene. Auf
dem Foto ist ein Kind…Unter dem foto steht: Robert, geboren am 17 April 1947….. Meine Eltern
haben sich ein Kind gemacht, weil sie mit mir nicht mehr rechnen…Schämt sich die Mutter nicht mit
ihrer akkuraten Steppnaht aus weissem Zwirn, dass ich unter der Zeile lesen muss: Meinetwegen
kannst du sterben, wo du bist, zu Hause würde es Platz sparen.”
101
çalıştığı bir sandık fabrikasında iş bulur. Bir yıl çalıştıktan sonra gündüzleri bir
şantiyede çalışır ve akşamları bir beton kursuna yazılır. Emma ile tanışır ve Bükreş‟e
taşınırlar. Bu evlilik 11 yıl devam eder, eşcinsellere ceza verilmesi korkusuyla
Leopold ülkeyi ve karısını terk eder ve Avusturya‟ya yerleşir.
102
5.3.
YAġLILAR
İkinci Dünya savaşı sonrası yılların insanlarını, onların mücadelesini, kaderini
işleyen Müller‟in eserlerinde büyük babalar sayıca azdır. Çoğu 1. ve 2. Dünya
Savaşında
hayatlarını
kaybetmiş
olduklarından
o
kuşağın
erkeklerinden
büyükbabalık çağına ulaşanlar çok değildir.
Herztier adlı romanda büyükbaba ve büyükanne figürleri az da olsa
işlenmektedir. Büyükbaba daha önceden ölmüş ve büyükannenin birisi de aklını
yitirmiştir.
“ġarkı söyleyen büyükanne hayatının tamamını unutmuĢtu. Çocukluk
yıllarına geri dönmüĢtü. Yanakları 88 yaĢındaydı. Aklı sadece annesinin
önlüğünü kenarını kemiren 3 yaĢındaki bir kız çocuk gibi. Köyden geri
geldiğinde bir çocuk gibi kirli oluyordu. ġarkı söylemediğinden beri her Ģeyi
ağzına alıyordu. ġarkısı yürümek olmuĢtu. Huzursuzluğu o kadar büyüktü ki,
hiç kimse onu tutamazdı. Büyükbaba öldüğünde, evde değildi. Cenaze
töreninde, kuaför ona dikkat etti. Töreni bozardı sadece, dedi anne.123
Büyükbaba ve büyükannenin isimleri hiç verilmez. Çocuğun iki büyükannesi
vardır ve onlar arasında bir karşılaştırma yapar. İlginç olan da budur. Biri çocuğu
uyuturken şarkı söyler, diğeri dua ettirir. Şarkı söyleyen büyükanne aslında ön plana
123
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschentuch Verlag 2007, s.139
“Die singende Grossmutter vergass ihr ganzes Leben. Sie war zurückgeschlüpft in ihre Kindertage.
Ihre Wangen waren 88 Jahre alt. Doch ihr Gedächtnis hatte nur noch eine Bahn, auf der ein 3
Jähriges Mädchen stand und an der Schürzenecke seiner Mutter kaute. Wenn sie aus dem Dorf
zurückkam, war sie dreckig wie ein Kind. Sie steckte, seit sie nicht mehr sang, alles in den Mund. Ihr
Singen wurde zum Gehen. Niemand konnte sie kalten, so gross war ihre Unruhe. Als der Grossvater
starb, war sie nicht zu Hause. Als das Begräbnis war, passte der Frisör im Zimmer auf sie auf. Sie
hätte das Begräbnis nur gestört, sagte die Mutter.”
103
çıkar, şarkı sözlerinde kitabın adı da geçmektedir. Herztier adlı roman, adına bu
şarkıdan almaktadır
“Büyükannelerden biri duayı bitirmiyor. Duanın ortasında kalkıp gidiyor.
Öteki büyükanne ise Ģarkıyı bitiriyor, Ģarkı söylemeyi o kadar seviyor ki, yüzü
çarpılmıĢ. ġarkı bittiğinde çocuğun derin bir uykuya daldığını sanıyor.
Yürekteki hayvan dinlensin, bugün o kadar çok oynadın ki, diyor.”124
Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet adlı romanda anlatıcı büyükbabası
ve büyükannesi hakkında kısa bilgiler verir. Bu anılar yine sürgün, acı, açlık ve
soğuk ile ilgilidir.
“Ġstasyona götürüldük, iki hafta sürdü yolculuk, sonra 450 ailenin yanında
bir kazığın önünde durduk. Düz bir sıra halinde kazıklar, yukarıda gökyüzü,
aĢağıda kil çamur, onların arasında biz ve iğrenç devedikenleri….. Tanrı, bu
susamada onu içmek istedim. Tüm gücümle onun ölmesine engel olmak
istedim, çünkü aĢk mümkün değildi. Kimimle birlikte, nereden geldiğini, kaç
yaĢında olduğunu, adını hatırlamadığından ona daha güçlü vurdum. Ġkimiz
de gebermek üzereydik, o aklını yitirmiĢ ve ben de kendimi kötü
hissediyordum. Kendinden ümidi kesmiĢ ve beni de yarı yolda bırakmıĢtı,
ölüm de Anastasija‟yı benden daha sesli çağırmıĢtı….”125
124
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschentuch Verlag 2007, s.40
“Das Kind hat zwei Grossmütter. Die eine kommt am Abend mit ihrer Liebe ans Bett, und das Kind
sieht zur weissen Decke, weil sie gleich beten wird. Die andere kommt am Abend mit ihrer Liebe ans
Bett, und das Kind schaut ihre dunklen Augen an, weil sie gleich sinmgen wird. Wenn das Kind die
Zimmerdecke und die dunklen Augen nicht mehr sehen kann, stellt sich schlafend. Die eine
Grossmutter betet nicht zu Ende. Sie steht mitten im Gebet auf und geht. Die andere Grossmutter singt
das Lied zu Ende, ihr Gesicht ist schief, weil sie so gerne singt. Wenn das Lied zu Ende ist, glaubt sie,
das Kind liegt tief im Schlaf. Sie sagt: Ruh dein Herztier aus, du hast heute so viel gespielt.”
125
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Rowohlt Verlag, Hamburg, 1997, s.195
104
6. ANA MOTĠFLER
Herta Müller‟in romanlarında birer odak noktası öneminde işlenmiş bazı sosyal
kurumlar, bazı insanlık problemleri vardır.
Yazarın değerler sistemini, onun
zihniyetini anlamada bu konular bize ışık tutmaktadır. Aile, ahlak, alkol, açlık, takip
edilme, ölüm başlıkları altında toplayabileceğim bu konuları yine önceki bölümlerde
izlediğim yolla işleyeceğim: Her konuyu, en çok yoğunlaştığı eserde ele alarak, ama
öteki eserlerdeki görünüşlerini de ihmal etmeyerek.
6.1.
AĠLE
Herta Müller, savaş felaketini yaşamış bir ailenin çocuğu ve kendisi de
Çavuşesku rejimini yaşamış bir yazar olarak sağlıklı-ahenkli bir aile imajının ancak
yokluğunu hissetmek, özlemini duymak ve duyurmak yolunu izlemek zorunda
kalmıştır. Başka bir deyişle onun eserlerinde komünist ideolojinin, rejimin ve savaşın
yıkıcılığı altında sarsılmış, bozulmuş, ya da kaybolmaya yüz tutmuş bir aile imajı
buluruz. Fakat bu imaj okuyucuda yazarın duyduğu üzüntüyü, acımayı, burukluğu
yaratacak biçimde ve etkili olarak ortaya konmuştur.
Herztier adlı romanda 4 öğrencinin üniversite ve daha sonra iş hayatları anlatılır,
fakat hiçbir kahramanın ailesi ile ilgili sağlıklı bilgi verilmez. Aile ve çocuklar
arasında bir mesafe vardır. Herta Müller kahramanların aileleri hakkında bilgi
“wir wurden zum Bahnhof getrieben, und fuhren zwei Wochen, dann standen wir, an die 450
Familien, vor einem Pflock in der Welt. Pflöcke in schnurgeraden Reihen, oben Himmel, unten Lehm,
dazwischen wir und die verrückten Disteln… Gott, bei dem Durst, ich hätte sie trinken wollen. Ich
nahm mir vor, sie am sterben zu hindern, sie dazuhalten mit aller Macht, weil Liebe gar nicht möglich
war. Immer härter hab ich sie geschlagen, weil sie nicht wusste, wie sie heisst, wie alt sie ist, woher
sie kommt und mit wem. Wir waren beide einen Schritt vom Krepieren, sie gnadenlos irr und gut, und
ich gottverdammt klar und schlecht. Sie hat sich im Stich und mich auf der Welt gelassen, auch der
Tod hat Anastasija gerufen, lauter als ich.”
105
verirken iyelik zamiri kullanmaz, belirli veya belirsiz artikel kullanılır. Bu da
ilişkilerin ne kadar soğuk olduğunu gösterir.
“Anneden gelen mektubu açtım. Bel ağrılarından sonra Ģöyle yazıyordu:
Berberin cenazesi vardı. Son haftalarda öyle yaĢlanmıĢ ve hareketsizleĢmiĢti ki,
görsen tanımazdın. Geçen gün Meryem Ananın doğum günüydü. Avluda oturmuĢ
dinleniyordum, insan tatil günü çalıĢmamalı. Elektrik tellerinin üzerinde
kırlangıçların nasıl toplandıklarını bakıyor ve yakında yazın biteceğini
düĢünüyordum. O sırada berber girdi avluya. Ġki değiĢik ayakkabı giymiĢti, bir
ayağında kapalı bir ayakkabı, ötekinde sandalet vardı. Kolunun altında satranç
tahtasıyla büyükbaba nerede olduğunu sordu. O öldü ya, dedim.”126
Aile içersinde anne, baba ve çocuklar arasında bir soğukluk vardır. Müller‟in
romanlarında bunu sık sık hissederiz. Kadının ücretli emeği giderek yaygınlık
kazandıkça çözülme de aile içersinde daha da ileri gider. Komünist Romanya‟sında
karı ve kocanın fabrikanın farklı bölümlerinde çalıştıkları, kadının çocuklarına doğru
dürüst bir öğün yemek bile hazırlayamadığı bir aile hayatı. Anne ve babanın 24
saatin çoğunu ağır emek harcayarak geçirdikleri, çocuklarıyla birkaç dakika bile
geçiremedikleri bir aile hayatı. Herta Müller, kadınları ev işleri yaparken hiç
anlatmaz. Kadın temizlik işleri, yemek pişirme, çamaşır yıkama ve ailenin
126
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.203
“Ich öffnete den Brief von der Mutter. Hinter ihren Kreuzschmerzen stand: Gestern wurde der Frisör
begraben. Er war in den letzten Woche so alt und vertrottelt geworden, du hättest ihn nicht mehr
erkannt. Vorvorgestern war Maria Geburt. Ich habe im Hof gesessen und mich ausgeruht, weil Mana
m Feiertag nicht arbeiten soll. Ich habe geschaut, wie sich die Schwalben auf den Stromrähten
sammeln und so für mich gedacht, bald ist der Sommer vorbei. Da kam der Frisörin den Hof. Er hatte
zwei verschiedene Schuhe an, einen Halbschuh und eine Sandale. Er trug sein Schachbrett unter dem
Arm und fragte nach dem Grossvater. Ich habe gesagt: Der ist doch gestorben.”
106
giyeceklerin ve çamaşırlarının bakım gibi işlerde görülmez. Kadınlar fabrikalarda
çalışan ve üreten kişiler olarak gösterilir.
Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet adlı romanda Paul ile adını
bilmediğimiz anlatıcı evli olmadan birlikte olurlar, fakat kendi ailelerini tanımaz ve
tanımak da hiç istemezler.
“Paul‟un hiç kimseye söylememesine rağmen, üç gün sonra fabrikada herkes
Paul‟un yanına yamuk duran apartmana taĢındığımı duymuĢtu. Annesi de aynı
Ģekilde hemen duymuĢtu… Bu mektup bugüne kadar Paul‟un annesini tanımama
nedenimdir. Paul babasının ölümünden bir yıl sonra aldığı zarfın içersinde
annesinin cenaze töreni kıyafetlerini çıkarırken bir resmi var. Yuvarlak,
yaĢlılıktan ĢiĢmiĢ bir yüz, permalı saçlar. Emekli bir çilingir, cenazeden sonra ilk
defa tekrar pastanede pasta yer. Kısa kollu gömleğinden dirsek altından eti
yumĢamıĢ bir Ģekilde sallanıyor. Kolunda bir erkek saati takılı, küçük tatlı kaĢığı
5 parmağı ile tutuyor. Sol eliyle de el çantasını kucağına bastırıyor.”127
Herta Müller Çavuşesku rejiminin aile yapısını yıktığını, sağlıklı ve mutlu aile
bireylerinin Romanya‟da olmadığını ve ilişkilerin ne kadar soğuk olduğunu
göstermektedir.
Herta Müller Romanya‟daki hayatı çok iyi anlatır. Kadınların yaklaşık yarısı
evliydi. Anne ve eşi günde 8 saat, gidiş dönüş için harcanan zamanda katınca 10 saat,
127
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Rowohlt Verlag, Hamburg, 1997, s.101
“Dass ich zu Paul in den verrutschten Turmblock gezogen war, wusste man drei Tage stäter in der
Fabrik, obwohl Paul es keiem Menschen erzählt hatte. Genauso schnell erfuhr es seine Mutter…
Dieser Brief ist der Grund, weshalb ich Pauls Mutter bis heute nicht kene. Es gibt ein Foto, das Paul
ein Jahr nach dem Tod seines Vaters, als sie die Trauerkleider ablegte, in deinem Briefumschalg
bekommen hat. Dauerwellen, ein rundes Gesicht, vom Alter aufgeschwemmt, als sei gütig. Eine
pensonierte Schlosserin, die nach der Trauerzeit zum ersten mal wieder in der Konditorei sitzt und
Kuchen isst. Aus kurzen Aermeln hängt ihr fleisch lappig um den Ellbogen. Am Handgelenk trägt sie
eine Männeruhr, den kleinen Löffel fasst sie mit allen fünf Fingern an.”
107
evin dışında çalıştıkları bir hayat! Ev zorunlu olarak ihmal edilir, çocuklar anne
ihtimamından uzak, kendi başlarına ve zamanlarının çoğunu geçirdikleri sokakların
bütün tehlikelerine terk edilmiş olarak büyürler. İşçi olan eş, anne üç görevi de aynı
anda yerine getirebilmek için kan ter içinde kalır: kocası gibi bir sanayi veya ticari
işletmede zorunlu çalışma saatlerini doldurmak, sonra yapabildiğince kendini ev
işlerine adamak ve aynı zamanda çocuklarına bakmak. Çavuşesku rejimi, kadının
omuzlarına onu ezen bir yük oturtmuştur: anne ve ev kadını olarak işlerini
azaltmadan onu ücretli işçi yaptı. Bu nedenle kadını, ezen, inleten, pek çok kez
ağlatan, dayanılmaz, üç kat yükün altında ezilmiş buluruz. Dert her zaman kadınların
kaderi olmuştur, ama hiçbir zaman kadınların kaderi, Çavuşesku Romanya‟sının
boyunduruğu altında çalışan milyonlarca kadınınkinden daha şansız, daha umutsuz
olmamıştır.
Herta Müller‟in eserlerinde aile içi ilişkilerde yaşanamayan sevgi, saygı ve
anlayış gibi duygular, ebeveyn çocuk ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemiştir.
Birbirine saygı ve anlayış besleyemeyen kadın ve erkeğin, çocuklarıyla ilişkilerinde
de başarılı olamadıklarına tanık oluruz. Ebeveyn ve çocuk ilişkilerinin, öncelikle
anne ve babanın tutum ve davranışlarına bağlı olarak şekillendiği görülür. Çocuğun
anne ve babasıyla olan ilişkisi,
yaşama
karşı tutumunu
da belirlemiş,
toplumsallaşmadaki başarısızlığı üzerinde oldukça etkin bir rol oynamıştır. Sağlıklı,
mutlu ve başarılı çocuklar yetiştirmenin önkoşulu, çocuklara sevgi, şefkat ve ilgiyle
yaklaşmayı gerektirirken, Müller‟in romanlarında bu duygulardan uzak yalnızca
otorite yoluyla çocuklarına yaklaşan anne ve babalar, geleceğin sorunlu bireylerinin
yetişmesine neden olmuşlardır. Anne ve babaların kendi aralarında istenen iletişimi
oluşturamamaları, çocuklarını da olumsuz yönde etkilemiştir.
108
Sıcak bir aile ortamında büyüyen çocukların sağlıklı, mutlu ve başarılı
olmaları doğaldır. Ailede yaşanan başarılı ilişkilerin çocukları olumlu bir biçimde
etkilemesi doğaldır. Tersi durumların yaşandığı evliliklerde, yani başarısız ebeveynçocuk ilişkilerinde uyum bozukluğu gösteren çocuklarla karşılaşılır. Anne ve baba
şefkatinden yoksun kalan bu çocuklar, sevgiden yana bir doyumsuzluk yaşarlar,
sevgiyle duydukları açlık, onlarda bir takım davranış bozukluklarına da neden
olabilmektedir. Müller‟in kendisinde ve romanlarındaki çocuklarda davranış
bozuklukları görülür.
“Çocukların ip gibi dizilmiĢ siğillerinde, sımsıkı yakalama, vurma, çiğneme,
ezme, sıkıĢtırma, tartaklama ve çekiĢtirmenin kini vardır. Delicesine tutulmak
ve kaçıp gitmek vardır siğillerinde; annelerin ve babaların sinsilikleri,
akrabaların, komĢuların ve yabancıların. Göz ĢiĢtiğinde, bir diĢ kırıldığında,
kulaktan kan geldiğinde yalnızca omuz silkilenir.”128
128
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.24
“In den Warzenketten der Kinder ist das Greifen, dass Stossen und Treten, das Drücken und Pressen,
der Hass im Quetschen und Packen. Das Vernarren und Weglaufen ist in den Warzenketten, die
Verschlagenheit der Mütter und Väter, der Verwandten und Nachbarn und Fremden. Wenn das Auge
quillt, wenn ein Zahn bricht, wenn im Ohr Blut steht, kommt ein Achselzucken.”
109
6.2.
AHLAK
Yanlış ve doğrular hakkındaki kavramlar ve inançlar çoğunlukla bir kültür
veya grup tarafında genelleştirilir ve kanunlaştırılır, buna göre de kültür veya grubun
üyelerinin davranışları düzenlenmeye çalışılır. Bu tür bir kanunlaşmanın uygunluğu
da “ahlak” olarak anılabilir ve grup varlığının devamının bu ilke ve kanunların
uygunluğu, uygulanması üzere olduğunu belirtebilir. Bu durumlarda, uygulamayı
kabullenen bireyler “ahlaklı” olarak tanımlanırken, uygulamayı reddeden veya
davranışlarında barındıramayan bireyler toplumsal anlamda “ahlaksız“ olarak
tanımlanabilir. Bu nedenlerle ahlak, iyi bir yaşamın temelini teşkil eden inançlar
bütünü olarak da görülebilir. İnsanlık tarihinin büyük bir kısmında, dinler ideal bir
yaşama dair görüş ve düzenlemeler getirmiştir, bu nedenle ahlak, çoğunlukla dini
emir ve prensipler ile karıştırılmıştır. Seküler ortam ve durumlarda, ahlak hayat tarzı
seçimi gibi şeylerle ilgili olarak sunulabilir. Zira bu daha çok, bireysel anlamda iyi
bir hayat fikrini temsil eder ki bireyler genellikle bulundukları toplumda benzer zihin
yapısı ve görüşlere sahip olan insanların inanç ve değer sistemlerine uygun bir yol
seçmektedirler.
Herta Müller‟in romanlarında karşımıza çıkan ahlaki düzey son derece
düşüktür. Örneğin baba, anneye, anne babaya, kız anneye fahişelikle ilgili küfürler
eder.
„Clara sineği görmüyor, güneĢ kızgın bir kabak, gözleri kamaĢtırıyor.
Clara‟nın bacakları birbirinden iyice ayrılmıĢ, dizlerinin arasında elleri
duruyor. Külotun kasığı kestiği yerde tüyler var. Tüylerin altında bir makas ,
110
bir makara beyaz iplik, bir güneĢ gözlüğü ve bir yüksük duruyor. Clara
kendine yazlık bir bluz dikmekte. Ġğne batıyor, iplik ilerliyor, ananın gözü,
diyor Clara, parmağındaki kanı yalıyor. Ġğnenin, ipliğin anasına bir küfür.
Clara küfür etmeye kalktığında her Ģeyin bir anası olur.“129
Köyün rahibi, polisi, postacısı ülkedeki tüm memurlar rüşvetçi ve
ahlaksızdır. Ülkede işler tamamen rüşvet ile dönmekte. Sistem çökmüş ve işler çok
ağır ilerlemektedir.
“Bir aydır sana söylüyorum diyor anne, okula gitmelisin, öğretmeniyle
konuĢmalısın. Herkes ona kahve getiriyor, diyor kızı, yalnızca biz
götürmüyoruz. Bu da notlardan belli oluyor, diyor anne.”130
Makam sahibi erkekler, makamları sayesinde kadınlardan faydalanır.
Kadınlardan karşı çıkan olursa vatan haini olarak ilan edilir, gizli polis tarafından
gözetim altına alındıklarından dolayı kadınların hepsi kaderine razı gelir. Der Fuchs
war damals der Jäger adlı romanda buna çok güzel bir örnek verebiliriz. Grigore adlı
fabrika şefi fabrikadaki tüm kadınlarla birlikte olur ve onları hamile bırakır.
129
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.7
“Clara sieht die Fliege nicht, die Sonne ist ein glühender Kürbis, sie blendet. Claras Schenkel sind
weit auseinandergestellt, zwischen ihren Knien liegen ihre Hände. Wo das Höschen in die Schenkel
schneidet, steht Schamhaar. Unterm Schamhaar liegt eine Schere, eine Spule mit weissem Zwirn, eine
Sonnenbrille und ein Fingerhut. Clara näht sich eine Sommerbluse. Die Nadel taucht, der Zwirn
macht Schritte, deine Mutter auf dem Eis, sagt Clara, sie leckt das Blut vom Finger. Ein Fluch mit
Eis, mit der Mutter der Nadel, des Fadens, des Zwirns. Wenn Clara flucht, hat alles eine Mutter. “
130
Age, s.153
“Seit einem Monat sage ich dir, sagt die Mutter, du musst in die Schule gehen, du musst mit der
Lehrerin reden. Alle bringen ihr Kaffee, sagt die Tochter, nur wir nicht. Und das sieht man an den
Noten, sagt die Mutter.”
111
“Kedi Ģefin kadınlarla sol köĢede yattığınının da kokusunu alır. Dağın
orasında bir çukurluk ve bir geçit vardır. Geçidin üzerinde pencere vardır.
Grigore pantolonunu açtığında kadınlar bacaklarını yukarı, baĢlarına
kaldırırlar…..Kadınların çocukları Grigore‟ye benziyor, diyor kapıcı kadın.
Allahtan
kadınlar
çocuklarını
yanlarında
fabrikaya
getirmiyorlar.
Çocuklarını hiç bir arada görmedim, onları ancak peĢpeĢe gördüm. Küçük ya
da büyük, zayıf ya da ĢiĢman, esmer ya da sarıĢın. Kızlar ve oğlanlar.
Yanyana dururlarsa hepsinin kardeĢ olduğu görülür. Bütünüyle farklı, diyor
kapıcının karısı, ancak her yüzde bir el büyüklüğünde Grigore var.”131
131
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.97
“Die Katze riecht auch, wann der Verwalter die Frauen in die linke Ecke legt. Dort hat der Berg eine
Mulde und einen Gang. Über dem Gang ist das Fenster. Wenn Grigore seine Hose öffnet, legen die
Frauen ihre Beine höher an den Kopf... Die Kinder der Frauen ähneln Grigore, sagt die Pförtnerin.
Gottseidank bringen die Frauen ihre Kinder nicht mit in die Fabrik. Ich habe ihre Kinder nie
miteinander, ich hab sie nur nacheinander gesehen. Klein oder gross, mager oder dick, schwarz oder
blond. Mädchen und Jungen. Wenn sie nebeneinander stehen, sieht man, dass sie alle Geschwister
sind. Ganz verschieden, sagt die Pförtnerin, doch in jedem Gesicht ist ein handgrossews Stück von
Grigore drin. “
112
6.3.
ALKOL
Bir alışkanlık haline gelen alkol tüketimi Herta Müller‟in Romanya‟sında
milli sorun haline gelmiş durumdadır. Romenlerin dörtte üçünün tam bir alkolik
olmasını Herta Müller “ulusal bir felaket” olarak yorumluyor ve romanlarında da
sürekli işliyor. Sokaklar alkol alan veya sarhoş olan erkekler ile doludur.
“Ġki gün önce adam parmaklarını gevĢetmiĢti, ĢiĢe devrilmiĢti. Bir kadın
adamın ayakkabısının tabanına vurdu. Sonra yakındaki apartmanın kapıcısı
geldi, sonra bir çocuk, sonra da bir polis. Telefon kulübesindeki adam artık
inlemiyordu, ölümü içki kokuyordu…”132
Romanya‟da erkekler niçin bu kadar fazla içiyorlar? Herta Müller‟e göre;
bunun birçok nedeni var. Uygun sosyal hizmetlerin olmayışı, istihdam koşulları ve
bilhassa depresyon da bunlar arasında yer alıyor. Çavuşesku rejiminde yani
Komünist Romanya‟sında hayat zor. İşte bu yüzden içiyorlar. Heryerde görülen bir
durum bu. Günün her saati, kamusal alan da dâhil içiyorlar. Kadını erkeği, genci
yaşlısı her gün işe giderken köşedeki büfeden ince şişelerde sert alkollerini alıyorlar.
Kadınlar bir yandan bebek arabalarını iterken, bir yandan da bira şişesini tutuyorlar.
Gençler, gün ortasında parklarda oturup, şişe şişe votka tüketiyorlar.
132
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009,s.57
“Vor zwei Tagen hat der Mann im Schlaf die Finger gelockert, die Flasche war umgefallen. Eine
Frau stiess an die Schuhsohle des Mannes. Dann kam ein Hauswart aus dem nächsten Wohnblock
hinzu, dann ein Kind, dann ein Polizist. Der Mann in der Telefonzelle stöhnte nicht mehr, sein Tod
roch nach Schnaps.”
113
“Liviu yılda üç kez kente ziyarete gelir, kendisinin de bir dönem oturduğu
Paul‟un evinde ve uzun süre yaĢadığı kentte yerini bulamaz. Daha sabahtan
içki ister, içkiye erik sütü der.”133……
”Ancak doktor geldiğinde içkinin kokusunu alınca, Crizu onun egemenliğine
girmektedir, bilinçsiz ve sarhoĢ.”134
Herta Müller romanlarında Komünist Romanya‟yı ve rejimini anlatırken
sistem içersindeki insanların çaresizliğini çok iyi anlatmaktadır. Baskıdan
kurtulabilmek için de farklı çözümler ve ihtimaller üzerinde duruyor. Ülkeden
kaçmak ya da kendini alkole vermek veya en son çözüm intihar etmek. Her zaman ve
her yerde içki içen insanları görüyorsunuz. Der Fuchs war damals schon der Jäger
adlı romanda öğretmen Adina baskılara dayanamayıp sabahın yedisinde markete içki
almaya gider. Ülkede içki içenlerin sayısı çok olunca sabah 10‟dan önce içki satışını
Çavuşesku yasaklamıştır. Adina içkisini alamayınca neredeyse çıldırmak üzeredir.
“Adina sepetine bir ĢiĢe konyak koyuyor. Kahvenin dumanı kasiyer kızın
yüzüne tütüyor. Ġçkiler ancak saat ondan sonra satılıyor, diyor, kahvesinden
bir küçük, bir de büyük yudum alıyor ve çenesindeki kahve damlasını
siliyor…….. Adina parayı kahve fincanın yanına bırakıyor. Asla sarhoĢ
olmadım, diyor yavaĢça, saat yedi ve ben asla sarhoĢ olmadım, gün kapının
133
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.105
“Liviu kommt dreimal im Jahr zu Besuch in die Stadt und findet in Pauls Wohnung, wo er einmal
gewohnt hat, und in der Stadt, wo er so lange gelebt hat, nicht seinen Platz. Und verlangt morgens
schon Schnaps und sagt zum Schnaps Pfaumenmilch.”
134
Age, s.124
“Doch wenn der Arzt kommt, wenn er den Schnaps riecht, ist Crizu durch sein Recht gefallen,
bewusstlos und besoffen.”
114
eĢiğinde, diyor yüksek sesle, saat yedi, her gün saat yedi oluyor ve her gün,
gün kapının eĢiğinde duruyor ve ben asla sarhoĢ olmadım ve sesi boğuluyor,
yanakları sıcak ve ıslak, saat yedi, iĢte konyağım, iĢte param ve gün kapı
eĢiğinde ve ben asla sarhoĢ olmadım ve artık beklemek istemiyorum, Ģimdi
sarhoĢ olmak istiyorum, saat onda değil. Kasiyer kız parayı eline bastırıyor,
bunu pek çok kiĢi istiyor, diyor.”135
Müller‟in romanlarında ancak insanlar sarhoş oldukları zaman komünist
rejime karşı çıkabiliyor, çünkü içki onlara cesaret veriyordu. Zaten hükümet karşıtı
ayaklanmayı da sarhoş bir yaşlı adam başlatır.
“Uyan ey Romen sonsuz uykudan, diye Ģarkı söylüyor yaĢlı bir adam. ġarkı
yasaktır, yaĢlı adam kaldırıma çıkıyor, bir köpeğin burnunu ve bir polisin
ayakkabılarını görüyor, Ģarkı söyleyerek korkuyu aĢıyor, çenesini yukarı
kaldırıyor. Eli kürk Ģapkasını sımsıkı tutuyor. ġapkayı hızla baĢından alıyor,
sallıyor, yere atıyor ve ayakkabılarıyla üzerinde tepiniyor. Tepiniyor,
tepiniyor ve Ģarkı söylüyor, Ģarkı ayakkabı tabanları duyuluyor. ġarkı
yasaktır ve Ģarkı içki kokuyor. Bayraklar yukarıda karman çorman, bunların
altındaki adamların kafaları sarhoĢ, ayakkabıları karıĢık. Bayraklar
adamlarla birlikte caddede geceye daliyor. YaĢlı adamın sesi kesiliyor.
135
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.194
“Adina legt eine Schnapsflasche in den Korb. Der Kassiererin dampft der Kaffee ins Gesicht. Erst ab
zehn Uhr werden Getränke verkauft, sagt sie, schlürft einmal kurz und einmal lang und wischt sich
den Kaffeetropfen vom Kinn. … Adina legt den Geldschein neben die Kaffeetasse. Ich war noch nie
betrunken, sagt sie leise, es ist sieben Uhr, und ich war noch nie betrunken, der Tag steht vor der
Tür, sagt sie laut, es ist sieben Uhr, alle Tage war es sieben Uhr, und alle Tage stand der Tag vor der
Tür, und ich war noch nie betrunken, und ihre Stimme zerfällt, ihre Wangen sind heiss und nass, es ist
sieben Uhr, hier ist mein Schnaps, und hier ist mein Geld und ein Tag vor der Tür, und ich war noch
nie betrunken, und ich will nicht mehr warten, ich will mich jetzt betrinken, nicht erst um zehn. Die
Kassiererin drückt ihr den Geldschein in die Hand, das wollen viele, sagt sie.”
115
Tanrım, diyor çıplak akasyaya yaslanarak, dünyada neler olabilirdik, ama
yiyecek ekmeğimiz yok. Bir polis onun üzerine yürüyor, bir köpek ve bir polis
daha. Bu anda ellerini kaldırıp gökyüzüne doğru haykırıyor, Tanrım, Rumen
olduğumuz için bizi bağıĢla.”136
1989‟da hükümet karşıtı gösterilerin başlamasıyla azınlıkları Timeşvar„da
ayaklanır, Batı destekli muhalefet hareketleri şiddete başvurur, Çavuşesku da ölüm
emri verir. Katledilen 4000‟den fazla ceset ortaya çıkar sonrasında. Toplu
mezarlıklar, ülkede ekonomik zorluklar, acılar ve ölümler hepsi bir arada yaşanır.
Herta Müller olayın perde arkasını şöyle açıklamıştı: Komünizim çok büyük
tehlikeydi ve gerçekti.
136
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.225
“Erwache Rumäne aus deinem ewigen Schlaf, singt ein alter Mann. Das Lied ist verboten, er stellt
sich auf den Randstein, er sieht die Schnauze eines Hundes und die Schuhe eines Polizisten, er singt
sich weg von der Angst, er hebt das Kinn hoch. Seine Hand hält die Pelzmütze fest. Er reisst sie vom
Kopf, er schwenkt sie, er wirft sie auf den Boden und tritt mit den Schuhen darauf. Und trampelt und
trampelt und singt, dass man im Lied seine Schuhsohlen hört. Und das Lied ist verboten, und das Lied
riecht nach Schnaps. Die Fahnen sind oben irr, die Köpfe der Männer darunter besoffen, die Schuhe
verwirrt. Die Fahnen gehen mit den Männern auf der Strasse drüber in die Nacht. Die Stimme des
alten Mannes stockt. Mein Gott, sagt er an der kahlen Akazie, was könnten wir sein auf der Welt, und
wir haben kein Brot zu essen. Ein Polizist geht auf ihn zu und ein Hund, und noch ein Polizist. Da
hebt er die Arme und schreit in den Himmel hinauf, Gott verzeih uns, dass wir Rumämen sind.”
116
6.4.
AÇLIK
Çavuşesku rejimi 1982‟de ülkenin tüm ürünlerini, kötü yönetim nedeni ile
oluşan borçları ödemek üzere ihracata yönlendirdi. İç piyasada her şeyi karneye
bağladı. Ülkedeki bu uygulama, ciddi yiyecek, giyecek ve ilaç sıkıntısı yarattı. Halk
açlık sınırında yaşamaya başlarken Çavuşesku ve ailesi lüks ve ihtişama dayalı
yaşamına ise devam ediyordu. Doğu Bloğunun göçmesi ile birlikte Çavuşesku‟nun
iktidarı da sallanmaya başladı.
Herta Müller Der Fuchs war damals schon der Jäger adlı romanda ülkenin
iflas ettiğini, hiçbir şeyin bulunamadığını, kısacası nasıl bir durumda olduğunu çok
iyi anlatır.
“ġuna bak, diyor Paul. Bir keresinde pencereleri saymıĢtım, yüz elli dört.
Yazın dört kiĢi pencereden düĢtü, zararı yok, zararı yok. Atlamazlarsa yatakla
ölürler. Burada söz konusunu olan bir Ģarkı değildir, aylardır ne pamuğumuz
var, ne de sargı bezimiz, çorap fabrikasından artıkları alıyoruz.”137
Açlığı Herta Müller Atemschaukel adlı romanda çok iyi anlatır ve bu eserden
sonra da Edebiyat Nobel Ödülü‟nü alır. Bu romanda Sibirya‟daki çalışma kamplarına
gönderilen Almanların çektiği çile dolu yıllar anlatılmaktadır. Sibirya'da kurulan ve
tam hız çalışan ölüm kamplarına sevkiyat Sovyet zamanında 2. Dünya Savaşı öncesi
137
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.131
“Schau dir das mal an, sagt Paul. Einmal hab ich die Fenster gezählt, hundertvierundfünfzig. Im
Sommer haben sich vier aus dem Fenster gestürzt, machtt nichts, macht nichts. Wenn sie nicht
springen, sterben sie im Bett. Da geht es nicht um ein Lied, seit Monaten haben wir keine Watte, kein
Verbandzeug, wir nehmen Reste aus der Strumpffabrik.”
117
dönemde olduğu gibi savaş yıllarında ve savaşın bittiği yıllarda da devam etmiştir.
Özellikle II. Dünya Savaşı sonunda bu bölgedeki zorla çalıştırılma kamplarına
milyonlarca yeni mahkûmla doldurulmuştur. Sevk olunan bu mahkûmların içinde
hem Sovyetlerin içinde yaşayanlar hem de yurtdışında yaşayan komünist rejim
düşmanları, Almanlar ya da Sovyet yurttaşları yer almıştır. Çeşitli yollardan
kandırılarak ve zor kullanılarak bu insanlar hayvan nakliyatı için kullanılan hayvan
vagonlarda
insanlık
dışı
koşullarda
Sibirya'nın
derinliklerine
ölümüne
gönderilmekteydi.
“… Vagonlara binme prosedürünü unuttum, hayvan vagonlarındaki
yolculuğumuz o kadar çok gece gündüz sürdü ki, sanki sürekli vagonlarda
yaĢamıĢtık.”138
Kızıl Ordu saflarında Nazi Almanlara karşı cephede savaşıp tutsak düştükten
sonra Alman toplama kamplarına düştükten sonra oralardan kurtulan ve ülkesine
sevinçle dönen milyonlarca Sovyet askeri de az önce anlatılan akıbete maruz kalmış,
sınırlarda karşılanıp doğrudan ölüm kamplarına yollanmaktaydı.
Herta Müller açlık çeken insanları çok iyi tasvir etmekte, onların beynini
okumakta ve aynı zamanda Atemschaukel adlı romanda açlık ikinci bölümden
itibaren ön plana çıkan bir motiftir.
“Ot yeme zamanı geçti. Fakat kendimizden her zaman büyük olan açlık
değil. Kronik açlık hakkında ne söyleyebilirsiniz. Seni aç hasta bırakan bir
açlık olduğu söylenebilir mi. Mevcut açlığını artıran ve sürekli gelen açlık.
138
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2011, s.16
..die Prozedur des Einsteigens habe ich vergessen, weil wir so lange Tage und Nächte im Viehwaggon
fuhren, als wären wir schon immer drin gewesen.”
118
Eski ve zorla evcilleĢtirebildiğin açlığın içine atlayan ve doyurulamayan
sürekli yeni bir açlık. Açlığın dıĢında kendiniz hakkında baĢka bir Ģey
söyleyebilecek bir Ģey bulamazsanız, nasıl dünyada koĢabilirsiniz. ġayet
baĢka bir Ģey daha düĢünemezsiniz.”139
Çalışma kampında açlık meleği bir koruyucu melek gibi sürgünde olanlara
eşlik eder, ancak aynı zamanda iblis gibi de onların karşısına çıkar. Romanda sıla
hasreti ve açlık karşılaştırılmaktadır.
“Sıla hasretinin özlemi benim için artık ulaĢılmaz. Eskiden doyduğum yer, o
zaman benim açlığını çektiğim sıla hasretidir”.140
Sürgünde olanların bazılarına açlık ölüm getirir.
“Ölüm sebep raporu hepsinde farklıdır, fakat açlık hepsinde vardır.”141
Planton Kati adında aklını yitirmiş bir kadın çektiği açlık nedeniyle çiçek,
yaprak, ot ve hatta her türlü hayvan, solucan, kurt, sülük ve örümcek yer.
139
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2011, s.24
“Die Zeit des Meldekrautessens ist vorbei. Aber nicht der hunger, der immer grösser ist als man
selber. Was kann man sagen über den chronischen Hunger. Kann man sagen, es gibt einen Hunger,
der dich krankhunrig macht. Der immer noch hunriger dazukommt, zu dem Hunger, den man schon
hat. Der immer neue Hunger, der unersättlich wächst und in den ewig alten, mühsam gezähmten
Hunger hineinspringt. Wie läft mana uf der Welt herum, wenn man nichts mehr über sich zu sagen
weiss, als dass man Hunger hat. Wenn man an nichts anderes Denken kann.”
140
Age, s. 191
“Mein Heimweh ist nicht mehr empfänglich für Sehnsucht. Dann ist mein Heimweh der Hunger nach
dem Ort, wo ich früher satt war.”
141
Age, s.90
“Die Todesursache heisst bei jeden anders, aber mir ihr dabei war immer der Hunger.”
119
“KıĢ günü kampta donan bekçi köpeklerin dıĢkısını”142
Açlığın doruk noktası, Leopold Augberg‟in kantinin arkasında buluan çöp
yığınlarında yiyecek aramasıdır.
“Benim açgözlülüğüm çiğ, ellerim vahĢi. Benim ellerim, melek çöpe
dokunmaz… Patates kabuklarını ardı ardına ağzına sokuyor, açlık gibi hiç
boĢluk bırakmadan… hepsi, hepsi, hepsi”143
Herta Müller çalışma kampından sonra bile açlık ve yemek konusu
işlemektedir.
“Çatal ve kaĢık ile yemek yemesini unutmuĢtum… Açlığın ne demek olduğu ve
yemeği sonunda bulduğunuzda onu yavaĢ yavaĢ veya oburca nasıl
yenildiğini, biliyordum. Kendine kalın bir ekmek dilimi kestikten sonra,
masanın üzerindeki ekmek kırıntılarını çok dikkatli ve titiz bir Ģekilde yer.
ÇalıĢma kampından sonra 60 yıl geçse bile yemek benim için büyük bir
uyarılmadır. Tüm gözeneklerimle yiyorum.”144
142
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2011, s.105
“Und im Schneehof des Lagers den gefrorenen Kot der Wachhunde.”
143
Age, s.88-89
“Meine Gier ist roh, meine Hände sind wild. Es sind meine Hände, Abfall fasst der Engel nicht
an….Eine (Kartoffel) Schale gleich hinter die andere in den Mund geschoben, ohne Lücke wie der
Hunger… Alle, alle, alle.”
144
Age, s.248
“Ich hatte es verlernt, mit Messer und Gabel zu essen… Ich wusste, wie man hungert und das Essen
streckt oder verschingt, wenn man es endlich hat. Nachdem er sich eine dicke Scheibe Brot schneidet,
isst er zuerst die Krümmel vom Tisch, er geht übertrieben sorgsam mit dem Essen um. Für mich ist
das Essen auch 60 Jahre nach dem Lager eine grosse Erregung. Ich esse alle Poren.”
120
Sürekli hissedilen açlık romanın ana motifidir ve diğer motifler onun
etrafındadır, çünkü açlık insani temel bir ihtiyaçtır. Böylece zincirleme bir aksiyon
meydana gelmektedir. Ana ihtiyaçlar temin edilmese insanoğlu bedensel ve ruhsal
olarak dengesini yitirir. Bireyler değişirse toplumun dengesi bozulur. Açlık ve kötü
hayat
şartları
kimlik
bunalımına,
yabancılaşmaya,
tabii
özelliklerinden
uzaklaştırılmış bir ölüm algılamasına, dünyaya bakış açısının ve moralinin
bozulmasına neden olmaktadır. Açlığın insan üzerine nasıl bir ekti bıraktığını Zement
adlı bölümde çok iyi tasvir edilir.
“Açlık gözenekleri yırtar ve içine sürünür. ġayet içine girerse, çimento
yapıĢır, betonlanmıĢ olursunuz.”145
Kimlik kaybı:
“Üçlü oluĢum et, kemik ve sudan oluĢan erkek ve kadınlar artık ayırt
edilemez ve cinsellikleri hareketsizdir. Baraka veya tarak nasıl deniliyorsa
kadın ve erkek de demeye devam ediyorlar. Nötr objeler nasıl cansız ise açlık
çeken kadınlar ve erkekler de öyledir.”146
Bireyler
sadece
kimliklerini
değil
insanlıklarını
da
kaybediyorlar.
Eintropfenzuvielglück für Irma Pfeifer adlı bölümde elde edilen ruhsal soğukluk çok
145
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2011, s.39
“Der Hunger reisst die Poren auf und kriecht hinein. Wenn er drin ist, klebt der Zement zu; man ist
zementiert.”
146
Age, s.158
“Denn in der Dreiernigkeit von Haut, Knochen und dystrophischen Wasser sind Männer und Frauen
nicht zu unterscheiden und geschlechtlich stillgelegt. Man sagt zwar weiter DER oder Die, wie man
auch der Kamm oder die Baracke sagt. Und so wie diese sind auch Halbverhungerte nicht männlich
oder weiblich, sondern objektiv neutral wie Objekte-wahrscheinlich sächlich.”
121
acı verici bir şekilde anlatılmaktadır. Kadın harcın içersine batıyor ve anlatıcı şunu
fark ediyor:
“Bazıları mutlaka Irma Pfeifer‟i düĢünmüĢtür ve onun güzel Ģapkasını ve iyi
durumda olan vatkalı takımını…….. çünkü ölülerin kıyafetlere ihtiyacı yok,
Ģayet hayatta kalanlar donuyorsa.”147
Ölülere saygı gösterilmiyor ve onlara karşı bir şey de hissedilmiyordu.
“Ölüler tanıdık değilse, sadece geriye bıraktıklarına bakılırdı… baĢkaları
kıyafetleri almadan ve ceset donmadan, onu soymalısınız… kamp bir pratik
dünyadır.”148
147
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2011, s.69
“Manch einer hat bestimmt an Irma Pfeifer gedacht und an ihre gute Mütze und den guten
Watteanzug… weil Tote keine Kleider brauchen, wenn Lebende erfrieren.”
148
Age, s.148
“Wenn der Toter kein persönlicher Bekannter ist, sieht man nur den Gewinn… man muss ihn rasch
nackt machen, solang er biegsam ist und bevor sich ein anderer die Kleider nimmt… Das Lager ist
eine praktische Welt.”
122
6.5.
TAKĠP EDĠLME
Herta Müller‟in eserlerinde insanlar sürekli takip edilmekte, sanki her yerde
mikrofon ve gözler bulunmaktadır. Takip işlemleri, Securitate‟de görevli polis, asker
veya
istihbarat
elemanları
tarafından
yapılmaktadır.
Securitate
Komünist
Romanya'da gizli servisti. Securitate Romanya'nın nüfusuna oranla Doğu Bloku'nun
en büyük gizli polis güçlerinden biriydi. Nikolay Çavuşesku'nun rejimi altında
Securitate 1985'te 11.000 ajan ve yarım milyon muhbir ile görev yapmaktaydı. 22
milyon nüfusa sahip bir ülke için bu rakam oldukça fazladır. Securitate, Çavuşesku
rejimi altında tutuklamalar ve binlerce insanın ölümünden sorumlu olarak dünyada
en acımasız gizli polis güçlerinden biriydi.
Der Fuchs war damals schon der Jäger, Herztier ve Heute wäre ich mir
lieber nicht begegnet adlı üç romanda gizli polis teşkilatı çok iyi anlatılmaktadır.
Teşkilatı temsilen erkekler seçilmiştir: Pavel, Pjele ve Albu. Anlatıcı ve diğer figürler
sanki bir av hayvanı gibi bu kişiler ve teşkilat tarafından takip edilmektedir.
“Kantindeki herkes aç, diye yazıyor Lola defterine, çiğneyen ve ağzını
Ģapırdatan bir sürü. Herkes tek tek dikkafalı birer koyun. Hepsi birlikte ise
açgözlü bir köpek sürüsü.”149
149
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.24
“Alle sind hunrig in der Kantine, schreibt Lola in ihr Heft, ein drückender, schmatzender Haufen.
Und jeder für sich genommen ein störrischer Schaf. Alle zusammen ein Rudel gefrässiger Hunde.”
123
6.6.
ĠNTĠHAR
Herta Müller romanlarında intihar konusunu sürekli açık bırakmaktadır.
Figürlerden intihar eden veya intiharı düşünenler eksik olmamaktadır. Bunun sebebi
nedir? Veya insanlar niye intihar etmeyi düşünüyor? Psikiyatrist ve psikologlar bu
tür sorulara kişilerin psikolojik yapılarına inerek cevap aramışlardır. Bu tür görüşler
birçok yönden eksiklik göstermelerine rağmen, yine de intiharın nedenlerini
açıklayabilmede önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Erich Fromm, “yaşam sevgisi ve ölüm sevgisinden” söz eder. Bunlardan
hangisinin ağır basarak insan davranışını belirlediğini araştırır. Ona göre, yaşam ve
ölüm severlik, Freud‟un dediği gibi doğuştan kazanılmış ve yok edilemez değildir.
İnsanların büyük bir çoğunluğu ölüm sever değildir, ama özellikle bunalım
dönemlerinde umutsuz ölüm severlerden etkilenirler. Katlanılmayan bir duygudan
kurtulma zorunluluğu o derece kuvvetlidir ki, kişi uydurma bir çözüm yolunun
dışında bir çözüm yolu bulmayı başaramamaktadır. Eğer başka kişiler herhangi bir
sebeple bir kişinin tahripkârlık objesi olamıyorlarsa, o kişinin kendi benliği derhal
tahripkârlık objesi haline gelivermektedir. Bu belli dereceye ulaştığında intihara bile
girişilmektedir. İnsan kendini etkin bir şekilde diğer kişilere ve doğaya bağlayamazsa
kendini yitirir, güdüleri de insan niteliğinden çıkar; sakatlanmış bir yaratık olur.
Fromm‟a göre batı toplumlarındaki intiharların çokluğu, sürüye uyumdaki
başarısızlığın nisbi belirtisidir. İnsanoğlu hem ilerlemeyi hem de mutluluğu bir arada
124
gerçekleştiremez diyen Fromm, gelecekte intiharların artacağını vurgulamakta, ancak
belli ölçüde de kaderciliğe varmaktadır.150
Bir diğer ünlü psikanalist de Karl Menninger‟dir. Temel fikirlerinin
ayrıntılarını Menninger‟e göre intiharın üç bileşeni vardır ve bunların hepsi her
intihar olayında değişen oranlarda yeralırlar.
1)Öldürmek İstemek: Saldırı, suçlama, ayıplama, imha,
2)Öldürülmüş Olmak İstemek: İtaat, mazoşizm, kendini ayıplama, kendini
suçlama,
3) Ölmek İstemek: Umutsuzluk, korku, yorgunluk, 151
Herta Müller‟in romanlarında bazi figürler ölmek istemektedir. Bunun
sebepleri Nikolay Çavuşesku'nun emrinde olan Gizli Polis Securitate‟nin
Romanya‟da insanlara konuşma özgürlüğü tanımaması,
medya üzerinde sıkı
kontroller uygulaması ve aynı zamanda iç muhalefete hiç tolerans göstermemesidir.
Kısaca komünist diktatör olan Çavuşesku‟nun zulmü altında kimliksizleşen,
umutsuzluk içersinde yaşayan, korkan ve gizli polisin baskılarından yorulan insanlar
anlatılmaktadır.
Herztier romanında Lola adlı üniversite öğrencisi yoksulluk içersinde
yaşamaktadır. Mutsuz, şüphe içinde yaşayan ve kendini güvende hissetmediği için
intihar eder.
„Kızların giysileri Lola‟nınkilerinden ayrılmıĢ, yatakların üzerine konmuĢtu.
Yakıcı güneĢ dikdörtgene düĢmüĢ, toz yerdeki muĢambanın üzerine gri bir
150
Bkz. Erich Fromm, Sağlıklı Toplum, Çevirmen Zeynep Tanrısever / Yurdanur Salman, Pavel
Yayınları 2005, 4.Basım
151
Bkz. Karl Menninger, Selbstzerstörüng, Psychoanalyse des Selbstmords, Suhrkamp Verlag KG,
1984
125
post gibi serilmiĢti. Ve Lola‟nın yatağının yanı, artık broĢürlerin durmadığı
yer çıplak, koyu bir lekeydi. Lola ise benim kemerimle kendini asmıĢ, dolapta
sallanıyordu.“152
Kurt adındaki mühendis gizli polisin yapmış olduğu pkiskolojik baskılara ve
karakol sorgularında uygulanan şiddete artık dayanamaz ve intihar eder.
„Oysa kalın mektuptan üç hafta önce Edgar‟a ve bana aynı telgraf gelmiĢti:
Kurt evinde ölü bulundu. Kendini halat ile asmıĢ. Telgrafları kim
göndermiĢti. Yüksek sesle okudum, YüzbaĢı Pjele‟nin karĢısında yüksek sesle
Ģarkı söylemek zorunda kalmıĢ gibi. Dilim kafamın içinde vuruyordu, dilimin
ucu YüzbaĢı Pjele‟nin salladığı bir batona bağlıydı sanki.“153
Georg bir orman köyünde öğretmen olarak görev yapmaktadır fakat rejime
karşı olduğu için baskı ve şiddet görmektedir. Bir gün tren istasyonunda hiç
tanımadığı insanlar tarafından tartaklanır. Uzun süre hastanede tedavi görür.
Doktorlardan darp raporu bile alamaz. Korkusuna ülkeyi terk eder ama ölüm onun
peşini bırakmaz.
„Georg ülke dıĢına cıktıktan altı hafta sonra, Frankfurt‟ta sabahın erken
saatlerinde kaldırımda boylu boyunca yatıyordu. Geçiçi olarak kaldığı
152
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.29
“Die Kleider der Mädchen lagen getrennt von Lolas Kleidern auf den Betten. Die Sonne fiel heiss in
das Viereck, und der Staub sass auf dem Linoleum wie ein graues Fell. Und neben Lolas Bett, wo die
Broschüren fehlten, stand ein kahler, dunkler Fleck. Und Lola hing an meinem Gürtel im Schrank.”
153
Age, s.251
“Aber drei Wochen vor dem dicken Brief erhielten Edgar und ich zwei gleiche Telegramme: Kurt
wurde tot in seiner Wohnung gefunden. Er hat sich erhängt mit einem Strick. Wer hatte die
Telegramme geschickt. Ich las mit lauter Stimme, als müsste ich vor Hauptmann Pjele singen. Die
Zunge schlug bei diesem Singen durch die Stirn, als sei die Zungenspitze an einem Taktstock
festgebunden, den der Hauptmann Pjele führt.”
126
binanın beĢinci katında bir pencere açık duruyordu. Telgrafta Ģöyle
yazıyordu: Hemen öldü.“154
Herta Müller okuyucularına Romanya‟da intiharın ne kadar yaygın olduğunu
ve insanların aklından ne kadar çok geçtiğini işlemiştir.
„Küçük bir adam, ince bir ip, büyük bir at. Bir at için ince bir ip, bir adam
için kalın bir ip olur. Bir iple bir adam asılmıĢ biridir. Tıpkı dokunulmamıĢ
yıllardan, varoĢtan gelen tenekeci gibi.”155
Heute ware ich mir lieber nicht begegnet adlı romanda intihar eden olmasa da
intihar kelimesi geçmektedir. İntihar etmek sıradan bir olaymış gibi anlatılmaktadır.
„Ġntihar etmekle tehdit etmiĢti… Fakat intihar olayı gündemde değil.“156
Herta Müller‟in romanlarında Komünist Romanya„da insanların daha depresif
oldukları bir gerçek. Çünkü hiç bir birey demokrasiyle yönetilen ülkelerdeki gibi
özgür bir birey olamıyor. Çavuşesku diktatörlüğündeki Romanya‟da komünizm, parti
üyelerinin bile korkup çekindiği bir araç haline gelmiştir. Sadece komünizm
yüzünden insanlar intihar ediyorlar demek doğru bir yaklaşım değil ama bu yönetim
şekli insanları mutlu etmediği için intiharı tetiklediği doğru denilebilir.
154
Age, s.234
“Georg lag sechs Wochen nach der Ausreise am frühen morgen in Frankfurt auf dem Pflaster. Im
fünften Stock des Übergangsheims stand ein Fenster offen. Im Telegramm stand: Er war sofort tot.”
155
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.50
“Ein kleiner Mann, ein dünner Strick, ein grosses Pferd. Ein dünner Strick für ein Pferd ist ein dicker
Strick für einen Mann. Ein Mann mit einem Strick ist ein Erhängter. So wie der Spengler aus den
liegengelassenen Jahren, aus der Vorstadt.”
156
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Rowohlt Verlag, Hamburg, 1997, s.220
Da sie mit Selbstmord drohte,…. Mit dem Selbstmord ist aber Ruhe.
127
7.
ROMANLARIN KONUSU
7.1.
DEVLET TERÖRÜ / DĠKTATÖRLÜK
Herta
Müller
romanlarında
Çavuşesku
rejiminin
ve
komünizmin
kötülüğünden bahseder. Asıl hedefi Romanya'daki komünist Nikolay Çavuşesku
rejimi tarafından yapılan sistematik devlet terörünü çok ayrıntılı bir şekilde
anlatmaktır.
Kızıl vahşet, bu ülkedeki insanlara adeta cehennem hayatı yaşatmıştır. Rejim
muhalifleri bir bir tutuklanmış, işkence görmüş, idam edilmiştir. Kısa sürede tüm
toplumda korku ve dehşet hâkim olmuştur. Herta Müller, Çavuşesku Romanya'sını
gerçekten kapkaranlık bir korku dünyası biçiminde tasvir eder. Örneğin, Herztier adlı
romanında Kurt okulunu bitirdikten sonra devlet mezbahasında mühendis olarak işe
başlar. Burada yaratılan, her yere işlemiş, her yerde hazır ve nazır korku, mezbahada
çalışan işçileri kana susamış canavarlara dönüştürür. Hatta bu işçiler çocuklarına iyi
geceler öpücüğü verdiklerinde, çocukları onların mezbahada kan içtiklerinin
kokusunu alır dudaklarından.157
Komünist rejimin düşüşünden sonra, Romanya‟da bir kadın başından geçen
bir olayı şöyle anlatır:
“Babamın ilk tutuklanıĢından sonra, ertesi gün öğlene doğru eve bir polis
geldi ve anneme öğleden sonra saat 5'te 10 numaralı polis karakoluna
gelmesini bildiren bir celp verdi. Annem giyindi, güzel bir kadındı ve çok iyi
157
Bkz. Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.100-101
128
kalpli bir insandı ve çıktı. Biz üç çocuk onu bekledik, bekledik. Sabaha karĢı
yarımda döndü, rengi kireç gibi bembeyaz, giysileri yırtık pırtıktı. Girer
girmez de sobanın yanına gitti, sobanın levhalarını kaldırdı, soyunmaya
baĢladı ve üzerinden çıkanların hepsini yaktı. Sonra banyo yaptı, ancak
bundan sonradır ki bizi kolları arasına aldı. Uyuduk. Ertesi gün ilk kez
intihar giriĢiminde bulundu, daha sonra da iki kere kendini zehirledi. Hala
yaĢıyor, onunla ilgileniyorum… Akıl hastası. Ona yapılanları hiçbir zaman
öğrenemedik.”158
Buna benzer bir olayı Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet adlı romanda
görürüz. Romanın kahramanı adını hiçbir zaman öğrenemediğimiz ben anlatıcı
rejimin baskılarına dayanamaz ve romanın sonunda akli dengesini yitirir.
“Hah hay, delirmemek lazım”159
Tutuklananlara yapılanlar, korkunç şeylerdi. Romanya'daki komünist Nikolay
Çavuşesku rejimi tarafından başlatılan işkence uygulamaları hakkında şu bilgiler
verilir:
Romanya‟da, Orta ve Güneydoğu Avrupa da baskı sistemine yenilikler kattı: Asyalı
komünistler tarafından kullanılan, beyin yıkama yoluyla yeniden eğitim yöntemini
büyük bir ihtimalle Avrupa kıtasında ilk uygulayan ülke oldu; hatta bu yöntemi daha
158
Stéphane Courtois, Nicolas Werth, Jean-Louis Panné, Andrzej Paczkowski, Karel Bartosek, JeanLouis Margolin, Komünizmin Kara Kitabı, Doğan Kitapçılık A.Ş. s.505
159
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Rowohlt Verlag, Hamburg, 1997, s.240
“Ha, ha, nicht irr werden”
129
da mükemmelleştirdi. Girişimin şeytani amacı mahkûmların birbirine işkence
yapmasını sağlamaktı. Bu icat, Bükreş'e yüz kilometrelik bir mesafede kurulmuş olan
görece modern bir cezaevi olan Pipeşti'de uygulandı. Amaç, bedensel ve manevi
işkence ile komünist öğretinin öğretilmesini birleştirerek siyasi tutukluları yeniden
eğitmekti. 160
Romen siyasi polisi Securitate sorgulamalar sırasında dayak atma, falaka ve
baş aşağı ayaklarından asma gibi klasik işkence yöntemlerini kullandı. Piteşti'de
işkencedeki acımasızlık, bu yöntemlerin çok daha ötesine geçti: Mümkün olan ve
olmayan her türlü işkence biçimi uygulandı. Vücutların değişik bölgelerinde sigara
yanıkları vardı; mahkûmların kalçalarındaki dokular ölmüştü, etleri cüzamlılarınki
gibi dökülüyordu; dışkı yemeye zorlanıyor, kustukları zaman da kusmukları tekrar
ağızlarına sokuluyordu.
Herta Müller‟in devlet terörünün hafife alınmasına günümüzde bile
tahammülü yoktur. Onun için romanlarında karakollardaki sorgulamalar ve buralarda
uygulanan şiddet hiç eksik olmuyor. İşkenceye dayanamayıp ölenler tarlalara atılır.
“Biçerdöver yüksek, diyor Ģoför, bu iyi, insan yukarıda oturduğunda
buğdayın içinde ölüleri görmüyor.”161
160
Bkz. Stéphane Courtois, Nicolas Werth, Jean-Louis Panné, Andrzej Paczkowski, Karel Bartosek,
Jean-Louis Margolin, Komünizmin Kara Kitabı, Doğan Kitapçılık A.Ş. s.536
161
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.62
“Mähdrescher sind hoch, sagt der Fahrer, das ist gut, wenn man oben sitzt, sieht man im Weizen nicht
die Toten liegen.”
130
Komünist bir ülkeyi terk etmek başarılması çok zor veya imkânsızdı. İnsanlar
sınırdan kaçarken ya vurulur ya da ülkenin sınırlarını belirleyen nehirlerde
boğulurlardı.
“Her gece sınırdan yaralılar getirirler, diyor, çoğu ölmüĢ olur….”162
Sistem herkesi gözetliyor. İnsanlar her şeyden kuşkulanıyor ve korkuyor.
“Ova simsiyahtır, ancak yer ıslak değildir. Tank izlerinin yanında yürüyor ve
kendine dönmekten korkuyor. Avcı hendeği her Ģeyi görmüĢtür ve yarın altın
diĢli subay bilecektir, bu ihanettir. Ağzı haykıracaktır, diĢi parlayacaktır.
Tepenin doruğu sessizce orada duracak ve artık geceyi bir alında geçirdiğini,
saydam bir kafatasını korkudan kaçmaya yöneltenin kendisi olduğunu
bilmeyecektir.”163
“Kapıcı ararken gırtlaklardaki boĢ yutkunmayı duyar. Gırtlaklar bir
marangoz mengenesi gibi kurumuĢtur, korku mideyi karıĢtırmaktadır. Kapıcı
korkunun kokusunu alır, erkek ve kadınlardan korku kötü hava olarak
yükselir ve dizlerin ardındaki boĢlukta asılı kalır. Kapıcı bir cebi uzun süre
162
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.245
“Sie bringen jede Nacht Verletzte von der Grenze, sagt er, die meisten sind tot.”
163
Age.,s.206
“Die Ebene ist schwarz, doch der Boden kein Wasser. Er geht neben den Panzerspuren her und hat
Angst, sich nach sich selber umzudrehen. Der Schützengraben hat alles gesehen, und morgen weiss
der Offizier mit dem goldenen Zahn, das ist Verrat. Sein Mund wird schreien, sein Zahn wird
leuchten. Die Hügelspitze wird stumm dasrehen und nicht mehr wissen, dass sie die Nacht in einer
Stirn verbracht hat, dass sie es war, die einen durchsichtigen Schädel vor Angst zur Flucht getrieben
hat.”
131
karıĢtırdığında, çoğu korkuyla birincinin ardından ikinci kez sessizce
yellenir.”164
Bu gibi işkenceler Herta Müller‟in söylediği gibi sadece Romanya‟da değil
Doğu Bloku'ndaki tüm ülkelerde uygulandı. Komünizmin gözü dönmüş caniliği,
tarihin en korkunç işkence rejimlerini ortaya çıkardı. İnsanları birer hayvan olarak
gören, bu sözde "hayvanların" yola getirilmesi için daimi bir şiddet, işkence ve
korkunun gerekli olduğunu kabul eden bu felsefe, komünist rejimlerin zindanlarında
feci işkencelere dönüşmüştür.
164
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009.,s.89
“Beim Durchsuchen hört der Pförtner das leere Schlucken in den Hälsen. Die Kehlen trocken wie ein
Schreibstock, Angst wühlt im Magen. Der Pförtner riecht die Angst, sie steigt als faule Luft aus den
Männern und Frauen und hängt in der Höhe der Kniekehlen. Wenn der Pförtner lange in einer
Tasche wühlt, lassen viele in der Angst nach dem ersten auch eien zweiten, stillen Furz.”
132
7.2.
II. DÜNYA SAVAġI SONRASI ALMAN AZINLIĞIN KADERĠ
2. Dünya Savaşı sonrası Sovyetler döneminde devreye konulan ölüm ve
çalışma kampları konusunun Almanlar bağlamında ele alınışının nedeni bu konunun,
zamanında birçok kişinin canını yakmış olmasına karşın eskiden olduğu gibi
günümüzde de ele pek alınmadığından veya alınamadığından kaynaklanmaktadır. Bu
konuda Almanya„daki en önemli yazarların başında Martin Walser‟den sonra Herta
Müller‟in adı gelmektedir. Müller tarafından düzenli bir biçimde hazırlanan
Atemschaukel adlı roman bu bağlamda konuyu tekrar gündeme getirmiştir. Bunun
yanı sıra, zamanında bu korkunç tarihi olaylara şahitlik eden insanların hatıratları da
bu konuda ışık tutucu olmaktadır. Müller„e göre bu konunun unutulmasına izin
vermeyip belleklerde saklanmasına yönelik işlenmesinde büyük bir yarar vardır.
Çünkü dünü bilmemek ya da unutmak gelecekte aynı gelişmelerle yüz yüze gelme
olasılığını ortadan kaldırmaz. Oysaki geçmiş bilgisi gelecekte benzer durumların
ortaya çıkmaması için ya benzer durumların ortaya çıktığında gerekli önlemlerin çok
daha etkili alınmasına yarayabilir. Bunun yanı sıra geçmişteki acı sayfaları bilmek
bütün insanların en önemli görevlerindendir.
Sovyetler coğrafyasının iklim açısından en sert, yüzölçümü bakımından en
geniş ve nüfus yoğunluğu yönünden en düşük orana sahip bir bölgesi olan Sibirya'da
dönemin rejimince çok sayıda hapishane ve kampın kurulmuş olması aslında çok da
şaşılacak bir durum değildir. Çünkü bütün etkenlerin, sözde enternasyonalizm fikrini
her fırsatta hem ulusal hem de dünya düzleminde savunmasına karşın resmi dili
Rusça olan Sovyet devletin hapishaneler ağının ağırlığının Sibirya'ya doğru
kaydırılmasına yol açan kararların alınmasında etkili olduğu söylenebilir.
133
Sibirya'da kurulan ve tam hız çalışan çalışma-ölüm kamplarına sevkiyat
Sovyet zamanında II. Dünya Savaşı öncesi dönemde olduğu gibi savaş yıllarında ve
savaşın bittiği yıllarda artarak devam etmiştir. Özellikle II. Dünya Savaşı sonunda bu
bölgedeki zorla kamplara milyonlarca yeni mahkûmla doldurulmuştur. Sevk olunan
bu mahkûmların içinde Alman asıllı Romanya yurttaşları da yer almıştır. Çeşitli
yollardan kandırılarak ve zor kullanılarak bu insanlar hayvan nakliyatı için kullanılan
katır vagonlarda insanlık dışı koşullarda Sibirya'nın derinliklerine, ölüme
gönderilmekteydi. Kızıl Ordu saflarında Nazi Almanlara karşı cephede savaşıp tutsak
düştükten sonra Alman toplama kamplarına düştükten sonra oralardan kurtulan ve
ülkesine sevinçle dönen milyonlarca asker de az önce anlatılan akıbete maruz kalmış,
sınırlarda karşılanıp doğrudan ölüm kamplarına yollanmıştır. Tarihte yaşanmış bu
olayları Herta Müller Oskar Pastior‟ın hatıralarından faydalanarak kaleme almış ve
Atemschaukel adlı romanı yazmıştır.165
"Vagonlar, hayvan nakli için kullanılan vagonlardı. Ahırdan farksızdı. Vagon
yolculuğu da 3-4 gün sürdü. Vagonlardan çıktığımız zaman müthiĢ bir
soğukla karĢılaĢtık. Kar tipisi vardı. DiĢlerimiz birbirine vuruyordu soğuktan.
165
Bkz. http://www.zfl.ro/deportationsprojekt/Texte/Alexandra_Pop.pdf (03.11.2012)
Alexandra Pop, Das Thema Deportation in der deutschen Literatur Rumaniens, Joachim
Wittstocks Roman Bestätigt und besiegelt und die Entstehungsgeschichte des Roman
Atemschaukel von Herta Müller
„Zunächst hat Oskar erzählt und ich hab aufgeschrieben. Ich hatte gedacht, ich schreibe das Buch
allein. Erst mit der Zeit entstand die Idee, das Buch zusammen zu schreiben. Als wir angefangen
haben zu „flunkern”, wie Oskar es bezeichnete, hat sich irgendwann herausgestellt, dass wir das
Buch zusammen schreiben. Das Formulieren und Schreiben, das hab schon ich gemacht, aber die
Einzelheiten und auch beglaubigt, das hat alles Oskar. (…) Wir haben leider nicht systematisch
gearbeitet, weil wir nicht wussten, dass wir so wenig Zeit haben. Manche Sachen haben wir zehnmal
umgeschrieben und andere waren erst angefangen als Oskar plötzlich starb.“ Um Oskar Pastiors
Beitrag noch näher zu bestimmen, erzählt Herta Müller in einem Interview:„Oskar Pastior hat das
Lager und das Kokswerk auch aufgezeichnet. Er hat sich an alle Details erinnert, schon damals muss
seine Wahrnehmung sehr genau gewesen sein, denn man erinnert ja nichts, das einen in der Zeit des
Erlebens nicht beschäftigt hat. Seine Fantasie hat ihn im Lager gerettet. Einerseits sah er mehr, das
Unerträgliche wurde damit stärker, aber er konnte sich auch als Einzelner bewahren. Seine
detaillierten Erinnerungen waren ein Glücksfall, denn die anderen Überlebenden, die ich befragt
habe, konnten nicht über sich reden, sie hatten keine Sprache für ihre Gefühle. Es kamen nur
Klischees: Man hätte gelitten, was haben wir durchgemacht (…)“
134
Birkaç gün yaya olarak gündüzle gecenin farkını anlamadan yürüdük. Kar
tipi hiç dinmiyordu. Kampa yaklaĢtığımızda, tipi biraz dinmiĢti. Geçtiğimiz
yolun sağında solunda uzaklardan kuleler görünüyordu. AteĢ sesleri
iĢitiliyordu. Yürümeyen mahkûmları yolda kurĢunluyorlardı. Elli bin kiĢi
kadar vardık. Bir kampın önünde durdurulduk. Tahminen on kafileye
ayrılmıĢtık. Bir kafile burada kaldı. Kafileleri her milletten karıĢık olarak
teĢkil etmiĢlerdi. Epey ilerledikten sonra yine bir kampın önünde
durdurulduk. Burada beĢ kafile bırakıldı. Yine kafileler hareket etti. Kimsede
yürümeye takat kalmamıĢtı. Canımızı diĢimize takarak, yürüyorduk. Geride
kalanların üzerinde köpekleri saldırtıyorlardı. Ben en son kafiledeydim.
KurĢunlananların,
yaralananların,
takatsizlikten düĢüp
sıradan
ayrıldı
diye
donanların, can çekiĢenlerin,
öldürülme
tehlikesi
olduğunu
bildiğimizden üzerlerine basarak yürüyorduk. Bunların sayısı herhalde iki
yüzden fazlaydı".166
Bu kısa anlatımdan da anlaşılabileceği üzere en az 150 arama ve 500'den çok
bekçilik için özel yetiştirilmiş köpeklerin bulundurulduğu ölüm kamplarına
mahkûmların ulaşması bile ölümle sonuçlanabiliyor, bu yolda insanlar korkunç
insanlık dışı zulme maruz kalıyordu. Müller, kamp şartlarını Leopold adlı
kahramanına anlattırır.
Sabahtan akşama kadar kampta çalışmak zorundalar. Gıdasızlıktan veya
açlıktan her gün insanlar ölüyordu. Çalışacak gücü olmayan ya kurşunlanıyor ya da
köpekler tarafından parçalanıyordu. Sebebi gayet basitti, yürümekten aciz bu
166
Felicitas von Lovenberg, Mit der Tinte die Schatten vertreiben, Literaturpreis über Herta Müller,
Frankfurter Allgemeine Zeitung, 11.Oktober 2009
135
insanların kaçacakları ileri sürülüyordu. Soğuk mahkûmların ciğerlerine işlediği için
hastalanıp ölenler çok olurdu. Rus subay ve erlerine birazcık itiraz büyük bir
hakaretle karşılık görür, dipçik ve kırbaç dayağı zerrece itiraz etmenin, soğukta
çektirilen azaplara katlanmaya sebep olurdu.
“Fakat çalıĢma kampına geç geri dönmek kötüydü. Çorba bitmiĢ olurdu. O
zaman bitlerle birlikte büyük boĢ bir gece dıĢında hiç bir Ģeyiniz olmazdı.”167
“Açlık sürekli mevcuttur. Ne zaman ve nasıl isterse öyle gelir, çünkü o
burada.”168
Herta Müller‟e göre kamplardaki beslenme koşularına da bakmakta yarar
vardır. Mecburi çalışma kampında mahkûmlar günlük ortalama olarak 400-600 gram
arası ekmek ve 22 gram et yiyebilme imkânına sahipti. Bir kıyaslama yapmak için,
söz konusu kampta bekçilik ya da arama görevlerinde kullanılan köpeklere günde
250-400 gram arası et ve 20 gram hayvani yağ verilmekteydi. Bu kıyaslama bizlere
dehşet verici bir tabloyu sunmaktadır. Bu tablonun ressamı ise bütün dünya işçilerine
özgür, eşit ve kardeş bir dünya vaat eden Sovyet Komünist devletiydi. Bu arada,
normları tamamlayamayan mahkûmların her geçen gün beslenme normlarında
kısıtlamaya gidildiğini ve bu duruma düşen insanların sonunda büyük çoğunlukla
açlıktan öldüğünü de burada eklememiz gerek. Sibirya‟daki ölüm kamplarında
yaşam koşullarının ne denli ağır ve hatta ölümcül olduğunu belki de bir esirin sözleri
en açık bir biçimde açıklamaktaydı:
167
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschentuch Verlag, Frankfurt 2011, s.63
“Aber zu spät ins Lager zu kommen, war schlimm. Dann war die Suppe alle. Dann hatte man nichts
ausser dieser grossen leeren Nacht mit den Läusen.”
168
Age, s.86
“Ġmmer ist der Hunger da. Weil er da ist, kommt er, wann er will und wie er will.”
136
"iĢten ölmeyenler hastalıktan, hastalıktan ölmeyenler, keder ve
üzüntüden dolayı intihar ederek ölürler"169
Martin Walser‟in yıllar önce söylediği „Almanlar da acı çekti“ sözlerine ilave olarak
Herta Müller „komünist terörün varlığı uzun süre kabul edilmedi“ diyerek, bu
konuyu şimdi onaylanmış (Nobel Edebiyat Ödülü) bir başarı ile tekrar gündeme
getirir.170
169
Ulrike Baureithel, Jenseits des Menschlichen, Am Nullpunkt Nur aus erster Hand? Überlegungen
zu Herta Müllers Buch „Atemschaukel“ und der Zeugenschaft in der Lagerliteratur, Der Freitag
Kultur 02.04.2010
170
Selami İnce, Herta Müller’e niçin Nobel verildi?, Bir Gün Halkın Gazetesi, Pazar Eki, 18 Ekim
2009
137
7.3.
HALKIN SÖMÜRÜLMESĠ / ÇARESĠZLĠĞĠ
Herta Müller Romanya‟da Çavuşesku idaresi altındaki devletin halkı
sömürdüğünü ve insanların çaresizliğini ve çok kötü şartlar altında yaşamak zorunda
kaldıklarını romanında anlatır:
Romanya‟nın lideri olan Nicolae Cavuşescu'nun iktisadi ve kalkınma
politikalarının Romanya'nın kaynaklarını zorlayarak uygulatılması ülkede yaygın bir
kıtlığa ve yoksulluğun artışına neden olur. Kötü mali yönetim ve yanlış yatırım
kararları sonucu Romanya'nın dış borcu çok yüksek boyutlara ulaşır. Bu borcun kısa
bir sürede kapatılması için yapılan kemer sıkma politikaları; gıda maddelerinin
karneye bağlanması, evlerin fazla ısıtılmasının yasaklanması, ülkenin tarım ve sanayi
ürünlerinin büyük bölümünün ihraç edilmeye başlanması, Parlamento Sarayı gibi
görkemli ve gereksiz inşaat projeleri, köylerin boşaltılması ve burada yeni kurulan
apartmanlara
yerleştirilmesi
kararı,
hoşnutsuzluğu
doruğa
çıkartır.
Mesela
öğrencilerin hiç ders materyalleri yoktur.
“Ben sabahları mezbahaya giderken, köydeki çocuklar da okula gidiyorlar,
dedi Kurt. Kitapları, defterleri yok, bir parça tebeĢirleri var yalnızca.”171
Nicolae Cavuşescu, parti ve hükümet üzerindeki sıkı denetimini sürdürmek
için katı politikalar izlemeye başlar. Sovyetler Birliği'nde uygulamaya konan açıklık
glasnost ve yeniden yapılanma perestroyka politikası Romanya'da benimsenmez.
171
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.101
“Wenn ich morgens ins Schlachthaus gehe, gehen die Kinder im dorf zur Schule, sagte kurt. Sie haben
kein Haft und kein Buch, nur ein Stück Kreide.”
138
SSCB'de uygulamaya konan bu politikaların SSCB'nin güdümündeki diğer Doğu
Bloku ülkelerinde neden olduğu reform dalgasından sonra muhalefete karşı izlenen
baskıcı tutum daha da sertleşir. 1989'un ekim ve kasım aylarında Berlin Duvarı'nın
yıkılışı ve Doğu Bloku liderlerinin birer birer görevlerinden çekilmesi Nicolae
Cavuşescu'nun, geleceği hakkında bir endişe yaşamasına neden olmaz. Çünkü
rejimin ayakta kalması için Herta Müller romanlarında muhbirlik sistemin ne kadar
çok iyi çalıştığını, herkesin birbirinden korkar hale geldiğini ve insanların korku
nedeniyle birbirilerini hemen satabileceklerini de anlatır:
“Muhbir olarak hepsi iĢe yarar, dedi Kurt, ister Hitler döneminde olsun ister
Antonescu. BaĢparmağındaki yara yüzünden bana lanetli çocuk gibi geldi
Kurt. Hitler‟den birkaç yıl sonra hepsi Stalin için gözyaĢı döktüler, dedi. O
zamandan beri de ÇavuĢesku‟ya mezarlar açsın diye yardım ediyorlar. Küçük
muhbirler partide büyük rütbeler istemez. Onları dilediğince kullanabilirsin.
Muhbir olan parti üyeleri Ģikâyetlerini dile getirebilirler. Kendilerini
ötekilerden daha iyi koruyabilirler.”172
172
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007.,s.183
“Als Spitzel sind alle zu gebrauchen, sagte Kurt, ob sie bei Hitler oder Antonescu waren. Wegen der
Narbe an seinen Daumen kam er mir vor wie das Teufelskind. Ein paar Jahre nach Hitler weinten sie
alle um Stalin her. Seither helfen sie ÇavuĢesku Friedhöfe machen. Die kleinen Spitzel wollen kein
hohes Amt in der Partei. Man kann sie ungeniert gebrauchen. Parteimitglieder können sich
beschweren, wenn sie Spitzel werden sollen. Sie können sich besser wehren als die anderen.”
139
8. ÜSLUP ÖZELLLĠKLERĠNE ETKĠ EDEN FAKTÖRLER
Herta Müller‟in anlatım tarzına etki eden pek çok unsur vardır. Bunlardan
birincisi ve en önemlisi Ceausescu döneminin baskıcı rejimidir. Yazarın öldürülen
arkadaşları, kaybedilen insanlar, ölüm korkusu, arkadaşlar arasında baş gösteren
ihanet korkuları…
Bunların hepsi onun anlatım tarzına etki eden temel faktörlerdir. Bundan dolayı,
onun anlatım tarzı dışavurumcu bir niteliğe bürünmüştür. Bu siyasi dönem, Herta
Müller ile birlikte daha birçok yazarın da anlatım tarzına etki etmiştir.
Herta Müller‟deki bu dışavurumcu anlatım tarzı, Ceausescu dönemi ve
sonrası olarak kendini iki farklı biçimde göstermektedir. Ceausescu döneminde
kendini bir nebze dizginlemeye çalışan dil, bu dönemden sonra, yani Müller‟in
Almanya‟ya göçüyle beraber iyice eleştirel bir kimliğe bürünmüştür.
Müller‟in dili totaliter rejime karşı bir başkaldırı niteliğindedir fakat bu
başkaldırı çoğu zaman hedef rejime karşı bir saldırı ya da direnme olarak değil,
insanların yüreklerine işleyen yıkıcılığı, umutsuzluğu ve acıları gözler önüne seren
bir başkaldırı olarak ön plana çıkmaktadır. Böylece bu rejimin, neden olduğu telafisi
olanaksız olumsuzluklardan utanç duyması hedeflenmiştir. Başka bir deyişle; başkıya
ve zorbalığa karşı duygusallıkla açılmış bir savaştır. Umutsuzluk, ihanet, güvensizlik
ve ıstırap her zaman ön plana geçmiştir onun yapıtlarında. Bu gibi konular,
diktatörlük rejimi altında yaşamış bir yazarın içine işleyen ve kendiliğinden su
yüzüne çıkan anlatılarda görülür. Müller de dilinin ve anlatım tarzının Ceausescu
diktatörlüğü ve onun sonuçları üzerine yoğunlaştığının bilincindedir, fakat yaşamış
140
olduğu ve her daim anımsadığı kötü olayların sanatına yansımasını istese de
engelleyememektedir:
“Devamlı olarak diktatörlük konusuna yoğunlaĢmam tamamen kiĢiseldir. Bu
konu kursağıma takılmıĢ bir lokma gibi duruyor. Onu nasıl gizleyebilirim
ki?”173
Müller‟in yapıtlarında öne çıkan karakterlere yansımış olan yaşama karşı
umursamazlığın ve yürek burukluğunun bu şekilde dile gelmesinin bir başka sebebi
de, batılı ülkelerin ve dolaylı olarak ABD‟nin Balkanlarda uygulamaya kalkıştıkları
çıkara yönelik politikalardır. Yazar ve sanatçılar bu politikaların bilincinde
olmalarına rağmen, ekonomik açıdan batıya mahkûm olmalarından ve Ceausescu
diktatörlüğü döneminde Romanya‟dan kaçıp bu ülkelere sığınmalarından dolayı bu
çıkar politikalarını dile getirememişlerdir. Kısacası bir yandan Ceausescu, diğer
yandan batılı devletler tarafından baskı altına alınan bu bölgenin insanı, yazar
tarafından hayatı umursamaz ve yıkılmış bir biçimde betimlemektedir.
Müller‟in yapıtlarında öne çıkan arkadaş ve çevre ilişkileri, onun sosyal
yaşamda tanık olduğu ilişkiler ve bu ilişkiler hakkında düşündükleriyle birebir
örtüşmektedir. Baskı rejiminin neden olduğu arkadaşlıklar ya onsuz olunamayacak
173
Ali Osman Öztürk /Umut Balcı (2005): „Herta Müller‟de Biçem [Zum literarischen Stil von
HertaMüller]“. In: Cemal Yıldız/Latif Beyreli (Hrsg) (2006): „V. Internationales Symposium für
Sprache,
Literatur
und
Stilistik,
Marmara
Universitätk
Atatürk
Fakültät
für
Erziehungswissenschaften“, Band II, Ankara: Pegem/A Yayıncılık, S. 618-626
141
bir derecede yoğun ve samimi, ya da tam tersi, tamamen yapmacık ve şüpheli
ilişkilerdir.
Romanlarında ön plana çıkan bıkkınlık, korku ve umutsuzluk gibi olumsuz
özelliklerin bir nedeni de insanın gurbette yani yabancı bir ülkede kendi ülkesinde
bulamadığı huzuru ve güveni bulmasıdır. Bu ıstırabı Müller‟in eserlerinde ve
söyleşilerinde rahatlıkla görebilmekteyiz.
Herta Müller‟in benimsediği ilgi çekici anlatım tarzlarından biri de, eleştirel
tutumun ortaya çıkardığı doğrudan anlatımdır. O, eserlerine düşüncelerini
korkusuzca yansıtan, eleştiren, sorgulayan bir yazardır. İlk yapıtı olan Niederungen
adlı öykü kitabı, yoğun eleştirel ve iğrenç olarak kabul edilen tutumdan dolayı dört
sene basılmadan bekletilmiştir.
Sonraki yapıtlarında yani romanlarında doğrudan anlatım tutumunun daha yoğun
olarak işlenmesi buna bağlıdır. İnsani yıkıntı, korkusuzca gözler önüne serilmiş,
felaketler ve şaşırtıcı olay örgüleri, yapıtlarına konu edilmiştir. Tamamıyla kendine
özgü bir dil çıkarmıştır ortaya.
Sanat, insanın yaşadığı iyi kötü her türlü olayı konu edinebilir. Bu konular,
toplumun etik yargılarına ters düşse de, iğrendirse de, aslında insani olduğu için ele
alınmalıdır. Bu yaklaşımıyla Müller‟in anlatım şekli dışavurumcu özelliklerine
yaklaşmıştır.
“Bir filmin güzel olması, o filmde anlatılan olayların güzel olduğu anlamına
gelmez. Film güzeldir, çünkü bizi bazı konularda ikna ediyor, çünkü önümüze
142
bir Ģeyler koyuyor, çünkü kendimizi ona kaptırıyoruz ve kendimizi onunla
bütünleĢtiriyoruz”174 der Herta Müller.
Bundan dolayı, romanlarında özellikle yasak ilişkiler gibi etik kuralları çiğneyen
tabular da ön planda tutulmuştur. Onları defalarca okuyucunun karşısına koyar ve
insanlarda bu tür şeylere neden olan kişi ve yönetimlere karşı bir tepki veya soğukluk
uyandırmaya çalışır.
174
„Poesie ist ja nichts angenehmes“, Gespräch mit Herta Müller,
http://www2.dickinson.edu/glossen/heft1/hertainterview.html (03.01.2013)
143
8.1.
ÜSLUP ÖZELLĠKLERĠ
8.1.1. DĠL ÖZELLĠKLERĠ
Üslup, yazarı tüm hatlarıyla okuyucuya gösteren bir aynadır, çünkü yazar
kullandığı her sözcüğü ve her sanatsal ifadeyi, bilinçli bir şekilde kullanır. Müller
anlatım tarzının en belirgin şekilde kendini onun tümce yapısında gösterir. Dili sade,
tümceleri oldukça yalındır. Karmaşık bir anlatımı yoktur. Yan tümce kullanımı azdır.
Müller, dışavurumcu akımın temel özelliklerinden biri olan kısa tümceler
kullanmıştır:
„Gazete pürüzlüdür, ancak diktatörün kakülünün kağıtta sarı bir ıĢıltısı
vardır. Kakül yağlanmıĢtır ve parlamaktadır. O ezilmiĢ saçtandır. Kakül
kocamandır, daha küçük bukleler diktatörün baĢının arkasına sıkıĢmak
zorunda kalmıĢtır. Bunlar kağıt tarafından yutulmaktadır. Pürüzlü kağıtta
Ģöyle yazılıdır: Halkın en sevgili evladı. Parlayan Ģey görür. Kakül
parlamaktadır. O hergün ülkeye bakıyor…“175
175
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.27
“Die Zeitung ist rauh, doch die Stirnlocke des Dikatotors hat auf dem Papier einen hellen Schimmer.
Sie ist geölt und glänzt. Sie ist aus gequetschtem Haar. Die Stirnlocke ist gross, sie treibt kleinere
Locken auf den Hinterkopf des Diktators hinaus. Die werden geschluckt vom Papier. Auf dem
rauchen Papier steht: Der geliebteste Sohn des Volkes. Was glänzt, das sieht. Die Stirnlocke glänzt.
Sie sieht jeden Tag ins Land.”
144
Başka bir romanından kısa cümleler:
„BeĢ kız yurdun giriĢinde duruyordu. Camekânda Lola‟nın resmi asılıydı,
parti kimliğinde olanın aynısı. Resmin altında bir kağıt vardı. Birisi yüksek
sesle okudu: Bu öğrenci intihar etmiĢtir. Eylemini kınıyor ve onu
küçümsüyoruz. Bu, ülke icin utanç verici bir durumdur.“176
Müller‟in anlatım tarzını belirleyen önemli ölçüde belirleyen kısa cümleler, okuyucu
açısından duraksamalara neden olmaktadır. Bu duraksamalar yazarın anlatım tarzını
etkilemekte ve okuyucunun anlatılanlara yoğunlaşarak olayları daha iyi algılamasına
ve özümsemesine imkân sağlamaktadır.
Romanlarında kullandığı şimdiki zaman kipi rastlantısal değildir. Yaşamının
her anında ve her aşamasında, çocukluğunda yaşamış olduğu baskı, zulüm ve
iğrençliklerle dolu günleri tekrar tekrar yaşaması, bu olayları şimdiki zaman kipinde
aktarmasına neden olmuştur. Kısacası Müller, geçmişin acılarını her zaman yaşayan
ve bunları yazıya dökmeden bir türlü rahatlayamayan bir yazardır. Devamlı olarak
acılarla dolu yaşantıları ifade etmesinden kaynaklı olarak “Dil benim için tatsız
tuzsuz, hatta renksiz bir Ģeydir ”177 der.
176
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.30
“Fünf Mädchen standen neben dem Eingang des Studentenheims. Im Glaskasten hing Lolas Bild, das
gleiche, das im Parteibuch war. Unter dem Bild hing ein Blatt. Jemand las es laut vor: Diese
Studentin hat Selbstmord begangen. Wir verscheuen ihre Tat und verachten sie. Es ist eine Schande
für das ganze Volk.”
177
„Poesie ist ja nichts angenehmes“, Gespräch mit Herta Müller,
http://www2.dickinson.edu/glossen/heft1/hertainterview.html (03.01.2013)
145
Şimdiki zaman kipinin kullanılması, anlatımda ve tümcelerde bir tür şiirselliğin
ortaya çıkmasını da sağlamaktadır:
„Lieber soll die Grossmutter immer singen, die Mutter immer Teig über den
Tisch ziehen, der Grossmutter immer Schach spielen, der Vater immer
Milchdisteln abhacken, als sich auf einmal wer weiss wie zu ändern. Lieber
sollen diese hier so hässlich einfrieren, als andere Leuten werden, denkt sich
das Kind. Lieber zwischen Hässlichen im Zimmer und im Garten zu Hause
sein, als Fremden zu gehören.“178
(Birdenbire değiĢmektense, iyisi mi büyükanne hep Ģarkı söylesin, annem hep
masada hamur açsın, büyükbaba hep satranç oynasın, babam hep
devedikenlerini kökünden koparsın. BaĢka insanlar olmalarındansa, iyisi mi
bütün çirkinlikleriyle oldukları yerde donup kalsınlar, diye düĢünüyor çocuk.
Odada ve bahçede çirkinliklerin arasında evinde olmak, yabancılara ait
olmaktan iyidir.)
Örnekte tekrarlanan fiillerin Almanca‟da -en mastar eki alması ve bu eklerin her
tümcede tekrarlanması tümceler arasında bir ahengin ortaya çıkmasını sağlıyor. Yani,
birer virgülle birbirinden ayrılan kısa tümcelerde devamlı olarak fiilin mastar halinin
kullanımı ses uyumu yaratmaktadır.
178
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.212
146
Herta Müller‟in dili hakkında bütün romanları için geçerli bir yargıda
bulunmak oldukça güçtür fakat genelde yalın kısa cümleler daha çok ağırlıktadır.
Uzun ağdalı cümleler ve dolaylı ifadelerin hâkim olduğu tarz pek görülmemektedir.
Müller, konuşma dilini edebileştirmek eğilimindedir. Romanlarında homojen
bir dil yapısı dikkat çekmektedir. Müller, üslup konusunda olduğu gibi dil konusunda
da deneyler yapar, sözcüklerle oyun oynayan bir sanatçıdır. Romanlarını genellikle
günlük konuşma Almancasından alan, sade bir dille yazar. Zaman zaman BanatSuebya sözcüklere yerverdiği görülmektedir, bu durum ifadeye dinamizm
kazandırmaktadır:
“Seni Suebyalı göt oğlanı, seni Suebyalı gerzek, seni Suebyalı hayvanat. Bizi
ayıracak uzun sözcüklerin öfkesine ihtiyacımız vardı. Uyduruyorduk onları,
küfürler gibi uzaklık yaratsınlar diye. Gülmek çok sert idi, acıyı iyice
vurgulamak gerekiyordu.”179
Halk diliyle yazması eserlerine, beklentilerin aksine doğallık sağlar; bayağılık,
basitlik değil. Müller‟in cümle yapısı karışık değildir, kısa cümlelerden oluşan
ifadesinin en belirgin özelliği, açık ve anlaşılmasının kolay oluşudur. Noktalamada,
noktalı virgül, soru işareti veya ünlem işaretinin hiç kullanılmaması onun anlatım
tarzının başka bir özelliğini gösteriyor.
179
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, S. 83
„Du schwäbisch Arschkappelmuster, du schwäbisches mondskalb, du schwäbisches Kampelsackel.
Wir brauchten Wut aus langen Wörtern, die uns trennten. Wir erfanden sie wie Flüche als Abstand
gegeneinander. Das Lachen war hart, wir bohrten den Schmerz an.”
147
8.1.2. SEMBOLLER
Herta Müller‟in romanları semboller yönünden çok zengindir. Edebî metinler
insan gerçeğini günlük dilin sınırlarını aşan bir zenginlikle okuyucuya sunarlar. Herta
Müller bunu yaparken, dilin poetik işlevinden ve bilinç dışının sembol üretme
ayrıcalığından yararlanır. Edebî eserleri sıradanlıktan kurtaran en önemli güç de
ifadeye özgün ve etkili bir form kazandıran sembol dilinde gizlidir. Metinlerin,
semboller vasıtasıyla işaret ettikleri anlamlar, okuyucuya, kişi ya da kavramların
temsiliyle aktarılabileceği gibi, aynı zamanda birtakım görüntülerin arkasına
gizlenerek de sezdirilebilir. Bu sebeple sembol dilinin çözümlenmesinde metin
içinde geçen unsurlar kadar, metin dışı bilgilere ya da farklı bilimsel disiplinlere ait
yöntemlere müracaat edilmesi edebî eserin açımlanmasında bir zorunluluk haline
gelmiştir. Herta Müller‟in sembol dilinin, romanlarında hangi görüntülerle karşımıza
çıktığını örneklerle açıklamaya çalışacağız:
Ceviz, Müller tarafından kötülüğün sembolu olarak kullanılmaktadır. Herztier
romanında Tereza‟nın kolunun altında cevize benzeyen bir kütle vardır. Ceviz sürekli
büyür ve sonunda Tereza‟yı öldürür. Burada ceviz hastalığın ve ölümün sembolüdür.
“Ceviz bize inat büyüyordu. Tüm sevgiye inat. Ġhanete hazırdı, suça karĢı
duygusuz. Tereza onun yüzünden ölmeden önce, arkadaĢımızı kemirip
tüketti.”180
Der Fuchs war damals schon der Jäger adlı romanda ceviz, devlet tarafından
uygulanan tehdit ve şiddet sembolu olarak karşımıza çıkmaktadır. Adina,
öğrencilerin ve reşit olmayan çocukların devlet tarafından tarlalarda çalıştırılmasını
180
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.156
“Die Nuss wuchs gegen uns. Gegen alle Liebe. Sie war bereit zum Verrat, gefühllos für die Schuld.
Sie frass unsere Freundschaft, bevor Tereza an ihr starb.”
148
eleştirince gizli polis tarafından takibe alınmaktadır. Adına‟nın gizli polis elemanları
ile ilk kez karşılaşması da çok ilginçtir.
“Adina çantasını açıyor, çevizler içine yuvarlanıyor. Ġki çeviz yere düĢüyor.
Adina eğiliyor. Kırmızı mavi benekli kravatlı omzuna çarpıyor, adam düĢen
cevizleri elinde tutuyor… Adam iki cevizi de onun çantasına atıyor, bunlar
sana gelmek istemiyor, diyor, boĢ yere APTAL CEVĠZ dememiĢler, BĠR TANE
YĠYEBĠLĠRMĠYĠM. Adina baĢını sallıyor, adam çantadan iki çeviz alıyor.
Avucunu kapatıyor, yürürken bir çevizi ötekine bastırıyor. Kabuk çatırdıyor
ve o elini açıyor. Bir çeviz bütündür, öteki kırılmıĢtır. Adina beyaz beyni
elinde görüyor.”181
Cevizlerin şiddet uygulanarak kırılması ve içinin görünmesi sanki insanların özel ve
mahremiyet hayatlarının olmadığını gösterir. Çekirdek, özel olandır fakat Ceausescu
rejiminde
gizli
polis
şiddet
kullanarak
istediği
zaman
ve
istediği
yeri
izleyebilmektedir.
“Kafaca evden uzaklaĢtık, ama ayaklarımızla baĢka bir köydeyiz.
Diktatörlüklerde kent yoktur, çünkü gözaltında olan her Ģey küçüktür.”182
181
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.109
“Adina öffnet ihre Tasche, die Nüsse rollen hinein. Zwei fallen auf den Boden. Adina bückt sich. Ein
Mann mit einer rotblau getupften Krawatte hat sich schon vor ihr gebückt. Adina stösst an seine
Schulter, er hält die weggelaufenen Nüsse in der Hand……Er wirft beide Nüsse in ihre Tasche, die
wollen nicht zu dir, sagt er, man sagt nicht umsonst DUMME NUSS, KANN ĠCH EĠNE ESSEN. Sie
nickte, er nimmt zwei aus der Tasche. Er schliesst die Hand, drückt im Gehen eine Nuss an die
andere. Die Schale kracht, und er öffnet die Hand. Da eine Nuss ist ganz, die andere aufgebrochen.
Adina sieht das weisse Gehirn in der Hand.”
182
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.52
“Wir sind mit dem Kopf von zu Hause weggegangen, aber mit den Füssen stehen wir in einem
anderen Dorf. In einer Diktatur kann es keine Stadt geben, weil alles klein ist, wenn es bewacht
wird.”
149
Hayattaki bu kesişmeler nesillere küçükken aşılanmaktadır. Ben anlatıcı çocukluk
anılarında babasının elinde kırdığı cevizlerin kimin kafası olabileceğini hayal
etmektedir.
“Çocuk babanın sağ ve sol avcuna birer ceviz koyuyor. Cevizleri iki kafa
olarak düĢünüyor: anne ve babanın kafası, büyükbabanın ve berberin kafası,
lanetli çocuğun ve kendisinin kafası.”183
Herztier, Der Fuchs war damals der Jäger ve Heute wäre ich mir lieber nicht
begegnet romanlarında kemer, pencere, ip ölümü ve intiharı temsil etmektedir.
İnsanlar gizli polis elemanları tarafından öldürülerek intihar süsü verilmektedir.
“Sadece
diktatör
ve
muhafızları
kaçmak
istemiyordu.
Gözlerinden,
ellerinden, dudaklarından anlaĢılıyordu. Bugün de, yarın da köpekleri ve
kurĢunlarıyla mezarlar açaçaklar. Bir de kemer, ceviz, pencere ve iple.
Diktatör ve muhafızların tüm kaçıĢ planlarının gizliliğinin üstünde durdukları
hissediliyordu, kulak kabarttıkları ve korku saldıkları hissediliyordu.”184
Müller eserlerinde sık sık kırmızı ve bu renk ile örtüşen çiçekleri ve meyveleri
kullanmaktadır. Kırmızı, kanın ve ölümün senbolüdür. Lilli Romanya sınırından
kaçmaya çalışırken vurulur ve o akan kan da gelincik çiçeğine benzetilir.
183
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007,s.205
“Das Kind legt dem Vater eine Nuss in die linke und eine in die rechte Hand. Es stellt sich in den
Nüssen zwei Köpfe vor: den Kopf der Mutter, und des Vaters, den Kopf des Grossvaters und des
Frisörs, den kopf des Teufelsjungen und seinen eigenen.”
184
Age.,s.52
“Nur der Diktator und seine Wächter wollten nicht fliehen. Man sah es ihren Augen, Händen, Lippen
an: Sie werden heute noch und morgen wieder Friedhöfe machen mit Hunden und Kugeln. Aber auch
mit dem Gürtel, mit der Nuss, mit dem Fenster und mit dem Strick. Man spürte den Diktator und seine
Wächter über allen Geheimnissen der Fluchtpläne stehen, man spürte sie lauern und der Angst
austeilen.”
150
“Köpekler Lilli‟nin organlarını boĢatıyorlardı. Köpeklerin ağızların altında
Lilli bir gelincik bahçesi gibi yatıyordu.”185
Mendil, Müller‟in tüm romanlarında geçmektedir.
“Ġlk yardım kutusunda sadece eski bir gözlük, sigaralar, kibrit ve bir kravat
vardı. Ceketiminde bir mendil buldum, baĢparmağı sardım ve kravat ile sıkı
bağladım.”186
“Domuz pastırmasını ve ekmeği kusar. Elleri soğuktur, ağzını mendil ile siler,
Eva ve Mars‟ın kafalarını bulanık bir Ģekilde çatı penceresinden görür,
yüzlerini görmez.”187
“Bak orada senden daha küçük olan bir çocuk var. Çocuk mendilini yere
düĢürür ve anne, der”188
Mendil bir tesellinin, ümidin, yalnızlığın, korkunun ve haysiyetin semboludür Müller
için. Müller okula giderken annesi ona her sabah ütülenmiş ve katlanmış mendil verir
ve bu mendil ona kelimelerle ifade edilemeyecek kadar güven verir. Ceausescu
185
Herta Müller: Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Rowohl Verlag, Hamburg 1997, s.70
“Die Hunde räumten Lillis Körper aus. Unter ihren Schnauzen lag Lilli so rot wie ein ganzes Beet
Klatschmohn.”
186
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.134
“Im Kästchen für die erste Hilfe lagen nur eine alte Brille, Zigaretten, Streichhölzer und eine
Kravatte. Ich fand ein Taschentuch in meiner Jacke, wickelte es um den Daumen und schnürte es mit
der Krawatte fest zusammen.”
187
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.163
“Sie erbricht Speck und Brot. Ihre Hände sind kalt, sie wischt sich mit dem Taschentuch den Mund
ab, sieht Evas und Maras Köpfe verschwommen im Dachkammerfenster stehen, ihre Gesichter sieht
sie nicht.”
188
Herta Müller: Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Rowohl Verlag, Hamburg 1997, s.41
“Schau mal, dort ist ein Baby drin, das ist noch kleiner als du. Das Kind lässt sein Taschentuchfallen
und sagt: Mami.”
151
rejiminde muhbir olarak görev yapmayı reddettiğinde fabrikadaki çalışma masası
ondan alınır ve o da merdivenlerin üzerine açtığı beyaz bir mendilin üzerine oturur.
Burada mendil ona haysiyetini geri verirmiştir. Müller‟in arkadaşı Oskar Pastior
Sibirya‟daki çalışma kampında bulunduğu süre içersinde açlık çekerken bir Rus
kadın ona çorba verir, onun da burnu akarken, burnunu silmesi için bir mendil verir.
Bu mendili Oskar hayatı boyunca ümidin ve korkunun bir sembolü olarak saklar.189
Mendil, Herta Müller için çok önemli bir nesnedir.
Der Fuchs war damals schon der Jäger romanında tilki önemli bir
semboldür. Adina öğretmenin evinde bir tilki postu bulunmaktadır. Gizli polis
elemanları Adina‟nın evde olmadığı zamanlarda eve girerek tilki postundan her
seferinde bir parça kesmektedirler.
“Adina gri eteğin içine giriyor. Ayağı tilki derisinin üzerinde kayıyor. Tilkinin
kuyruğu kürkten ayrılıyor, sırtta kürk çizgisinin açık renk olduğu ve daraldığı
yerden ayağının altında yırtılmıĢ. Tilkiyi, kürkü alta gelecek biçimde
çeviriyor, arkasına bakıyor, bayat hamur gibi beyaz ve buruĢuk. Üstteki kürk
ve alttaki deri, zeminden daha sıcak, ellerinden de daha sıcak.”190
189
Bkz., Felicitas von Lovenberg, „Das Taschentuch der Herta Müller“, Frankfurter Allgeimene
Feuilleton, 08.12.2009
190
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.141
“Adina schlüpft in den grauen Rock. Ihr Fuss rutscht auf dem Fuchsfell aus. Der Fuchsschwanz
schiebt sich vom Fell weg. Ist da, wo am Rücken der Pelzstreifen hell und schmal wird, abgerissen
unter ihrem Fuss. Sie legt den Fuchs mit dem Fell nach unten, sieht die Rückseite an, eine Haut so
weiss und runzelig wie alter Teig. Das Fell oben und die Haut unten sind wärmer als der Fussboden,
und wärmer als ihre Hände.”
152
Adina‟nın evinde bulunan tilki postu tehdidin ve tehlikenin bir sembolüdür. Adina
odasındaki tilkiyi gördükçe korkmaya başlar. Tilki nasıl zarar görüyorsa kendisi de
bir gün şiddet görecektir, diye düşünür.
“Sen benden daha fazla korkuyorsun, der Adina. Oraya bakma, daha tilkiye
bakma.”191
Herta Müller‟in sembol dilini yoğun olarak kullanması sayesinde, gündelik
dilin sınırlarını genişleterek yeni ve özgün ifade imkânları ortaya koyar, yapıtlarını
tek boyutlu olmaktan kurtararak, farklı yorumlara müsait anlam ve çağrışımlarıyla
okuyucuya zengin bir dünya sunar. Metin karşısında hazırlıklı ve donanımlı bir
okuyucu isteyen sembol dili, edebî eseri her okunuşta yeniden üretilen dinamik ve
canlı bir kaynağa dönüştürür.
191
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009.,s.168
“Du hast mehr Angst als ich, sagt Adina. Schau nicht hin, schau nicht mehr auf den Fuchs.”
153
8.1.3. SÖZCÜK SEÇĠMĠ
Anlatım tarzını belirleyen temel etmenlerden biri de sözcük seçimidir. Ayrıca
kimi yazarlar yapıtlarını fiillerin ahengi ve bütünlüğü üzerine inşa ederken, kimileri
de sıfatları yapıtın merkezine oturtur. Sıfatların etkileyici bir biçimde ortaya çıkışı,
onların belli bir ölçüye göre kullanılması ve dozunun iyi ayarlanmasıyla mümkündür.
Müller de anlatımın akıcılığını ve ahengini sağlayan faktör sıfatlardan çok, fiillerdir.
Fiiller edim bildirdiği için öykülerin iskeletini oluşturur. Birçok yazarın biçemi de o
yazarın kullandığı fiillere göre belirlenir. Müller ayrıca, özgün anlatımı için
genellikle soyut sözcükleri tercih etmiştir. Bunlar korku, acı, keder, umutsuzluk,
eziyet gibi sözcüklerdir. Somut ifadelerin karşımıza nadiren çıkmasının yanı sıra,
çıktığında da soyut ifadelerin somutlaştırılması olarak görülür. Yani soyuttan somuta
geçişler yapılmıştır.
“Gökyüzü koĢuyordu, yastıkları tam doldurulmuĢ bulutlarla birlikte. Sonra
erken gelen ay annemin yüzü ile bakıyordu. Bulutlar onun çenesinin altına bir
yastık ve sağ yanağın altına bir yastık itiyorlardı. Ve sol yanağının içinden
yastıklar tekrar çıkıyordu. Ve ben aya soruyordum.“192
Tümcelerin fiiller tarafından şekillendiği ve yönlendirildiği görülmektedir. Sıfat
kullanımının azlığı fark edilmektedir. Görmek veya bakmak gibi soyut bir kavramın
annesinin yüzüne benzeterek somutlaşması söz konusudur.
192
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Framkfurt 2011, s.79
„Der Himmel lief, Wolken mit ihren vollgestopften Kissen. Dann schaute der frühe Mond mit dem
Gesicht meiner Mutter. Die Wolken schoben ihr ein Kissen unters Kinn und ein Kissen hinter die
rechte Wange. Und durch die linke Wanke zog das Kissen wieder hinaus. Und ich fragte den Mond.”
154
Müller bazı kelimeleri büyük harflerle yazmaktadır. Okur romana
yoğunlaşmış bir şekilde okurken aniden dikkati dağılmakta ve düşünmeye
başlamaktadır:
“Sıradan erkek ve kadınlar kentin sokaklarında karĢılaĢırlar ve NASILSIN
yerine YAġAMLA ARAN NASIL, diye sordukları için, bir ölünün oğlunu
korkutmaları bir çeliĢkidir.”193
Müller ünlem ve soru işareti kullanmaması nedeniyle bu etkiyi verebilmek için,
büyük harfleri kullanır. Atemschaukel romanında Irma Pfeifer adında bir figürün
çalışma kampında bir harç çukuruna düşer ve çukurda boğularak ölür. Onun
söylediği veya söyleyebileceği kelimeleri Müller büyük harflerle yazar:
“Fakat tam bu sessiz günün içersinde Irma Pfeifer bağırdı. Tam olarak
duyulamadı, belkide ĠMDATĠMDAT veya DAHA ĠSTEMĠYORUM, dedi.”194
Müller, büyük yazarak istediği kelimeleri vurgulamak ve dikkat çekmek ister.
Bu onun tipik üslup özelliklerinden birisidir.
193
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.148
“Und ein Wiederspruch ist es, dass gewöhnliche Männer und Frauen sich in den Strassen der Stadt
begegnen und den Sohn eines Toten erschrecken, weil sie statt WIE GEHT ES fragen, WIE STEHST
DU MIT DEM LEBEN.”
194
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Framkfurt 2011, s.68
“Doch mitten in diesen stillen Tag hat Irma Pfeifer geschrien. Vielleicht HĠLFEHĠLFE oder ICH
WĠLL NĠCHT MEHR, man hat es nicht deutlich hören können.”
155
8.1.4. LEĠTMOTĠF TARZI TEKRARLAR
Müller‟in tüm romanlarında (Taschentuch) mendil kelimesinin sık sık ve
metinin dokusu içinde özel anlamlar kazanmasına dikkat edilerek tekrarı, onun
romanlarında birer üslup karakteristiği şekline dönüşmüştür. Mendil, ağladığında
seni teselli eden ve hep senin yakınlarında olan bir yoldaştır. Gözlerindeki yaşı
silerken içindeki kederi hüznü de siler:
“Mendilsiz de ağlayabiliyor insan, dün akĢam denedim. O yüzüme kaydı ve
gözyaĢları silindi, parmağımı dahi oynatmam gerekmedi. Parmağımı
kapüĢonun ucuna soktum ve neden ağladın, diye sordum.”195
Ama burada mendil, anlatıcının yanında değildir ve mendilsiz bu işin ne kadar zor
olduğu anlatılmaktadır. Aynı romanda polisler tarafından kahvede yapılan rutin bir
kimlik taramasında, akıl hastası bir kişi mendilini göstererek profesör olduğunu
söyler. Müller, burada deli olan bir vatandaş ile Ceausescu rejimi ve sistemi ile alay
etmektedir.
“Beyaz sakallı deli, polislerden birini kolundan çekip, katlanmıĢ mendilini
açtı ve felsefe profesörüyüm, dedi. Garson deliyi kapının önüne doğru
sürükledi. Genç adam sizi Ģikâyet edeceğim, diye bağırdı deli, sizi ve bu
polisi, fakat koyunlar sizi yastıktan ot gibi yiyecekler.”196
195
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007,s.200
“Man kann weinen ohne Taschentuch, gestern Abend habe ich geübt. Sie ist mir ins Gesicht gerutscht,
und die Tränen waren abgewischt, ich musste gar nichts tun. Ich steckte den Finger in die
Kapuuzenspitze und fragte: Warum hast du geweint.”
196
Age, s.209
156
Küçük, kare biçiminde dokuma parçası olan, mendili burun, ağız ve ter silmek, kimi
vakit de el yüz kurulamak için kullanır, Müller:
“Müdür ağzını köĢeli ütülenmiĢ bir mendille siliyor, son dersten sonra bana
gelin, diyor. Adina‟nın omzundan bir saç alıyor, olur yoldaĢ müdür, diyor
Adina.”197
Atemschaukel romanında mendil diye bir bölüm bile bulunmaktadır. Bu
bölümde Rusların burun temizliği için mendil kullanmadıkları ve basit bir mendilin
ne kadar kıymetli olabileceği anlatılmaktadır.
“Kampdaki Rusların mendile ihtiyaçları yoktu. ĠĢaret parmakları ile bir
burun deliğini kapatarak diğerinden sümüklerini bir hamur gibi yere
atarlardı. Sonra temiz olan burun deliğini kapatarak, diğer burun deliğinden
sümük fıĢkırırdı. Denedim, bende sümük fırlamadı. Kampta hiç kimse mendil
kullanmazdı. Olanlar da onu Ģeker ve tuz torbası olarak kullanırdı. ġayet
paramparça olmuĢsa, tuvalet kâğıdı olurdu.”198
“Der Irre mit dem weissen Bart zog einen Polizisten am Aermel, öffnete sein handgross gefaltetes
Taschentuch und sagte: Professor für Philosophie. Der Irre wurde vom Kellner vor die Tür gezerrt.
Ich werde sie verklagen, junger Mann, schrie er, Sie und den Polizisten, aber die Schafe fressen euch
aus den Kissen wie Gras.
197
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.82
“Er wischt sich den Mund mit einem eckig gebügelten Taschentuch, kommen Sie nach der letzten
Stunde zu mir, sagt er und nimmt ein Haar von Adinas Schulter, ja, Genosse Direktor, sagt sie.”
198
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Framkfurt 2011, s.76
“Die Russen im Lager brauchten kein Taschentuch. Sie pressten das eine Nasenloch mit dem
Zeigefinger zu und bliesen den Rotz durchs andere wie Teig auf den Boden. Dann pressten sie das
saubere Nasenloch zu, und der Rotz spritzte durchs andere. Ich habe geübt, bei mir flog der Rotz nicht
157
Müller, hayatımızda fazla bir değeri olmayan bir mendilin, basit bir kumaş parçası
olmadığını, bir çalışma kampında ne kadar çok fonksiyonlu olduğunu okurlarına
göstermektedir.
Atemschaukel‟de zaman zaman tekrarlanan ve leitmotifi hatırlatan tarzda
karakterize edici, özetleyici ve kısmen sembolik anlamı olan kalıplar, sıradan
okuyucunun bile dikkatini çekecek kadar göze çarpar. Büyükannenin Leopold‟un
kafasına yerleştirmek, onda sevgi duygularını oluşturmak amacıyla tekrarladığı Geri
geleceğini biliyorum
199
dikkati çekecek kadar sık sık geçmektedir. Bu kalıplar
leitmotif tarzı diyebileceğimiz bir özellik taşımakta, romanın olay dokusunda odak
noktalarına yerleştirmekle özel bir ifade keskinliği sağlamaktadır.
Leopold bu
cümleyi Sibirya‟daki çalışma kampına götürür ve o cümle ona kamp içersinde sürekli
eşlik eder ve onu hayata bağlar. Sibirya‟ya sürgün yolculuğu olsun veya çalışma
kampındaki hayat koşulları olsun anlatılırken kahraman roman boyunca sürekli bu
cümle sayesinde memlekete dönme ümidi taşımaktadır.
weg. Niemand im Lager nahm zum Nasenputzen ein Taschentuch. Wer eins hatte, brauchte es als
Beutel für Zucker und Salz. Wenn es ganz zerrissen war, als Klopapier.”
199
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Framkfurt 2011, s.14
“ICH WEĠSS DU KOMMST WĠEDER”
158
8.1.5. NEOLOGĠSM
Herta Müller, yeni kelime üretmede oldukca başarılıdır. Tüm romanlarında
zaman zaman yeni kelimeler kullanır. Almanlar ona (Wortschöpferin) kelime
üreticisi ünvanını vermiştir.
200
Dünyanın bütün dillerinde büyük yazarların,
eserlerinde yeni kelimeler kullandıkları görülür. Buna neologism denir. Yeni
kelimeler kullanılır veya eski kelimelere yeni anlamlar verilirken başlıca iki noktaya
dikkat edilir. İlki bunların çok fazla sayıda olmamaları, ikincisi dilin bünyesine ve
kurallarına aykırı bulunmamaları gerekir. En fazla yeni kelimeler Müller‟in
Atemschaukel romanında vardır.
Mesela romanın adı (Atemschaukel)
nefes sallancağı veya bölüm adları:
(Meldekraut) rapor otu, (Die Kalkfrauen) kireç kadınları, (Eintropfenzuvielglück) bir
damla fazla şanş, (Herzschaufel) kalp küreği, (Steinkohleschnaps) taş kömür içkisi,
(Monsichelmadonna) hilal meryem, (Hungerengel) açlık meleği, (Kartoffelmensch)
patates insan, (Ersatzbruder)
(Lagerglück)
yedek kardeş, (Blechkuss)
teneke öpücüğü,
kamp şansı, (Nichtrührer) karıştırmama makinası ve (Gehstock)
yürümü değneği olarak okurun dikkatini çekmektedir. Bilhassa bu romanda açlık ile
ilgili çok yeni kelime üretilmiştir. Açlığı, bu yeni kelimeler ile çok farklı bir şekilde
tanımlamaktadır:
200
Bkz. http://www.fr-online.de/kultur/herta-mueller-an-ihren-lippen-haengtman,1472786,2821914.html (06.11.2012) Herta Müller: An ihren Lippen hängt man, Frankfurter
Rundschau, Kultur 07.12.2009
159
“DiĢ fırcasını ağzıma sokmadan iki kez yiyordum. Sarı ateĢi göz açlığı ile ve
dumanı damak açlığı ile yiyordum.”201
Müller yaşadığı çevreyi terk etmek ister çünkü Ceausescu rejiminin
yaptıklarına hiç kimse tepki göstermemektedir. O da böyle bir toplumda yaşamak
istememektedir ve bunu yeni kelimeler uydurarak söylemektedir:
„Herkesin
taĢ
gözlü
olduğu
küçük
Ģehrin
yüksükotundan
gitmek
istiyordum.“202
Müller bir cümle içerisinde bazen birden fazla yeni ve anlaşılması zor kelime
bile bulundurabiliyor.
„BILIYORUM TEKRAR GERI GELECEKSIN kalpküreğinin suç ortağı ve
açlık meleğinin rakibi oluyordu.“203
Bunları kendisi meydana getiriyor, daha doğrusu uyduruyor. Müller mevcut
kelimelerle kendini ifade edemediği için yeni kelimler kullanmaktadır, fakat bu onun
eserlerinin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Almanlardan bile Herta Müller‟i hiç
201
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Framkfurt 2011, s.31
„Doch bevor ich die Zahnbürste in den Mund steckte, ass ich zweimal. Mit dem Augenhunger ass ich
das gelbe Feuer und mit dem Gaumenhunger den Rauch.“
202
Age, s.7
“Ich wollte weg aus dem Fingerhut der kleinen Stadt, wo alle Steine Augen hatten.”
203
Age.,s.14
„ICH WEĠSS DU KOMMST WĠEDER wurde zum Komplizen der Herzschaufel und zum Kontrahenten
des Hungerengels.“
160
anlayamıyorum diyenler az değildir. Müller yeni kelimeleri kullanarak okura her şeyi
tabakta sunmuyor, onu düşünmeye ve araştırmaya teşvik ediyor.
161
8.1.6. YABANCI DĠL ÖGELERĠ
Herta Müller‟in romanlarında sık sık Romence, Macarca ve Ruşça dil öğeleri
görülmektedir. Herztier adlı romanın sonunda bir sözlük bile bulunmaktadır.
“Bayan Margit‟in surat etmesi bittikten sonra söylediği ilk tümce hep
aynıydı: Evde (kurva) oruspu istemiyorum. Bayan Margit, YüzbaĢı Pjele gibi
konuĢuyordu: bir kadınla erkeğin birbirlerine verecek bir Ģeyler olduğunda
yatağa girerler. Sen bu Kurt ile yatağa girmiyorsan o zaman bu yalnızca bir
(ide oda) git gel. Birbirinizi görmeseniz de olur, alıp verecek bir Ģeyimiz yok
birbirimizle. BaĢka birini bul, diyordu Bayan Margit, kızıl saçlılar
(gazember) iĢe yaramaz olur. Bu Kurt Ģaklabana benziyor, ondan kavalye
olmaz.“
(Der erste Satz, den Frau Margit nach dem Trutzen sagte, war jedesmal: Ich
möchte keine kurva im Haus. Frau Margit sagte das gleiche wie der
Hauptmann Pjele: Wenn eine Frau und ein Mann sich was zu geben haben,
steigen sie ins Bett. Wenn du mit diesem Kurt nicht ins Bett steigst, dann ist
das nur ein ide-oda. Ihr habt euch nichts zu geben und braucht euch nichts zu
nehmen, wenn ihr euch nicht mehr seht. Suche dir einen anderen, sagte Frau
Margit, nur gazember haben rote Haare. Dierser Kurt sieht nach Halodri
aus, er ist kein Kavalier.) 204
Bayan Margit Macar olduğu ve olaylar genellikle Macarların çok yaşadığı Timeşvar
bölgesinde geçtiği için Müller Macarcayı tercih etmiştir. Ruşça kelimeleri ise Müller
204
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.133
162
bu bölgede Rus askerlerinin 2.Dünya Savaşı‟nda neler yaptığını daha etkili olabilmek
için kullanmıştır.
„Bayan Margit, kendisinin ve kız kardeĢinin neden bu kente geldiklerini hiç
anlatmadı. Sadece (mujiklerin) kızıl ordu askerleri, Rus askerlerinin bu kente nasıl
geldiklerini, nasıl ev ev dolaĢıp her gittikleri yerden kol saati topladıklarını anlattı.
(Mujikler) kızıl ordu askerleri kollarını kulaklarına götürüp dikkat kesiliyor ve
gülüyorlarmıĢ. Saatin kaç olduğunu söyleyemiyor ve durmuĢ saatlerin kurulması
gerektiğini bilmiyorlarmıĢ. Saatler durduğunda Ruslar (Gospodin) bay diyerek
onları fırlatıp atıyorlarmıĢ. (Mujikler) kızıl ordu askerleri saatlerle bir sürü muziplik
yapıyorlardı, kollarına kadar on tane saati yanyana takıyorlardı, demiĢti Bayan
Margit.“
(Frau Margit erzählte nie, warum sie und ihre Schwester in diese Stadt gekommen
waren. Nur wie die Mojics, die russischen Soldaten, in diese Stadt gekommen waren,
wie sie von Haus zu Haus gingen und überall die Armbanduhren mitnahmen,
erzählte sie. Die Mojics hoben die Arme ans Ohr, horchten an den Uhren und
Lachten. Sie konnten keine Uhrzeit lesen. Sie wussten nicht, dass man Uhren, wenn
sie nicht mehr ticken, aufzieht. Wenn die Uhren stehenblieben, sagten die Russen
Gospodin und warfen sie weg. Die Mojics waren spitz auf Uhren, sie trugen zehn an
jedem Arm übereinander, sagte Frau Margit.) 205
Atemschaukel romanında çalışma kampının Sibirya‟da olması ve güvenliği
Rus askerlerin sağlaması nedeniyle birçok Ruşça kelime geçmektedir. Bu Ruşça
kelimeler büyük harflerle yazılmıştır. Müller Ruşça kelimelerini kullanarak okura
205
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.129
163
olayların hangi coğrafya bölgesinde geçtiğini sürekli hatırlatmaktadır. Okur üzerinde
Ruşça sözcükler birer uyarı levhası gibi etki yapmaktadır.
„Rus askerleri UBORJANA diye bağırıyorlardı….Anlamadan, uborjana
toplu tuvalet ihtiyacı giderme olduğunu kavramıĢtık.”
(Die russischen Wachsoldaten schrien UBORJANA… Wir begriffen, ohne zu
verstehen, uborjana heisst gemeinschaftlicher Klogang.)206
“Mart ayında köydeki kadınlar diĢli yapraklaı olan yabanı otun adının
LOBODA
olduğunu bulmuĢlardı.”
(Schon im März hatten die Frauen im Dorf herausgefunden, dass das
Unkraut mit den gezackten Blättern LOBODA heisst.)207
“Ne zamn eve gidebiliriz, kısa cevap verirlerdi: SKORO DOMOJ. Bu
yakında gideceksiniz demekti.”
(Wann wir nach Hause dürfen, sagten sie kurz: SKORO DOMOJ. Das hiess:
Bald fahrt ihr.)208
206
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Framkfurt 2011, s.20
207
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Framkfurt 2011,s.23
208
Age, s.28
164
8.1.7. BETĠMLEMELER
Herta Müller‟in yapıtlarında ortaya çıkan en ilginç ve gözle görülür anlatım
tarzı, olaylar ve nesneler arasındaki aşırı karşıtlık ve zıt kutupluluktur. Daha önce
Müller‟in yapıtlarında genellikle kısa tümcelerden oluştuğunu söylemiştik. Müller,
bu tür kısa tümcelerle okuyucu üzerinde derin bir iz bırakabilmektedir. Az sözcükle
sarsılmaz bir tasvir yeteneği sergilemektedir. Çevre ve insan betimlemeleri her
yönüyle çarpıcıdır. Hemen bütün romanlarında bu tür betimlemeler en ön sırada yer
alır.
„ Karınca ölü bir sineği taĢıyor. Karınca yolu görmüyor, sineği çeviriyor ve
geri geri sürüklüyor. Sinek karıncanın üç kat büyüklüktedir. Adina dirseğini
çekiyor, sineğin yolunu kesmek istemiyor. Adina‟nın dizinin yanında bir
katran topağı parlıyor, güneĢte kızıyor.“209
Bu tümce kısa olmasına ve az sözcük kullanılmasına rağmen okunduğu anda
okuyucunun imgeleminde hemen bir resmin belirmesini sağlamaktadır.
209
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.7
„Die Ameise trägt eine tote Fliege. Die Ameise sieht den Weg nicht, sie dreht die Fliege um und
kriecht zurück. Die Fliege ist dreimal grösser als die Ameise. Adina zieht den Ellbogen ein, sie will
der Fliege den Weg nicht versperren. Neben Adinas Knie glänzt ein Teerklumpen, er kocht in der
Sonne.“
165
“Her seferinde bir sayı söylediğinde ğöğsü bir horozunki gibi titriyordu.
Onun hala çocuk elleri vardı. Kampta ellerim büyümüĢtü, dörtgen, sert ve
yassı iki tahta gibi“210
Görüldüğü gibi, Müller‟in betimlerini güçlü kılan şey, onların benzetmelerle
desteklenmesidir. Titremenin bir horoza ve ellerin tahtaya benzetilmesi, okuyucunun
anlatılan durumu gözünün önünde hemen belirginleştirmesini sağlamaktadır. Coşkun
bir anlatıma sahip değildir onun tutumu. Doğal, yavaş ve düşündürücü bir anlatım
benimsemiştir. Olaylar derin ayrıntılarla değil, az sözcükle ama yoğun bir şekilde
ifade edilmiştir. İlk bakışta basit bir anlatıma sahip olduğu görülür, ama bu sadelik
derin bir anlamla yoğrulmuş ve okuyucuya sunulmuştur. Yani anlatıcı, sağlam ve
şaşırtıcı bir sadelikle çıkıyor karşımıza.
„Ekip baĢı bağırır: çimentoya dikkat etmek lazım.
Usta baĢı bağırır: çimento tasarruflu kullanılmalı.
Ve Ģayet rüzgar estiğinde: çimento uçmamalı.
Ve Ģayet yağmur veya kar yağdığında: çimento ıslanmamalı.“211
Bu tümceler ilk bakışta okuyucu üzerinde basitmiş gibi bir izlenim bırakabilir
bağırmak ve çimento gibi ifadelerin tekrarı anlatımı zenginleştirmektedir. Birçok
210
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Framkfurt 2011, s.28
“Jedesmal, wenn er eine Nummer rief, wackelte seine Brust wie einem Hahn. Er hatte immer noch
Kinderhände. Meine Hände waren im Lager gewachsen, viereckig, hart und flach wie zwei Bretter.”
211
Age, s.36
“Der Brigadier schrie: Auf Zement muss man aufpassen.
Der Vorarbeiter schrie: Zement muss man sparen.
Und wenn der Wind ging: Zement darf nicht wegfliegen.
Und wenn es regnete und schneite: Zement darf nicht nass werden.”
166
yapıtlarında olduğu gibi, ele aldığım dört romanında de gerçek üstü bir anlatım
sezinlenir. Bu tür bir anlatım öykülere fantastik bir olumsuzluk vermemektedir.
Çünkü bu gerçek üstü anlatım tarzı, gerçekliğin farklı bir biçimde dışa vurumudur.
Yazar, üzerinde büyük bir etki bırakan yaşantılarını kendi kafasında farklı şekillerde
ve defalarca kurgular ve bu belli bir noktadan sonra yazarın bunları çarpıcı bir
biçimde sunmasına neden olur. İşte gerçekten az yaşanır türden olayların bu tür
sunumu, onlara sanki gerçek üstü bir anlatımmış havası vermektedir.
167
8.1.8. KĠġĠLEġTĠRME
Anlatım biçeminin ortaya çıkmasının başka bir sebebi de kişileştirme
sanatının sürekli kullanılıp öykülerin bazı yerlerinde tekrarlanmasıdır. İnsan olmayan
varlıkları insan gibi algılayarak insana özgü nitelikleri o varlıklara benzeterek söz
söyleme sanatını Müller‟in tüm romanlarında tercih ettiğini görüyoruz:
„Rüzgâr önden geliyordu, tüm bozkır içime koĢuyordu ve benim yere
yığılmamı istiyordu çünkü ben çok zayıftim ve o da doyumsuzdu.“212
Bozkır burada kişileştirilmiştir, bir insan gibi koşmaktadır. Ayrıca bu örnekte
kişileştirmeler anlatıma özel bir derinlik çeşnisi katmaktadır.
“Kadın ve ben kahve içiyorduk, dolabın üzerindeki porselen geyik bizi
izliyordu.”213
Burada Porselende göz varmış gibi kişileri izlemektedir. Ceausescu rejiminin her
yerde kulağı ve gözü vardı. Insanlar sürekli bir korku içersinde yaşamaktadırlar.
“Kahve mürekkep gibi kalındı, fincanı kaldırdığımda cümle ağzıma koĢtu.
Kuçağımda iki kahve lekesi vardı. Kahve kavga tadındaydı.”214
212
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Framkfurt 2011, s.194
“Der Wind kam von vorn, die ganze Steppe lief in mich hinein und wollte, dass ich zusammenbreche,
weil ich mager war und sie gierig.”
213
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.192
„Die Frau und ich tranken Kaffee, das Porzellanreh auf dem Schrank sah zu.“
214
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.193
“Der Kaffee war dick wie Tinte, der Satz lief mir in den Mund, wenn ich die Tasse hob. Auf meinem
Schoss waren zwei Kaffeeflecken. Der Kaffee schmeckte nach Streit.”
168
Kavga ve koşmak insana özgü bir nitelik olmasına rağmen burada bu özellikler
kahve için aktarılmıştır.
“Pusulayı buruĢturup tuvalet çanağına atıyor. Pusula yüzüyor, su
hareketleniyor ve onu yemiyor.”215
(Fressen) hayvan gibi yemek anlamına gelmektedir ve burada suyu bir hayvana
benzeterek bir kâğıt parçasını nasıl yiyemediğini gösteriyor.
“Bu gölgeler yamuk ve tehlikeliydiler, onlar taĢların anahatlarını
tüketiyorlardı ve sıradaki ölçümü karıĢtırıyorlardı. Tahtadaki taĢ bile
kendisinin nasıl göründüğünü bilemiyordu.”216
Anlatımdaki çekicilik sözcük seçimindeki ustalığın sonucudur. Hemen hemen
hiçbir sözcük gelişi güzel alınıp kullanılmamıştır. Her bir sözcük romanlardaki diğer
sözcüklerle bütünlük ve ahenk içerisindedir.
215
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.242
Sie zerknüllt den Zettel, wirft ihn in die Klomuschel. Er schwimmt, das Wasser überschlägt sich und
frisst ihn nicht.”
216
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2011, s.155
„Diese Schatten waren schief und gefährlich, sie verzerrten die Umrisse der Steine und verschoben
das Mass in den Reihen. Der Stein auf dem Brettchen wusste selbst nicht mehr, wie er aussieht.“
169
8.1.9. KELĠME TEKRARI
Vurguyu arttırtmak amacıyla bazı sözcüklerin yapıtlarında devamlı olarak
tekrarlandığı görülmektedir. Bu tekrarlar romanda kulağa hoş gelen bir tınının (Laut)
ortaya çıkmasını ve tümcelerin birbirine hem anlamsal hem de yapısal açıdan daha
sıkı bağlanmasını sağlamaktadır.
„Damals fuhr Paul und ich jeden Tag um Punkt fünf mit dem Motorrad zur
Arbeit. Wir sahen die Lieferwagen vor den Läden, die Fahrer, Kistenträger,
die Verkäufer und den Mond. Jetzt höre ich nur den Lärm und gehe nicht
zum Fenster, und sehe auch den Mond nicht an. Ich weiss noch, dass er wie
ein Gänseei auf der einen Seite des Himmels aus der Stadt hinausgeht und
auf der anderen die Sonne kommt. Daran hat sich nichts geändert, auch
bevor ich Paul kannte und zu Fuss bis zur Strassenbahn ging, war es so. Es
war mir auf dem Fussweg nicht geheuer, dass am Himmel oben etwas
Schönes ist, und auf der Erde unten kein Gesetz, welches das Hinaufsehen
verbietet.“217
(Eskiden Paul ve ben her gün tam beĢte motorla iĢe giderdik. Dükkânların
önündeki kamyonetleri, soförleri, hamalları, tezgâhtarları ve ay‟ı görürdük.
ġimdi sadece gürültü duyuyorum ve pencereye gitmiyorum ve aya da
bakmıyorum. Onun bir ördek yumurtası gibi gökyüzün bir tarafından
Ģehirden çıktığını ve diğer taraftan güneĢin geldiğini biliyorum. Bu konuda
hiçbir Ģey değiĢmedi, Paul‟u tanımadan da önce ve yürüyerek tramvaya
217
Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Rowohlt Verlag, Hamburg, 1997, s.14
170
giderken de öyleydi. Sokata güvende değildim, gökyüzünde çok güzel bir Ģey
vardı ve yukarı bakmanızı yasaklayan aĢağıda yerde hiçbir kanun yoktu.)
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, Herta Müller‟in yapıtlarında (und) ve sözcüğü
çok fazla kullanılmıştır. Neredeyse her tümce ve tümceler arası her öbek ve, ile
birbirine bağlanmıştır. Böyle bir tutumla Müller olayların birbiriyle ne kadar
bağlantılı olduğunu ve birbirlerinden kopmaz parçalar olduğunu vurgulamaya
çalışmıştır.
Müller, başka bir romanında (mit) ile kelimesini sürekli kullanarak her
tümcede tekrarlanmasıyla tümceler arasında bir ahengin ortaya çıkmasını sağlıyor.
“Es gibt auch andere Partner. Ich habe auch schon mit der Teekanne
getanzt.(BaĢka partnerler de var. Çaydanlık ile bile dans ettim.)
Mit der Zuckerdose. (ġekerlik ile)
Mit der Keksschachtel. (Bisküvü kutusu ile)
Mit dem Telefon. (Telefon ile)
Mit dem Wecker. (Çalar saat ile)
Mit dem Aschenbecher. (Kül tablası ile)
Mit dem Hausschlüssel. (Ev anahtarı ile)
Mein kleinster Partner ist ein abgerissener Mantelknopf.”218
(En küçük partnerim kopan bir palto düğmesidir)
218
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2011, s.296
171
8.1.10. ġARKI MONTAJI
Herta Müller Romanya şarkılarını çok sevdiğini beyan etmiştir. 219 Tüm
romanlarında şarkı metni montajları bulunmaktadır. Şarkı montajları Müller yaşadığı
bölgeyi daha iyi tanıtabilmek amacıyla yapmaktadır, şarkılar Romenceden
Almancaya tercüme edilmiştir. Romanya‟da yaşayan insanlar Ceausescu‟yu direkt
olarak eleştiremiyorlar ve bu şarkılar sayesinde eleştirilerini yapıyorlardı. Eleştiriler
ve farklı düşünceler bu şarkıların arkasına gizleniyor:
“Dün akĢam sevdiğimin kollarına
Attı rüzgar beni
Kırılırdım o kollarda
Biraz daha esseydi
Durdu bereket versin ki.”220
“KıĢ ĢimĢeği ve gök gürültüsü
Gök parçalanırsa aralık ayında
Kral ölecektir bununla.
Uyan ey Rumen edebi uykudan
Bugün neĢeli, yarın neĢeli
Gidecek iĢler biraz daha ileri
Bir adım, bir adım, bir adım daha,
219
Bkz., Michael Krüger (Hrsg.), “Herta Müller / Oskar Pastoir”, Akzente Heft 5, Zeitschrift für
Literatur, Hanser Verlag, Oktober 2008
220
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.34
“Gerstern abend schlug der Wind
Mich dem Liebsten in den Arm
Wenn er mehr geschlagen hätte
Wär im Arm ich abgebrochen
So ein Glück der Wind blieb stehn.
172
Bir adım, bir adım, bir adım daha,
Hep ileri, gitmeyelim geri değil asla.”221
Müller Romanya‟da çocukluk yıllarından kalma, Romence bir şarkıyı
Atemschaukel romanına monte eder:
“Bea, çocukluk yıllarımın Ģarkısı söye:
Örtü içersindeki güneĢ yukarı
Sarı mısır,
Vakit yok”222
Müller Romenceyi çok sevdiğini ve onun zenginliğinden faydalanmak
gerektiğini düşünmektedir. Ayrıca yazarken Romencenin kendisine eşlik ettiğini ve
içyapı olarak kendisini daha çok bir Romanyalı olarak hissetdiğini söylemektedir.223
221
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.268
Winterblitz und Winterdonner
Im Dezember Himmelscherben
Daran muss der König sterben.
Erwache Rumäne aus deinem ewigen Schlaf
Heute heiter, morgen heiter
Wird die Sache noch ein bisschen weiter.
Noch ein Fick, Fick, Fick
Noch ein Fick, Fick, Fick
Immer vorwärts nie zurück.”
222
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2011, s.66
„Bea, sage ich, das Lied von meiner Kindheit geht so:
Sonne hoch im Schleier,
gelber Mais,
keine Zeit.“
223
Michael Krüger (Hrsg.), “Herta Müller / Oskar Pastoir”, Akzente Heft 5, Zeitschrift für Literatur,
Hanser Verlag, Oktober 2008
173
8.1.11. GROTESK
Müller, romanlarında eleştirel bir tutum sergilemiştir. Anlatımı, Ceausescu
döneminin gaddarlığına ve sevgisizliğine karşı şiddetli bir eleştiri kimliğine
bürünmüştür. Bu eleştiri bazen mizahi bazen hicivsel bir tutumla aktarılırken bazen
de karanlık, korkunç bir üslupla aktarılmıştır. Yani bu iki anlatım tutumunu ustaca, iç
içe yoğurmasını bilmiştir. İki tutumun kaynaşmasıyla ortaya çıkan bu ahenk,
Müller‟in öykülerine ciddi bir özgünlük ve çekicilik kazandırmıştır.
“Kurt her hafta mezbahadan söz ediyordu. ĠĢçiler kesim sırasında sıcak kan
içiyorlardı. Ġç organları ve beyin çalıyorlardı. AkĢama doğru sığır ve domuz
jambonlarını parmaklıkların üzerinden dıĢarıya atıyorlardı. Erkek kardeĢleri
ya da kayınbiraderleri dıĢarıda arabada bekleyip onları arabalara
yüklüyorlardı. Ġnek kuyruklarını çengellere takıp kurutuyorlardı. Kuruduktan
sonra bazıları sertleĢiyor, bazıları da yumuĢak kalıyordu. Onların karıları ve
çocukları da suç ortağı, dedi Kurt. SertleĢmıĢ kuyruklar kadınlar tarafından
ĢiĢe fırcası, yumuĢak olanlar da çocuklar tarafından oyuncak olarak
kullanılıyor.”224
224
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007, s.112
“Kurt erzählte jede Woche vom Schlachthaus. Die Arbeiter tranken beim schlachten warmes blut. Sie
stahlen Eingeweide und Hirn. Gegen Abend warfen sie Schinken von Rindern und Schweinen über den
Zaun. Ihre Brüder oder Schwager warteten im Auto und luden sie ein. Sie spiessten Kuhschwänze auf
Haken und liesen sie trocknen. Manche Kuhschwänze wurden beim Trocknen starr, andere blieben
biegsam. Ihre Frauen und Kinder sind Komplizen, sagte Kurt. Die steifen Kuhschwänze werden von
den Frauen als Flaschenbürsten benutzt, die biegsamen von den Kindern als Spielzeug.”
174
Bu tümcelerde kimi zaman insanın içini burkan, hüzünlendiren, kimi zaman da
midesini bulandıran, tiksindirici bir anlatım grotesk ön plana çıkıyor. Romanlarda
çok sayıda grotest ögeler vardır.
Herta Müller bilhassa Atemschaukel adlı romanında varlıkların sıra dışı
özelliklerle yeniden tasviri ile dünyaya ait olmayan bir olgu haline getirmiştir.
Romanda bölümlerden birinin adı
(Himmel unten Erde oben) gökyüzü aşağıda
zemin yukarıda‟dır.
“Çim sürekli gökyüzüne düĢmemem için ayaklarımdan tutuyordu. Sürekli
teyze Luia‟nın gri karnını görüyordum.”225
Çimin ayaklardan tutması ve gökyüzüne düşmek gibi doğal olmayan bu tür
görüntüler Müller‟in romanlarında az değildir. Müller, burada yaşadığımız dünya ile
doğa kanunlarının olmadığı bir dünyanın birbirine karıştığı, sözün anlamını yitirdiği,
yaşamın korkutucu yanlarının ağır bastığı grotesk bir dünya çizmektedir.
225
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2011, s.200
„Immer hielt das Gras mich an den Füssen fest, dass ich nicht in den Himmel falle. Immer sah ich den
grauen Unterleib der Tante Luia.“
175
8.1.12. HĠCĠV
Herta Müller‟in romanlarında fazla görülmese de Ceausescu „yu, gizli polis
teşkilatını ve olayları gülünç hale sokmak, alaya almak, iğnelemek veya hakaret
etmek suretiyle küçük düşürmeyi ve rezil etmeyi az da olsa amaçlamıştır.
Ceausescu rejimi yıkıldıktan sonra sistemi iğneleyici sözler ile eleştirir.
Tepedeki insanlar gitmiş ve yerine yenileri gelmiştir.
„Grigore müdürdür, müdür ustabaĢı, kapıcı ambar memuru, ustabaĢı kapıcı
olmuĢtur. Crizu ölmüĢtür…”226
“Hizmetçinin kızı müdür oluyor, müdür beden eğitimi öğretmeni, beden
eğitimi öğretmeni sendika baĢkanı, fizik öğretmeni ise değiĢim ve demokrasi
sorumlusu oluyor. Temizlikçi kadın süpürgesi ile koridorları geziyor ve
eskiden resimlerin asılı olduğu boĢ duvarların tozunu alıyor.“227
Bu tümcelerde hiciv dediğimiz acı ve sert eleştiri çıkıyor karşımıza. Çavuşesku
döneminin bitmesine rağmen, ülke içersindeki yapının pek değişmediği ve sadece
rollerin değiştiğini, Müller şiddetli bir şekilde eleştirmiştir. Diktatörlük tüm
güzellikleri yavaş yavaş silip süpürmüştür. Der Fuchs war damals der Jäger adlı
romanının geneline yayılan paradoksal anlatım öyküye mizahi bir şekilde
vermektedir. Bu tutum her gün yaşanan tekdüzeliği eleştirmek açısından
benimsenmiştir.
226
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.280
“Grigore ist Direktor, der Direktor ist Vorarbeiter, der Pförtner ist Lagerverwalter, der Vorarbeiter
ist Pförtner. Crizu ist tot.”
227
Age., s.282
Die Tochter der Dienstbotin ist Direktorin, der Direktor ist Sportlehrer, der Sportlehrer ist
Gewerkschaftsleiter, der Physiklehrer ist Verantwortlicher für Veränderung und Demokratie. Die
Putzfrau geht mit dem Besen durch die Gänge und staubt, wo Bilder hingen, die leeren Wände ab.”
176
8.1.13. METAFOR
Doğadan insana, ya da tam tersi, insandan doğaya aktarımlara sık sık
rastlamaktayız. Bu tür metaforik anlatım Müller‟in romanlarında oldukça yaygındır.
Fakat daha çok Ceausescu diktatörlüğü dönemindeki acı ve korkuların ifade edilmesi
ve çalışma kampındaki açlığı ve kış şartlarını anlatabilmek bağlamında ön plana
çıkmaktadır.
„Yanımda park havlıyor… BaykuĢlar beni gözden kacırıyorlar. Çalılıkta
yorgun zorlanmıĢ rüyalar çömeliyor ...
pompa, gıcırdayan süzülen kolu
ağaca uzatıyor.“228
Cansız bir nesne olan park kavramına havlama gibi, bir köpeğin ortaya çıkarabileceği
bir özellik yüklenmiştir. İnsani bir davranış olan görmezden gelme tutumu da
baykuşa, yine insani bir davranış dert, keder ve rüya duyguları fundalara
aktarılmıştır. Kol insanın bir organıdır. Bu organ yine cansız bir varlık olan pompaya
aktarılmıştır.
Müller bir davranışı daha iyi kavranmasını sağlamak için göz önünde
canlandırıp dile getirmeyi tercih etmektedir. Bunun için Atemschaukel adlı
romanındaki (Hungerengel) açlık meleği kelimesi güzel bir örnektir. Açlık meleği ile
yeni bir metafor kurguluyor. Bu melek her yerde ve her zaman görünebilmektedir.
228 Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.199
„Neben mir bellt der Park… Die Eulen übersehen mich. Im Gebüsch kauern die müden strapazierten
Träume… Pumpe, die einen quietschenden schwenkenden Arm in die Bäume streckt.“
177
Ölüm gücünü kendinde bulundurması sebebiyle Azrail‟i hatırlatmaktadır. Yapılan
yeni tanımlamalar ile açlık bir cisim olarak her an kavranabilir özellik
kazanmaktadır. Aslında bu melek düşünen, nefes alan, kan dolaşımı ve duyu
organları olan, insan gibi tanımlanmaktadır. Sibirya‟daki çalışma kampında
kahramanın ikizi gibidir ve ona eşlik eder. Açlık meleğinin farklı özellikleri sayfa
23-35 arası (Meldekraut) yenilenebilir yabanı bitkiler bölümünde verilmektedir.
İnsanı ne kadar ölüm ile tehdit ettiğini (krankhungrig) aç hasta tanımlaması ile
kendini göstermektedir. Kırmızı salkın zincirleri (rote Rispenketten) ile süslüdür,
burada kırmızı tehlikeyi ve kanı sembolize etmektedir. Açlık meleğinin takısı olan
yenilenebilir yabanı bitkilerin zehirli güzel renkleri insanın gözünü kör ediyordu. Bu
melek içinde ölümü tutmaktadır. Sayfalarca okura açlık meleğinin özellikleri
anlatılmaktadır, onu anlayabilmek için son tanım:
“Açlık acısı için uygun kelimeler yoktur”229
Anlatıcı tarafından onun hakkında yapılan en etkili tanım 5 yıl kamptaki
çekilen açlıktır:
“Açlığa bugün daha ondan kaçabildiğimi göstermeliyim. Açlık çekmek
zorunda kalmadığımdan beri hayatın kendisini yiyorum. ġayet yemek
yediğimde, yemeğin tadına hasp oldum. Memlekete geldiğimden beri altmıĢ
yıldır açlığa karĢı kamptan yiyorum.”230
229
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2011, s.25
„Es gibt keine passande Wörter fürs Hungerleiden.“
230
Age, s.25
„Ich muss dem Hunger heute noch zeigen, dass ich ihm entkommen bin. Ich esse buchstäblich das
Leben selbst, seit ich nicht mehr hungern muss. Ich bin eingesperrt in den Geschmack des Essens,
wenn ich esse. Ich esse seit meiner Heimkehr aus dem Lager, seit sechzig Jahren, gegen das
Verhungern.“
178
Atemschaukel romanında Müller, çalışma kampında yaşanan acıları ve o
psikolojiyi, soyut bir düşünceyi resim ile göstererek daha etkili kılmak ve söze
canlılık kazandırmak için birçok metafor kullanır:
“Ġçtimada ayakta sessiz duruken kendimi unutmaya ve nefes alıp vermeği birbirinden
ayırmamaya çalıĢıyordum. Kafamı kaldırmadan gözümü yukarıya çevirmeyi. Ve
göyüzünde kemiklerini asabileceğin bir bulut köĢesi arımayı. ġayet kendimi
unttuğumda ve gökyüzü kancasını bulduğunda, beni sıkıca tutardı. Çoğunlukla bulut
olmazdı, sadece açık su gibi mavi olurdu.
Çoğunlukla sadece kapalı bir bulut köĢesi olurdu, bir çeĢit gri.
Çoğunlukla bulutlar koĢardı ve hiçbir kanca kıpırdamazdı.
Çoğunlukla yağmur gözlerin içine yanardı ve kıyafetlerim cilde yapıĢırdı.
Çoğunlukla don iç organlarımı parçalardı.
Bu tür günlerde gökyüzü göz bebeğimi yukarıya dönderirdi ve içtima aĢağı iner
kemikler asılı bir Ģekilde sadece içimde dururdu.”231
Müller, söze güzellik, güçlülük, canlılık, zarafet, derinlik ve genişlik vermek
için bu metaforları kullanılır. Müller‟in romanları metafor bakımından zengindir.
Diktatörlük rejimine karşı şiddetli bir eleştiri niteliğindeki anlatımını, Müller farklı
231
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2011, s.27
„Ich übte beim Appell, mich beim Stillstehen zu vergessen und das Ein- und Ausatmen nicht
voneinander zu trennen. Und die Augen hinaufzudrehen, ohne den Kopf zu heben. Und am Himmel
eine Wolkenecke suchen, an die man seine Knochen hängen kann. Wenn ich mich vergessen und den
himmlischen Haken gefunden hatte, hielt er mich fest. Oft gab es keine Wolke, nur einerlei Blau wie
offenes Wasser.
Oft gab es nur eine geschlossene Wolkenecke, einerlei Grau.
Oft liefen die Wolken, und kein Haken hielt still.
Oft brannte der Regen in den Augen und klebte mir die Kleider an die Haut.
Oft zerbiss der Frost mir die Eingeweide.
An solchen Tagen drehte mir der Himmel die Augäpfel hinauf, und der Appell zog sich hinunter- die
Knochen hingen ohne Halt nur in mir allein.“
179
metaforlarla ele almaktadır. Korku, çocukluk, yabancılık ve memleket ağırlıklı olup
onun anlatımına Mülleresk bir nitelik kazandırmaktadır.
180
8.1.14. BATIL ĠNANÇLAR
Romanya„da olduğu gibi her toplumdan insanlar gerçeklik payı olmayan,
korkuları, çaresizlikleri, eski gelenekleri gereği genellikle doğaüstü olan olaylara
inanırlar. Bu inançlar batıl inançlar olarak isimlendirilir. Çoğu psikolojik olarak bu
tür inanışların olumsuz etkisine maruz kaldığı için doğruluğuna ve bu tür batıl
inançlara daha içten bir şekilde inanırlar. Herta Müller‟de romanlarında Romanya‟da
yaygın olan birçok batıl inanç ögeleri işlemiştir:
Adet kanı büyüsünün, erkeğin hislerine (aşk, sevgi, ilgi, cinsellik) müdahale
edilerek kişiye tam bir aşkla bağlanması ve tamamen ele geçirilmesi amacıyla
yapılan büyü çeşididir. Adet kanı büyüsü, kısa sürede etki edeceğine ve kişiyi etkisi
altına alacağına inanılır. Kadının, erkeğin kendisine bağlanması, aşık olması, terk
etmişse geri gelmesi veya intikam alınması düşüncesiyle adet kanı kullanılarak
yapılır. Erkek, birlikte olduğu kişiyle ve olduğu yerde duramaz olur. Durdurulamaz
bir şekilde büyünün yönlendirdiği kişinin yanında olmak ister. Büyülenen kişi
kendisindeki bu ani değişimi doğal karşılar ve bu değişimin farkında olamaz. Müller
bu batıl inancın hazırlanışını ve kullanımını tüm ayrıntıları ile anlatır:
„Karpuzların kanıyla her kadın her erkeği kendine bağlar, diyor Clara. Tel
fabrikasında kadınlar birbirine, erkeklere karpuz kanını nasıl ayda bir kez
ikindi vakti domates çorbalarına karıĢtırdıklarını anlatıyor… Hizmetcinin
kızı, erkekler sabahleyin insanın kendine bağlanır, diyordu, sabahleyin boĢ
mideyle. Çünkü karpuz günlerinde subayın karısı subay sabahleyin askeri
gazinoya gitmeden önce, kahvesine dört parça karpuz kanı karıĢtırıyor. Ona
kahvesini her zamanki gibi fincanla getirir, henüz içinde Ģeker yoktur. O
181
kocasının iki kaĢık Ģeker koyacağını ve uzun süre karıĢtıracağını bilir.
Kadınlar Ģekerden daha çabuk çözünürler. En iyisi, demiĢti subayın karısı
hizmetcinin kızına, ikinci günün kanıdır. Subayın köprünün üzerindeki
adımlarında, askeri gazinoda içtiği bütün günlerde karısının karpuz kanı
vardır. Dört parça bir ay eder, her parça bir hafta dayanır. Kadının her
parçası kadının kendine bağlamak istediği adamın baĢparmağının tırnağı
kadar olmalıdır, demiĢti subayın karısı. Karpuz kanı kahvede çözünür ve
adamın boğazından geçerken yeniden pıhtılaĢır, demiĢti.
Kalbi geçemez,
nideye akamaz. Subayın arzusunu karpuz kanı yakalayamaz, uçtuğu için her
Ģeyden kurtulur. Arzu baĢka kadınlara uçar, ancak karpuz kanı adamın
kalbinin çerresine yerleĢir. Orada pıhtılaĢır ve kalbi kuĢatır. Subayın kalbi
öbür kadınların görüntüsünü tutamaz, demiĢti hizmetcinin kızı, subay karısını
aldatabilir, ama onu terk edemez.”232
Kediler gizem dolu yaratıklar oldukları için mi yoksa insanoğlunun
varoluşundan beri metafizik önemli olduğu için mi bilemiyoruz, ama kediler batıl
232
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009, s.77-78
“Mit dem Blut der Melenonen kann jede Frau jeden Mann an sich bringen, sagte Clara. In der
Drahtfabrik erzählen sich die Frauen, wie sie den Männern das Melonenblut einmal im Monat am
späten Nachmittag in die Tomatensuppe rühren… Die Tochter der Dienstbotin sagte, man bindet die
Männer morgens an sich, morgens auf leeren Magen. Denn in den Tagen der Melonen rührt die Frau
des Offiziers dem Offizier am Morgen, bevor er ins Militärkasino geht, vier Brocken Melonenblut in
den Kaffee. Sie bringt ihm wieder den Kaffee in der Tasse, es ist noch kein zucker drin. Sie weiss, dass
er zwei Löffel Zucker nimmt und lange in der Tasse rührt. Die Blutbrocken lösen sich schneller als
der Zucker auf. Am besten, hat die Frau des offiziers zur Tochter der Dienstbotin gesagt, ist das Blut
des zweiten Tages. In den Schritten des offiziers auf der Brücke, im Trinken all seiner Tage im
Militärkasino steht das Melonenblut seiner Frau. Vier Brocken sind ein Monat, jeder Brocken hält
eine Woche. Jeder blutbrocken muss so gross sein wie der Daumennagel des Mannes, den die Frau an
sich binden will, hat die Frau des offiziers gesagt. Das Melonenblut löst sich im Kaffee auf und
gerinnt wieder, wenn es durch seinen Hals gelaufen ist, hat sie gesagt. Es kommt am Herzen nicht
vorbei, es rint in den Magen. Die Lust des Offiziers kann das Melonenblut nicht einfangen, gegen die
Lust gibt es nichts, weil sie fliegt, sie reisst sich von allem los. Sie fliegt zu anderen Frauen, doch das
Melonenblut legt sich um das Herz des Mannes. Es gerinnt und schliesst das Herze in. Das Herz des
Offiziers kann das bild anderer Frauen nicht halten, sagte die Tochter der Diensbotin, der offizier
kann seine Frau betrügen, verlassen kann er sie nicht.”
182
inançların içinde kendilerine pek de büyük bir yer edinmişlerdir. Bu şöhrete katkıda
bulunan kedilerle ilgili bazı batıl inançları Herta Müller‟de de görüyoruz. Kedilerin
gözleri, fabrikadaki tüm olayları bir fotoğraf makinesi gibi kaydeder. Kediler
bilhassa fabrikadaki ahlaksızlıklara odaklanır. İşçiler kedilerden çekinir ve onları
görmek istemezler.
“Kedi, Ģefin kadınlarla sol köĢede yattığının da kokusunu alır. Dağın
orasında bir çukurluk ve bir geçit vardır. Geçidin üzerinde pencere vardır.
Grigore pantolonunu açtığında kadınlar bacaklarını yukarı, baĢlarına
kaldırırlar. Kedi çatıdan içeri girer. Çukurluğun üzerinde dağın tepesine
oturur. Kadınlara göre kedi, kadınların ayaklarındaki lastik çizmeler
gözlerinden daha yukarıda, baĢlarında durduğu için oturur. Kadınların
gözleri alınlarına çıkar, kedinin gözlerine. Kov onu buradan, der kadınlar,
kov onu. Grigore‟yse zararı yok, o bir Ģey görmez, bırak onu, zararı yok, der.
Kedi kulaklarını oynatır ve bakar… Resim kedinin gözlerinde kalır. Herkes
olan biteni görür. Herkes fabrikada ayakta ya da yatarak aceleyle yaĢanan
aĢk iliĢkisinden söz eder. Bu aĢk iliĢkisinden söz eden sözcükler de aceledir.
Herkes ellerini, kedi geldiğinde teli tuttukları yerde bırakır. Çünkü hiçbir
resim eskimez. Hemen ardından kedinin gözlerinde, bir sonraki resim belirir.
Bir sonrakindeyse bunu kıskançlık bilir, bunu her kadının kedisi kedinin
gözlerinde olacaktır.”233
233
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt
2009,s. 97-98
“Die Katze riecht auch, wann der Verwalter die Frauen in die linke Ecke legt. Dort hat der Berg eine
Mulde und einen Gang. Über den Gang ist das Fenster. Wenn Grigore seine Hose öffnet, legen die
Frauen ihre Beine höher an den Kopf. Die Katze kommt durchs Dach herein. Sie setzt sich über die
Mulde auf die Spitze des Bergs. Für die Frauen sitzt die Katze, weil die Gummistiefel an den Beinen
der Frauen höher als die Augen liegen, auf dem Kopf. Die Augen der Frauen laufen ihnen in die Stirn
hinauf zu den Augen der Katze. Jag sie weg von da, sagen die Frauen, jag sie weg. Und Grigore sagt,
macht nichts, die sieht nichts, lass sie, das macht nichts. Die Katze zuckt die Ohren und schaut….In
183
Herta Müller romanlarında pek çok batıl inançlara yer vermiştir fakat Müller
halkı eğitmek ve aydınlatmak gibi bir amacı taşımaz. Romanlarında bu tür inanışlara
kapılan insanların düştükleri durumları anlatırken okurlarına bu tür inançlara takılıp
kalmanın bir hastalık olduğunu belirterek Ceausescu rejimi altında yaşayan
insanların psikoloji ve pedagojinin fazla gelişmediğini gösterir.
den augen der Katze steht ein bild.Alle sehen, was geschehen ist. Und alle reden davon, von der
letzten im Stehen, im Liegen in Eile gestossenen Liebe in der Fabrik.Auch das Reden über diese Liebe
ist in Eile. Alle lassen ihre Hände auf dem Draht liegen, an der Stelle, wo die Finger, wenn die Katze
kommt, gerade sind. Denn kein Bild wird alt. Bald steht das nächste bild in den Augen der Katze. Und
in den nächsten, das weiss der Neid, dass weiss jeder Ölfleck im Gesicht jeder Frau, im nächsten Bild
ist sie selber in den Augen der Katze drin.
184
9. ROMANLARIN YAPI ÖZELLĠĞĠ
9.1. YĠRMĠDÖRT SAAT ROMANI
Herta Müller yazarlık mesleğine küçük öykülerle başlamıştır. Kurzgeschichte
adıyla bilinen küçük öykü türü özellikle 20.yüzyıl edebiyatında tutunmuştur. Bu tür,
işlediği konuyu son derece iktisatlı bir ifadeyle ve yoğun bir bicimde sunmayı
gerektirir. Başka bir deyişle kısa hikâye, yazarın anlatmak istediği şeyi en öz şekilde
ifade etmeye zorlar. Müller, kısa hikayelerle Niederungen234 yazı hayatına atılan bir
yazar olmak dolayısıyla özlü anlatım sanatında temkinlidir.
Herta Müller‟in daha ilk romanlarında bile genellikle konu, kahramanının
hayatında önemli birkaç günlük bir sürede geçer. Heute wäre ich mir lieber nicht
begegnet‟ de bu süre 7-8 saate indirilmiştir bile. Bu romanda Müller 24 saat romanı
denen biçimi ustalıkla gerçekleştirmektedir. Romanın konusu perşembe günü
içersinde sınırlanmıştır. Konunun gerçek süresiyle anlatım süresi arasında paralellik
sağlanmıştır artık. Romanın kahramanın sabah 3 gibi uyanması, sabah 8‟de evden
çıkması ve yaklaşık 2 saatlik tramvay yolculuğu romanın konusunu oluşturmaktadır.
Her yönüyle ve aralıksız derken şunu belirtmek istiyorum: Okuyucu
kahramanın uyandığı andan itibaren neler hissettiğini, içinde bulunduğu ruh halini,
çağrışımlarının
sırasına
göre
hatırladığı
olayları,
düşüncelerini,
acılarını,
algılamalarını, kısacası yaşayan bir insan olarak daha çok 2 saat içinde neyi varsa
hepsini izlemektedir. Bu imkân Müler‟in bir başka anlatım özelliğinin daha
sonucudur. Müller olaydan hareket etmez; çıkış yolu, olayı yaşayan insandır. Ve işte
234
Hikâyelerden oluşan ilk eseri Niederungen Romanya'da 1982'de sansürlenerek, 1984'te de
Almanya'da sansürsüz olarak yayımlandı.
185
bu anlatım tekniği yazarın bakış açısını genişletmekte, ona işlediği figürün ruh hali
açısından çağrışımlar yapmak, ilgili başka olayları da söz konusu etmek imkânını
sağlamaktadır.
Müller, olaylardan değil, olaylar yaşayan insanlardan hareket etmekle kalmaz,
çoğu kez bu insanların yaşayışından en yoğun bir parçayı, büyütecine obje olarak
seçer. İşlediği figürün bütün hayatı ve ruh hali, işte bu yoğun noktadan aydınlanmaya
başlar. Mesela Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet da kahramanın hayatı,
kişiliği, kaderi, onun tramvaya bindiği anı takip eden 2 saatlik yaşantısından
tanıyoruz.
Otuz üç bölüme ayrılmış olan romanın on yedi bölümü kahramanın tramvay
yolculuğuna diğer on altı bölümü de geçmiş yıllarına ayrılmıştır. Roman, kahramanın
birinci şahıs olarak anlattığı ben anlatı birinci bölümle başlar ve onun ağzından
anlatılan son bölüm ile biter.
Bu romanın yapısının özelliği ve karmaşıklığı zaman kavramının ele alınış
tarzındadır. Bir günlük bir süreyi, hem de belli bir günü, perşembe gününü işlediği
halde çeyrek yüzyıllık bir zamanı kendine konu edinmiştir. Bu yaklaşık 20-30 yıllık
geçmiş olaylar bilhassa kahramanın çocukluk yıllarını işlemektedir.
Zaman bölümleri kronolojik sıraya
göre
değil, romanın figürlerin
hatırlayışlarına, onların ruh hallerine göre ve karmaşık bir doku halinde işlenmiştir.
Konuyu birkaç güne, bir güne ve birkaç saate indirgeme tekniği, 20.yüzyıl
edebiyatında özellikle Amerikan yazarların rağbet gösterdiği bir yoldur.
186
9.2. GERĠYE DÖNÜġ TEKNĠĞĠ
Edebiyatta zaman konusu, nesir tarzında çeşitlilik gösterir. Dram da durum
oldukça basittir: Yazarın ele aldığı, sahneye koyduğu olay süresi, onu izleyen
seyircinin bu iş için harcadığı zamanla denktir. Başka bir deyişle işlenen konunun
süresiyle anlatım süresinin birbirine ilişkisi üç çeşit olabilir:
1) Ya dramdaki durum söz konusudur, anlatılan zamanla anlatım zamanı
eşittir,
2) Ya anlatılan zaman anlatım zamanını aşar ki en yaygın durum budur,
3) Ya da anlatım süresi anlatılan süreden daha geniştir.
Nesirde en çok başvurulan ve en ekonomik olan şekil şüphesiz ki ikincisi,
yani anlatılan olayın anlatım süresinden çok daha geniş kapsamlı oluşu. Edebiyat
tarihcisi Edehard Lämmert, Bauformen des Erzählens adlı eserinde (1955) ve Jochen
Vogt Aspekte erzählender Prosa başlıklı kitabında anlatımda zaman ilişkileri
konusunda bilimsel bir sorun olarak ele almışlardır. Lämmert, nesir sanatında işlenen
konunun zaman yönünden anlatım süresini aşması halinde yazarın başvurduğu
anlatım yöntemine (Zeitraffung) zaman sıkışması adını verir. Uzun olayları kısa
zamanda anlatma, daha doğrusu özetleme tekniği olan bu tarz, anlatımda ekonomi
esasına dayanır. Bunun tam tersi duruma, anlatım süresinin anlatılan olay süresinden
daha geniş tutulması haline Lämmert (Zeitdehnung) diyor. 235 Zaman esnetimi
anlamına gelen bu terim zaman merceği (Zeitlupe) tekniğini de içine alır. Film ve
televizyonda da bu tekniğe sık sık başvurulmakta, herhangi bir olay adeta zaman
235
Karl August Horst, Überwindung der Zeit, der Schriftsteller Heinrich Böll ein biographisch–
bibliographischer Abriß. Hrsg. Werner Lengning. 5. Auf. München: DTV, 1977. 77–81.
187
merceğin arkasına yerleştirilerek aslında çok daha yavaş tempoda yansıtılarak olayın
ayrıntılarını izleme imkânı yaratılmaktadır.
Hikâye veya roman herhangi bir nesir edebi türde zamanın işlenişi
bakımından bu üç yöntemin herhangi biri tutarlı olarak izlenildiği gibi, ikisi ya da
üçü birden söz konusu da olabilmektedir. Mesela bir romanda bir yandan anlatılan
olayla anlatım zamanı eşitken (Zeitdeckung), yer yer geriye dönüşlerle geçmiş
olaylar anlatım çerçevesine dâhil edilir ve bunda da (Zeitraffung) zaman sıkıştırması
tekniği uygulanmış olabilir, keza aynı romanın bir başka yerinde birden zaman
yavaşlatılması uygulanarak olay, zaman merceği ardından bütün detaylarıyla
izletilebilir.
Geriye dönüş tekniği edebiyatta eskiden beri uygulanmaktadır. Çoğu kez
roman figürlerin çocukluk ya da gençlik yıllarının tanıtılmasında bu yöntemden
yararlanılmıştır. Kahramanların geçmişi romanın başında anlatılmaz, çok sonra
herhangi bir noktadan başlayan romanda konu epey ilerlerken geriye dönüp bu
bilgiler telafi edilir. Lämmert, geriye dönüş tekniğinde de iki tarz ayırt ediyor: Biri
dar anlamda geriye dönüş, öteki ise şimdiki zamanda işlenen olaya geçmişin de
katılmasıyla genişletilmesi. 236 Metnin bütünü içindeki fonksiyonu yönünden bu
ikinci tarzda bir yapıcılık, bir de destek oluşu söz konusudur ki Lämmert‟in terimiyle
bu (aufbauende Rückwendung) yapıcı-geriye dönüştür. Bunun fonksiyon bakımından
tam tersi çözücü geriye dönüş (auflösende Rückwendung) ise genellikle polisiye
romanların uyguladığı tarzdır ve eserin başında ortaya konulan bir sorun, bir çetrefil
durum, geriye dönüşle çözülmeye, aydınlatılmaya uğraşılır. Lämmert yapıcı ve
236
Bkz. Karl August Horst, Überwindung der Zeit, der Schriftsteller Heinrich Böll ein
bibliographischer Abriß. Hrsg. Werner Lengning. 5. Auf. München: DTV, 1977. 77–81.
188
çözücü geriye dönüşlerin romanın tüm yapısı içinde ortaya çıkış yerlerinin şöyle
belirlendiğini tespit ediyor: Yapıcı geriye dönüş ilk gerilim yayının önüne, çözücü
geriye dönüş ise her türlü gerilim yayının önüne, çözücü geriye dönüş ise her türlü
gerilim yaylarının arkasına yerleştirilir.
Geriye dönüş tekniği hakkında bu açıklamalardan sonra yine Herta Müller‟e
geçebiliriz.
Herta Müller daha ilk romanında geriye dönüş tekniğinden yararlanmaktadır.
Mesela Der Fuchs war damals schon der Jäger de roman kahramanı Adina‟nın daha
önce yaşadığı yıllarını anlatmak için bu tekniğe başvurduğunu görürüz. 237
Edebiyatta olduğu gibi film sanatında da geriye dönüş tekniğinden çok
yararlanılmaktadır. Roman ve film, 20. Yüzyılın teknik ve konu bakımından
birbiriyle çok ilişkili iki sanat dalıdır. Film tekniği olarak (Rückblende), geriye ışık
tutmak anlamına gelmektedir ve filmde geçmişe dönüşü, hatırlamaları canlandırmada
kullanılmaktadır. Herta Müller‟in Der Fuchs war damals schon der Jäger adlı
romanı bu bakımdan daha çok bir filmi andırmaktadır. Müller, bu tekniği, küçük
öykü yazarlığından romancılığa geçen bir sanatçının ustalığıyla geliştirmiştir. Diğer
romanlarında Müller bu tekniği film düzeyinden uzaklaşıp yükseltmiştir. Müller,
herhangi bir kelimeden hareket edip geçmişin şeridini geriye döndürüp göstermez;
özel hatıralarından parçalar yer alır; bunların yardımıyla da okuyucu yavaş yavaş,
adım adım esas figürlerin çeşitli yaşantı ve çok katlı tecrübelerine sokulmuş olur.
237
Bkz. Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch Verlag,
Frankfurt 2009, s.140
189
9.3. BĠLĠNÇ AKIMI
Edebiyatta (Bewusstseisstrom) bilinç akımı adıyla özellikle modern Amerikan
yazarların tekniği olarak bilinen bu tarz, roman figürlerinin iç dünyasına, duygu
mekanizmasına bir pencere açmak, ışık tutmak esasına dayanmaktır. Kişilerin
düşünce ve duyguları zaman zaman mantık sırasının da dışından irrasyonel bilinç
özleri halinde zincirleme izlenmektedir. Bilinç akımını yansıtmayı amaçlayan bu
teknik, ifade de gramere dayalı düzgün cümleler yerine çağrışım sırasına göre
sıralanan kelimelere öncelik vermektedir.
Müller, geçmişe dönük tekniğini daha çok bilinç akımı tekniğiyle bir arada
uygulamaktadır. Hatırlayan, düşünen figürlerin iç dünyasına ışık tutmada bu tarz
oldukça evlerişlidir.
Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet romanında ben anlatıcının çocukluk
yılları hakkında öğrendiklerimiz, doğrudan doğruya (Rückblende) geriye dönüş
yoluyla anlatılanlara dayanmaktadır. Kahraman figürün kişiliği ve kaderi hakkında
okuyucu çok aydınlatılmaktadır.238
Geriye dönüş tekniğinin çeşitli imkânlarından yararlanma konusunda Heute
wäre ich mir lieber nicht begegnet, Müller‟in romanları arasında baş sırayı alır. Bu
eserde bir günlük çerçeve süreye sığdırılan yaklaşık 20 yıllık tarihi, roman
figürlerinin çağrışımlarını, hayale dalmaları, düşünmeleri, duygulanmalarıyla
bağıntılı olarak dile gelmektedir.
238
Bkz. Herta Müller, Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Rowohlt Verlag, Hamburg, 1997,
s.183
190
Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet‟i, işlediği olayların zamanı
bakımından inceleyecek olursak şu özelliği tespit ederiz:
Müller işlediği konunu geçmişini okuyucuya kahramanların kendi kendine
düşünmeleri, hatırlamaları ya da aralarında geçen konuşmalarda söz konusu etmeleri
şeklinde iletir, fakat geriye dönüp geçmişi başından sonuna kadar sırayla anlatma
yolunu izlemez, adeta zaman yönünden bir geri bir ileri zikzaklar çizer. Romanın
anlaşılmasını oldukça güçleştirir, onun yapısını karışık hale sokan bu durum,
romanda hakim olan zaman anlayışının bir sonucudur. Yani bir eserdeki zaman
kavramı, zaman kategorilerini tanımamak, geçmişi devamlı olarak şimdiyle iç içe
görmek esasına dayandığı için, geriye dönüşler birden çok kere olur ve hep şimdiki
zamanla bağıntılı içinde söz konusu edilir.
191
10. SONUÇ
Romanya‟nın Timeşvar şehrinde, 1953 yılında doğan Herta Müller‟in
hayatında Romanya ve 24 yıllık Ceausescu Rejimi belirleyici rol oynamıştır.
Komünist Romanya‟sını yaşamış ve du devirleri romanlarının ana konuları olarak
işlemiştir. Çoğu komünist Romanya‟sında geçen konuları, geriye dönüş tekniğiyle 2.
Dünya Savaş sonrasını da içine alır.
Almanya içinde Herta Müller hakkında olumsuzdan olumluya ve bunun her
türlü karışımlarına yer veren çok çeşitli yayın var. Onu yerenler ya da göklere ya da
göklere çıkaranların yanı sıra, yayın hayatında bir ustalaşma süreci görenler de var.
Herta Müller bir dokrin adamı, bir partili yazar değildir. Eserlerinde
yansıttığı, yaşadığı gerçekliktir ve bunun da ötesinde kendi öz başarısı sayılabilen
hakikat pırıltılarıdır.
Komünist Romanya‟sında yer veren romanlarında özellikle o devrin ideoloji
kurbanlarını, ideolojinin sebep olduğu insanlık trajedisini canlandırır. Ailesine
yabancılaşan gençler, gözü dönmüş, fanatik eylemciler, ahlaksızlar, muhbirler ve
yakınlarını ele veren hep bu trajedinin sözde kahramanlarıdır. Komünist
Romanya‟sının sefaleti, açlığı, mesken ve yakıt sıkıntısı, ahlak düşüşü, değerlerdeki
sarsıntı, yazarın bu konuda el attığı alanlardır. Temeli yoksulluk ve korku olan bir
manevi çöküşü canlandırır. Müller‟in bu konudaki başlıca tabloları, ahlaksız ve
seviyesiz erkekler, sindirilmiş insanlar, ülkede komünizm yarattığı ekonomik
bunalım, konuşma özgürlüğü ve medya üzerinde sıkı kontroller yapan Securitate
Komünist Romanya'nın gizli servisi. Ayrıca Komünist Romanya‟sında bir yolunu
192
bulup önemli mevkileri elde etmiş insanlar eleştiri, taşlama ve alay atmosferi içinde
işlenmektedir.
Roman kahramanları arasında çocuklar ve kadınlar, savaş sonrasının ve
komünist Romanya rejiminin yükünü günahsız yere çeken kişiler olarak önemli bir
yer alır. Gençler ve kadınlar inanmadıkları bir dava uğruna zarar gören kişilerdir. Bu
arada ideolojiye sapanların değişişi, mücadeleleri ve ölümleri dile gelir. Genç
kadınlar ya boğaz derdine düşmüş kimselerdir ya da yaşanmamış hayatların hayaliyle
melankoliye düşmüş kişilerdir. Erkekler komünist Romanya‟sının vazgeçilmez
ögeleridir. Gizli polis teşkilatında görevlidirler ve aç köpekler gibi et peşine
düşmüşlerdir. Erkekler sanki birer avcı ve kadınlar avdır. Müller‟in romanlarında
yaşlı erkekler pek görülmez ama büyükanneler önemli bir rol oynar. Çoğu 2.Dünya
Savaşını yaşamış, yakınlarını, çocuklarını savaşta kaybetmiş kişilerdir bunlar.
Yaşlılığın verdiği kaygısızlıkla hakikatı haykırmak, hatta öç almak kuvvetini içinde
onlar bulurlar. Herta Müller‟in romanlarında ana motifler aile, ahlak, alkol, açlık,
soğuk, kaçış, intihar ve korkudur. Aile imajı kuvvetli temellere dayanır. Komünist
Romanya‟ın getirdiği felaketleri gözler önüne sermekte aile motifine başvurur.
Ideolojinin sebep olduğu yabancılaşma, gizli polis teşkilatının işkence sonucu
ölümlerin açtığı yaraları ve nihayet komünist Romanya‟sının yoksulluğunu dile
getirirken onları en etkili oldukları yerde, aile ve arkadaşlık kurumunda işler.
Müller‟in romanlarında din, Hıristiyan‟lığın ilk devirlerindeki katıksız
insanlık idealini bulmamaktan doğan bir hayal kırıklığı içinde kiliseye ve din
adamlarına yönelmiş eleştirilerde karşımıza çıkar. Ayrıca Hıristiyanlıktan ve
semboller yönünden yararlanır.
193
Müller‟in ahlaki angajmanı, seçtiği konular çerçevesinde kalmaz, üslubunda
da kendini gösterir. Tarafsızlık gerektiren ironik üsluba rağbet etmeyişi kasıtlıdır.
Okuyucuya meseleleri onların ve dolayısıyla kendinin perspektivinden seyrettirir.
Son romanlarından biri Atemschaukel de yazarın bazı üslup deneyimleri giriştiği fark
edilir. Burada eser dokusuna bir anlatıcının sokulmasıyla konuya bir anlamda uzak
açı kazanmak istemiştir. Müller üslubunun bir başka özelliği de leitmotif tekrarlardır.
Bunlar karakterize edici, sembolü andırır bir fonksiyon yürütür, romanların çoğu kez
odak noktalarını oluştururlar. Sembollere gelince: Özellikle Der Fuchs war damals
schon der Jäger sembol dokusu bakımından yazarın en yoğun romanıdır. İki büyük
sembol merkezi ceviz ve tilkidir. Ceviz, devlet tarafından uygulanan tehdit ve şiddet
sembolü olarak karşımıza çıkmaktadır. Cevizlerin şiddet uygulanarak kırılması ve
içinin görünmesi sanki insanların özel ve mahremiyet hayatlarının olmadığını
gösterir. Çekirdek, özel olandır fakat Ceausescu rejiminde gizli polis şiddet
kullanarak istediği zaman ve istediği yeri izleyebilmektedir.
Konuşma dili Müller‟in üslup ereğidir, Banat Schwäbisch ağzı atmosfer
yaratma amacıyla başvurduğu bir anlatım unsurudur. Müller‟in noktalama tekniği
ilginçtir: Kısa cümlelerden hoşlanır, noktalı virgül, iki nokta üst üste, soru ve ünlem
işareti kullanmaz. Romanlarında çok yeni kelimeler kullanır. Yazarın bu özelliğini
eleştirenler vardır.
Yazarlık mesleğine küçük öykü türüyle başlayan Müller, romanlarında belli
bir form disiplini gösteren öykücülüktür. Anlatımda ekonomi ve dilde yoğunluk,
Müller‟in kısa öykücülüğünden kalma bir eğilim, zaman form konusundaki titizliktir.
Olay konusunu gittikçe daha kısa zaman sürelerine yerleştiren yazar, 24 saat roman
formuna yaklaşır. Hayatın, odak noktası önemindeki bir kesitini esas alıp geçmişi
194
geriye dönüş tekniğiyle eser dokusuna katar. Yazar birçok konularda olduğu gibi
biçim bakımından da deneyler yapar; kendini adeta hiçbir zorlamaya sokmaksızın
“aklına estiği gibi” yazmak yolunu izlemiştir. Bu nedenle çeşitli epizotlar,
anekdotlar, hayat hikayeleri, şiirler, şarkılar, çevre tabloları roman dokusu içine
rastgele serpiştirilmiştir. Son romanı Atemschaukel ise deneyselciliği son kerteye
vardırıp senaryoya yaklaşan bir roman yazmıştır.
Geriye dönüş tekniği, edebiyata film tekniğinden geçmiştir. Müller, bu
tekniği romanlarında ustalıkla uygular. Geçmişi, bir olay vesilesiyle hatırlama
tarzında baştan sona tutarlı bir anlatım içinde vermez, bu tarza başka ustalık
gösterileri katar. Çağrışımları, gözlemleri, hatırlamaları hayalleri hep “bilinçakımı”
na uygun bir şekilde okuyucuya aktarır ve bu sayede okuyucunun, figürlerin çok katlı
yaşantılarına, çok katlı tecrübelerine katılmasını sağlar. Müller, bu teknik ile
Romanya Almanlarını, çağdaş insanı ve onun sorunlarını izleyerek eserlerine
evrensellik sağlamayı başarmıştır. Öte yandan savaşların, komünizmin ve
diktatörlüğün unutulması, Müller‟in romanların günümüz için ne kadar önemli
olduğu göstermektedir.
195
11.
KAYNAKÇA
11.1. BĠRĠNCĠL KAYNAKLAR
Herta Müller: Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet, Rowohl Verlag,
Hamburg 1997.
Herta Müller, Herztier, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt 2007.
Müller, Herta, Die Nacht ist aus der Tinte gemacht, Herta Müller erzählt ihre
Kindheit im Banat, Hörbuch 2 CDs, supposé, 2009.
Herta Müller, Der Fuchs war damals schon der Jäger, Fischer Taschenbuch
Verlag, Frankfurt 2009.
Herta Müller, Atemschaukel, Fischer Taschenbuch Verlag, Framkfurt 2011.
196
11.2. ĠKĠNCĠL KAYNAKLAR
Arno, Heinz Ludwig (Hg.), Text+Kritik, Heft 155, München 2002.
Aguilerca, Carlos A., Herta Müller ile Reportaj, Akzente, Heft 5/Oktober
2008.
Armaoğlu, Fahir, “19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914”), Türk Tarih
Kurumu Yayını, Ankara 1997,s.183-184.
Bauer, Karin, “Tabus der Wahrnehmung : Reflexion und Geschichte in Herta
Müllers Prosa”, German Studies Review, May, 1996, vol. 19, no. 2.
Bauer, Karin, Eke, Norber-Otto, “Ethik und Poetik im Werk Herta Müllers ”,
Literatur für Leser, Jahrgang 34-2, Frankfurt, M. Lang 2011.
Becker,
Sabine,
Hummel,
Christine,
Sander,
Gabriele,
Grundkurs
Literaturwissenschaft, Suttgart, Phillip Reclam, 2006.
Becker, Tanja, Die Quelle des Lebens, der Liebe. Des Hasses und des Todes.
:Mutter-Tochter Beziehung bei Herta Müller,Aglaja Veteranyi, Carmen Francesca
Banciu und Gabriela Adameşteanu, Lucıan-Blaga-Unıversıtät - Sıbıu/Hermannstadt
Lehrstuhl für Germanistik, Germanistische Beiträge Band 29, 2011.
Bozkurt, Giray Saynur, “Geçmişten Günümüze Romanya‟da Türk Varlığı”,
Karadeniz AraĢtırmaları, Cilt: 5, Sayı: 17, 2008.
Bozzi, Paola, “Langsame Heinkehr oder der Betrug der Dinge. Zu Affiniten
zwischen Herta Müller und Thomas Bernhard, Franz Innenhofer und Peter Handke”,
Philologie im Netz (Paul Gevaudan, Peter Schneck, Deter Scholler und Hiltrud
Schweitzer Hrsg.), 6 / 1998.
197
Bozzi, Paola, Der fremde Blick zum Werk Herta Müllers, Würzburg,
Königshausen & Neumann, 2005.
Bülow, Lars,
“Ambigue Sprache – verschwommene Realität Form und
Funktion der Redewiedergabe in Herta Müllers Der Fuchs war damals schon der
Jäger", Wechselwirkungen II. Deutschsprachige Literatur und Kultur im
regionalen und internationalen Kontext (Hrsg. von Zoltan Szendi) Beiträge der
Internationalen Konferenz des Germanistischen Instituts der Universität Pécs vom 9.
bis 11. September 2010, Praesens Verlag, Wien 2012.
Brodbeck, Nina, Schreckensbilder Zum Angstbegriff im Werk Herta
Müllers, Inaugural-Dissertation zur Erlangung der Doktorwürde des Fachbereichs
Germanistik und Kunstwissenschaften der Philipps-Universität Marburg, Marburg
2000.
Cucuiu, Herta-Haupt, Eine Poesie der Sinne : Herta Müllers "Diskurs des
Alleinseins" und seine Wurzeln, Hamburg, İgel Verlag, 2011.
Dascalu, Bogdan Mihai, “Aspekte der Fremdheit in Herta Müllers
Erählungen”, Themeswarer Beiträge zur Germanistik (Hrsg. Roxana Nubert) ,
Band 3, Temeswar, Mirton, 2001.
Dascalu, Bogdan Mihai, Held und Welt in Herta Müllers Erzählungen,
Hamburg, Kovac, 2004.
David, Thomas, “Das Regime hat mir meine Jugend gestohlen: warum es in
Rumänien heute nahezu unmöglich ist , Schriftsteller zu sein : der 1956 in Bukarest
geborene Mircea Cartarescu über Gegenwart und Vergangenheit seines Landes und
die Vorbildfunktion von Herta Müller” , Frankfurter Allgeimeine, 29. Oktober
2009.
198
Delius, Friedrich Christian, “Jeden Monat einen neuen Besen”, Der Spiegel,
31/1984.
Dias Furtado, Maria Teresa, Interview mit Herta Müller, Runa Nr.19
(Portugiesische Zeitschrift für germanistische Studien), Lisboa 1993, 189-195.
Doppler, Bernhard, Die Heimat ist das Exil. Eine Entwicklungsanstalt ohne
Entwicklung. Zu Reisende auf einem Bein, Eke, Norbert Otto (Hr.), Die erfundene
Wahrnehmung. Annhrung an Herta Müller, Igel Verlag Wissenschaft, Paderborn
1991, 95-106.
Eke, Norbert Otto (Hr.), Die erfundene Wahrnehmung. Annhrung an Herta
Müller, Igel Verlag Wissenschaft, Paderborn 1991.
Eke, Norbert Otto (Hrsg.) Die erfundene Wahrnehmung: Annäherung an
Herta Müller,– Paderborn, Igel, 1991.
Fitzli, Dora, “Eine ganz grausige Geschichte”, ein Gespräch mit Herta Müller
in ETH life: Die täglichen Web-Zeitung der EHT: Zürich 2001.
Friebe, Richard, “Und beste Grüsse an d ie Herta: Niemand steigt zweimal in
denselben Fluss , und niemand kommt , wenn er heimkommt , ins selbe Dorf , auch
eine Nobelpreisträgerin nicht : eine Ortsbegehung und eine Schulvisite im Banat”,
Frankfurter Allgemeine, 12. Oktober 2009.
Gauss, Karl-Markus “Rezension Atemschaukel, Das Lager ist eine praktische
Welt” , Süddeutsche Zeitung, 20.08.2009.
Grün, Sigrid, "Fremd in einzelnen Dingen " Fremdheit und Alterität bei
Herta Müller, Stuttgart Ibidem Verlag, 2010.
Haines, Brigid, Herta Müller, Cardiff, University of Wales, 1998.
199
Haupt-Cucuiu, Herta, Eine Posie der Sinne: Herta Müllers Diskurs des
Alleinseins und seine Wurzeln, İgel Verlag, 1996.
Hengstenberg, Claudine, Poesie der Heimatlosigkeit: die Literatur Nobelpreisträgerin Herta Müller und das Trauma der Diktatur
, Fastbook
Publishing, 2009.
Holz, Ulrike Krieg, “Im Land läuft der Sehnerv. Zum expressiven Potential
von Somatismen in den Texten von Herta Müller”, Wechselwirkungen II.
Deutschsprachige Literatur und Kultur im regionalen und internationalen
Kontext (Hrsg. von Zoltan Szendi) Beiträge der Internationalen Konferenz des
Germanistischen Instituts der Universität Pécs vom 9. bis 11. September 2010,
Praesens Verlag, Wien 2012.
Krüger, Michael (Hrsg.), “Herta Müller / Oskar Pastoir”, Akzente Heft 5,
Zeitschrift für Literatur, Hanser Verlag, Oktober 2008
Köhnen, Ralph (Hrsg.), Der Druck der Erfahrung treibt die Sprache in die
Dichtung: Bildlichkeit in Texten Herta Müllers, Frankfurt am Main, Lang, 1997.
Köhnen, Ralph, Terror und Spiel. Der autofiktionale Impuls in frühen Texten
Herta Müllers, Arnold, Heinz Ludwig (Hr.), .), Text+Kritik, Heft 155, München
2002, 18-29.
Langer, Sarah, Zwischen Bohème und Dissidenz, Die Aktionsgruppe Banat
und ihre Autoren in der rumänischen Diktatur, Abschlussarbeiten am Institut für
Europäische Studien, TU Chemnitz, Institut für Europäische Studien, Chemnitz
Dezember 2010.
Lee, Stephen J., Aspects of European History 1789-1980, London and NewYork 2003, s.153
200
Lentz, Micheal, Herta Müller Lebensangst und Worthunger, Im Gespräch
mit Michael Lentz, Leipziger Poetikvorlesung 2009, München, Carl Hanser Verlag,
2010.
Ludwig, Arnold, Heinz (Hrsg.), “Herta Müller”, Text+Kritk Bd. 155,
München, 2002.
Müller, Herta, Lentz, Micheal, Lebensangst und Worthunger: im Gespräch
mit Michael Lentz: Leipziger Poetikvorlesung 2009, München, Suhrkamp, 2010.
Opitz, Antonia “Man borgt sich dann eben den Blick. Das Dorf als erzählter
Raum bei Gabriel García Márquez und bei Herta Müller”, Wechselwirkungen II.
Deutschsprachige Literatur und Kultur im regionalen und internationalen
Kontext (Hrsg. von Zoltan Szendi) Beiträge der Internationalen Konferenz des
Germanistischen Instituts der Universität Pécs vom 9. bis 11. September 2010,
Praesens Verlag, Wien 2012.
Oye, Kristin, “Jeder gebührt ein anderer Name” Fremdheit und Idendität
in Herta Müllers Reisende auf einem Bein, Universitetet i Bergen Germanistik
Institutt, Beratung: Sissel Lagreid, Masterarbeit November 2007.
Öztürk, Ali Osman, Balcı, Umut, “Herta Müller ve Emine Sevgi Özdamar‟da
Dilsel Yapıların Kullanımı, II. Internationaler Kongress für Vergleichende
Literaturwissenschaft. Theorie, Rezeptionsästhetik und neue Aspekte (Binnaz
Baytekin / T. Fatih Uluç (Hrsg.) Band I, Sakarya Universität, 2006, S. 35-49.
Patrut, Lulia-Karin, Schwarze Schwester-Teufelsjunge; Ethnizitaet und
Geschlecht bei Paul Celan und Herta Müller, Köln, Böhlau Verlag, 2006.
201
Predoiu, Grazziella, “Rumäniendeutsche Literatur und die Diktatur: Die
Vergangenheit entlässt dich niemals ", Studien zur Germanistik Bd. 13, Hamburg
Kovaç, 2004.
Predoiu, Grazziella, Faszination und Provokation bei Herta Müller: Eine
thematische und motivische Auseinandersetzung, Frankfurt am Rhein, Peter
Lang, Frankfurt 2001
Predoiu,
Grazziella,
Herta
Müller
–
Mircea
Cãrtãrescu:
ein
Annäherungsversuch, Lucıan-Blaga-Unıversıtät - Sıbıu/Hermannstadt Lehrstuhl für
Germanistik, Germanistische Beiträge Band 28, 2011.
Radisch, Irisch, “Kitsch oder Weltliteratur ?”, Die Zeit, Literatur, 20. August
2009
Radisch, Iris, “Allegorien des gefrorenen Lebens: eine Gratulation zum
Literaturnobelpreis für Herta Müller”, Die Zeit, Nr. 43, 15. Oktober 2009
Ruht, Günther “Mein Herz klopft vor Angst in der Freunde”, Die Politische
Meinung, Nr. 482, Januar 2010.
Rüther, Günther, “Mein Herz klopft vor Angstin der Freude“ , Die Politische
Meinung, Nr.482, Januar 2010.
Savaş, Mune, KarĢılaĢtırmalı Yazınbilim Çerçevesinde Herta Müller, Elke
Schmitter, Saliha Scheinhardt Ve Feridun Zaimoğlu’nun Birer Eserinde Kadın
Ġmgesine EleĢtirel YaklaĢım, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Alman Dili Eğitimi, Danışman Yrd. Doç. Dr. Cavidan ÇÖLTÜ İMREN, Doktora
Tezi 21.03.2011.
Scalla, Mario, „Herta Müller erhält den Literaturnobelpreis - Ihre Themen sind
Diktatur und Heimatlosigkeit“, Domradio, Reportaj, 09.10.2009.
202
Schau, Astrid, Doch all die Geschichten, wie hält man sie wach : Herta
Müllers literarisches Schaffen als Schreiben auf der Grenze
, Tübingen
Universität Magister Arbeit, Tübingen, 1996.
Schmidt, Martin, Wenn die Atemschaukel stockt –Literatur-Symposium zu
Gulag- und Totalitarismuserfahrungen deutschsprachiger Autoren des Ostens,
Seminars im Christkönigshaus in Stuttgart-Hohenheim, Donauschwäbische
Kulturstiftung, 22./23. Januar 2011.
Schuller, Frieder, “Eine von uns: Herta Müller wurde ausgewählt, für viele zu
sprechen”, Frankfurter Allgemeine, 10. Oktober 2009.
Seeling, Mathias, Überleben und Schreiben Herta Müller, Norderstedt, Grin
Verlag, 2009.
SF Kultur Televizyon Programı“Herta Müller Gespräch” Sternstunde
Philosophie, 02.01.2011.
Steffnes, Wilko, Der Irrlauf im Kopf, Angst und Opposition in Herta Müllers
Herztier, Kritische Ausgaben, Zeitschrift für Germanistik und Literatur Nr.20,
2011.
Sterbing, Anton, "Am Anfang war das Gespräch
" : Reflexionen und
Beiträge zur "Aktionsgruppe Banat" und andere literatur- und kunstbezogene
Arbeiten, Hamburg: Reinhold Krämer, 2008.
Stromsnes, Siri K, .„ha, ha, nıcht irr werden“ Spielarten der Macht und
der Ohnmacht in Herta Müllers Heute wär ich mır lıeber nicht begegnet,
Universitetet i Bergen Germanistik Institutt, Beratung: Sissel Lagreid, Masterarbeit
Mai 2007.
203
Spreckelsen, Tilman “Literaturnobelpreisträgerin Herta Müller Am Strick der
Sprache”, Frankfurter Allgemeine Feuilleton, 08.10.2009
Suren, Katja, Ein Engel verkleidete sich als Engel und blieb unerkannt,
Rhetoriken des kindlichen bei Natascha Wodin,
Herta Müller und Aglaja
Veteranyi, Ulrike Helmer Verlag, 2011.
Thomson, David, European Since Napoleon, Penguin Books, London 1990.
Tudorica, Christina, Rumäniendeutsche Literatur (1970-1990) : die letzte
Epoche einer Minderheitenliteratur, Tübingen-Basel Verlag, 1997
Urban, Thomas, “Groteske Scherze”, Süddeutsche Zeitung, Politik,
16.10.2009
Von Arx, Ursula, “Das erste Mal - Herta Müller, warum schreiben Sie?”, Die
Zeitschrift der Neuen Zürcher Zeitung, Nr.12, 2000.
Von Lovenberg, Felicitas, “Das Taschentuch der Herta Müller
: wie
Sprachkunst den Teufelskreis aus Angst und Unterdrückung durchbrechen kann” ,
Frankfurter Allgemeine, 8. Dezember 2009.
Wagner, Carmen, Sprache und Identitaet: literaturwissenschafttliche und
fachdidaktische Aspekte der Prosa von Herta Müller, München, Ludwig
Maximilian Universitaet, 2002.
Warner, Anna-Katrin, Die Stirnlocke sieht: Bilder einer totalitären
Gesellschaft im Werk von Herta Müller, München, AVM, 2011.
Weimer, Wolfram “Achse des Guten”, Katholische Zeitung für Politik
Gesellschaft und Kultur, Nummer 121, 10.10.2009
Wolfgang, Buscher, “Das Dorf der Wörter“, Die Zeit, 15. Oktober 2009.
204
11.3. ĠNTERNET KAYNAKLAR
http://carlgibsongermany.wordpress.com/2011/03/23/literatur-kritik-undgeschaft-buch-macher-nachlese/ (18.01.2012)
http://cunstundcult.de/Seiten/Buecher/Wiki/AutorSuche.php?search=Herta%20
M%FCller&PHPSESSID=5d76a141af1c2eb5d8dc52b9a6ad4f33 (14.11.2011)
http://cunstundcult.de/Seiten/Buecher/Wiki/AutorSuche.php?search=Herta%20
M%FCller&PHPSESSID=5d76a141af1c2eb5d8dc52b9a6ad4f33 (05.12.2011)
http://cunstundcult.de/Seiten/Buecher/Wiki/AutorSuche.php?search=Herta%20
M%FCller&PHPSESSID=5d76a141af1c2eb5d8dc52b9a6ad4f33 (10.01.2012)
http://www.birgun.net/sunday_index.php?news_code=1255875581&year=200
9&month=10&day=18 (20.12.2011)
http://www.birgun.net/sunday_index.php?news_code=1255875581&year=200
9&month=10&day=18 (10.11.2011)
http://www.birgun.net/sunday_index.php?news_code=1255875581&year=200
9&month=10&day=18 (20.12.2011)
http://www.bz-berlin.de/kultur/literatur/mueller-ich-wollte-mich-umbringenarticle628855.html (19.01.2012)
http://www.bz-berlin.de/kultur/literatur/mueller-ich-wollte-mich-umbringenarticle628855.html ( 20.01.2012)
http://www.dedecn.com/inhalt/20091012/dedecn8739564.html (20.01.2012)
http://www.faz.net/aktuell/feuilleton/buecher/autoren/literaturnobelpreis-dastaschentuch-der-herta-mueller-1902449.html (14.12.2011)
205
http://www.faz.net/aktuell/feuilleton/buecher/autoren/reaktionen-ausrumaenien-herta-mueller-ist-eine-deutsche-schriftstellerin-1867688.html
(23.12.2011)
http://www.faz.net/aktuell/feuilleton/buecher/literaturnobelpreistraegerin-hertamueller-am-strick-der-sprache-1873830.html (14.12.2011)
http://www.faz.net/aktuell/feuilleton/nach-der-uebersiedlung-herta-muellerund-der-lange-arm-der-securitate-1867857.html (15.12.2011)
http://www.fr-online.de/debatte/herta-mueller-in-stockholm-der-koenigverneigt-sich,1473340,2821342.html (19.01.2012)
http://www.geo-strategies.com/romania/geography.htm (12.12.2011)
http://www.handelsblatt.com/lifestyle/kultur-literatur/herta-mueller-machtreich-ranicki-sprachlos/3276510.html (18.01.2012)
http://www.handelsblatt.com/lifestyle/kultur-literatur/herta-mueller-machtreich-ranicki-sprachlos/3276510.html 1 (08.01.2012)
http://www.magazin-deutschland.de/tr/kueltuer/sanat/yazilar/article/hertamueller.html?cHash=c3511ddce0&type=98 (19.01.2012)
http://www.marksist.org/tarihte-bugun/2601-15-aralik-1989-romanya-devrimibasladi-(20.12.2011)
http://www.profil.at/articles/0941/560/253054/der-extremfall-autorenlebensliteraturnobelpreis-herta-mueller (20.01.2012)
http://www.radiobremen.de/kultur/dossiers/poetry-on-the-road/muellerherta100.html (13.07.2011)
http://www.rotravel.com/romania/history/index.php (10.11.2011)
206
http://www.sandammeer.at/rez11/mueller-schnee.htm (11.11.2011)
http://www.siebenbuerger.de/forum/allgemein/863-offener-brief-an-hertamueller-aus/seite5.html (18.01.2012)
http://www.sueddeutsche.de/politik/polen-ruegen-nobelpreis-fuer-muellergroteske-scherze-1.46659 ( 20.12.2011)
http://www.zeit.de/2009/35/L-B-Mueller-Contra (15.12.2011)
http://www.zeit.de/kultur/literatur/2010-05/herta-mueller-ausstellung
(20.11.2011)
207
Gürsoy, Yüksel, Romancı Yönüyle Herta Müller, Doktora Tezi, Danışman:
Prof. Dr. Battal Arvasi, 211 s.
ÖZET
Tezimin adı “ROMANCI YÖNÜYLE HERTA MÜLLER” dir. Dünyada
prestiji en yüksek ödül olarak kabul edilen ödüllerinden Edebiyat Nobel Ödülünü
2009 yılında kazanan Alman yazar Herta Müller, 1953 yılı Ağustos ayında
Romanya‟nın Almanca konuşulan, Banat‟a bağlı Nitzkydorf‟da dünyaya geldi.
Nikolay Çavuşeksu‟nun liderliği döneminde büyüyen Müller, üniversite öğrenimini
Temeşvar‟da Alman ve Romanya edebiyatı üzerine yaptı. Bu dönemde
Çavuşesku‟ya muhalif, Almanca konuşan, ifade özgürlüğü arayışındaki genç
yazarların oluşturduğu Aktionsgruppe Banat‟a katıldı. Üniversite öğrenimini
tamamladıktan sonra 1977-79 yılları arasında bir fabrikada çevirmen olarak çalışan
Müller, gizli polis için muhbirlik yapması talebini reddedince, buradaki işinden
atıldı, ardından güvenlik güçleri tarafından tartaklandı. Romanya‟da Çavuşesku
dönemini açıkça eleştirmesi nedeniyle kendi ülkesinde kitaplarının basılması
yasaklandı. Herta Müller 1987 yılında Romanya‟dan Almanya‟ya göç etti.
Herta Müller‟in hayatını, gizli polis teşkilatının ve Banat bölgesinin
hayatındaki önemini, edebiyat dünyasındaki yerini ve sanatını günümüz için
anlamını araştırdım. Yazarın şimdiye kadar yazmış olduğu “Der Fuchs war damals
schon der Jäger”, “Herztier”, “Heute wäre ich mir lieber nicht begegnet” ve
“Atemschaukel” adlı romanlarını
“Romanların Ana Sorunları, Romanlarda Ana
Figürler, Romanlarda Ana Motifler, Romanların Konusu, Romanların Yapı
208
Özellikleri ve Yazarın Üslup Özellikleri” olmak üzere altı ana başlık altında
inceledim.
Romanlar, merkezde yer alan bir kişinin perspektifiyle anlatılır. Olayların
çok aza indirgendiği yapıtlarda sık sık iç monologlara, bilinç akışına, geri dönüş
tekniğine ve durum betimlemelerine rastlanılır. Müller dış olaylardan daha çok, ister
kadın ister erkek isterse çocuk olsun, kahramanların iç dünyalarındaki bunalımları ve
sorunları yansıtır. Romanların tümünde bu sorunlara bir çözüm getirildiği
söylenemez.
Kahramanlar çoğunlukla günlük yaşamları içinde tanıtılır. Hemen hemen
romanların tümü Nikolay Çavuşesku rejimine yöneliktir. Özgürlükleri baskı altında
tutan gizli polis teşkilatı, yaşamları ve diğer alanlarını belirlemektedir. Baskı
alanından kaçma, yeni bir yaşam arama çabalarında da başarılı olamazlar.
Düşündükleri şeyleri gerçekleştirmek onlar için olanaksızdır. Bu kişilerin
ilişkilerinde sevgisizlik, anlayışsızlık, yalnızlık, korku, ahlaksızlık gibi duygular
etkin rol oynar. Bunun nedeni, ilişki içinde oldukları kişilerin kötü niyetli
olmalarında toplumsal yapının biçimlendirdiği ruhsal yapıda, uyumsuzlukta ve
yabancılaşmada aranmalıdır. Dış dünyayı dolaylı olarak irdeleyen Müller, insanlar
arası ilişkileri ve bu ilişkilerde yaşanan iletişimsizliği yansıtmaya ağırlık vermiştir.
Anahtar Kelimeler
Herta Müller, Çavuşesku rejimi, Alman azınlığı, Alman-Romen Edebiyatı
209
Gürsoy, Yüksel, Herta Müller With Her Novel Writing Aspect, Doctoral
Thesis, Consultant: Prof. Dr. Battal Arvasi, 211 p.
ABSTRACT
The name of the thesis is “HERTA MÜLLER WITH HER NOVEL
WRITING ASPECT”. German writer Herta Müller who was awarded the 2009
Nobel Prize in Literature -considered the most prestigious award in the world-was
born in German-speaking Nitzkydorf in the district of Banat in August of 1953.
Müller who was grown up during the leadership of Nicolae Ceausescu completed his
education in Timişoara on German and Romanian Literature. She joined in
Aktionsgruppe Banat which had been formed by young German speaking writers
seeking freedom of speech and opposed to Ceausescu in this period. After graduating
from the university, Müller who was working in a factory as translator between the
years of 1977 and 1979 was fired because he declined the offer of being informer and
was tormented by security forces. The publication of her books was banned in his
own country because of bluntly criticizing the period of Ceausescu in Romania.
Herta Müller migrated from Romania to Germany with his wife who is also a writer
in 1987.
I searched the life of Herta Müller, the importance of the intelligence service
and the region of Banat in her life, her place in the literature and the meaning of her
art at the present day. I analyzed the novels she has written until now, namely “Der
Fuchs war damals schon der Jäger”, “Herztier”, “Heute wäre ich mir lieber nicht
begegnet” and “Atemschaukel” under the six main titles as “the Main Problems of
the Novels, the Main Figures in the Novels, the Main Motifs in the Novels, the
210
Subjects of the Novels, the Structural Features of the Novels and the Writing Style of
the Writer”.
The novels are narrated from the perspective of a certain person. The interior
monologues, the stream of consciousness, the technique of flashback and the case
descriptions are often found in the works in which the events are reduced marginally.
Müller reflects the depressions and the problems in the inner world of the figures
either woman or man, child rather than the outer events. It cannot be said that he
finds a solution to these problems in his all novels.
The figures are introduced generally in their daily lives. Nearly all of these
novels are about the regime of Nicolae Ceausescu. The intelligence service which
represses the freedom decides their lives and the other areas. They fail to escape from
the pressure area and find a new life. It is impossible for them to realize the things
that they think. The feelings such as lovelessness, insensitivity, loneliness, fear,
immorality play important role in the relationships of these people. The reason of this
must be searched in the bad faith of the people whom they are in relation with; the
spiritual mode which was formed by the social structure, disharmony and social
alienation Müller who deals with the outer world indirectly puts an emphasis on the
relations among people and reflection of the lack of communication in these
relations.
Key Words
Herta Müller, the regime of Ceausescu, German minority, German-Romanian
Literature
211

Documentos relacionados